İşçi Fotoğrafçılığı Hareketi (1926-1939)
1920’li ve 1930’lu yıllarda gelişen İşçi Fotoğrafçılığı hareketi, fotoğraf tarihinde açılmamış bir
sayfa olarak kalmaya devam ediyor.
Almanya ve Sovyetler’de başlayıp Avrupa ülkelerine, ABD, Orta
Amerika ve ötesine yayılan hareket, proleterlerin çalışma koşulları ile
gündelik hayatlarının tasvirine dayanıyordu.
Komünist Parti üyesi amatör işçi-fotoğrafçılar, kapitalizmin
adaletsizliğini ve yol açtığı toplumsal musibetleri “sert ve acımasız bir ışık”
altında olanca çıplaklığıyla gözler önüne sermeye teşvik ediliyordu.
“Fotoğraf, devrimci sınıf savaşının en önemli ve vazgeçilmez propaganda
aracı haline gelmişti.”
Aşağıda Guy Lane’in, 1920’lerin İşçi Fotoğrafçılığı hareketi üzerine
yürüttüğü araştırmadan yola çıkarak hem bir sergi düzenleyen hem de kapsamlı bir kitap
hazırlayan Jorge Ribalta’yla,
işçi fotoğrafçılığı, belgeselin kökenleri, tarihsel bellek kaybı ve hareketin
günümüz açısından anlamı üzerine yaptığı söyleşi yer alıyor.
Guy Lane: İşçi Fotoğrafçılığı hareketinin tarihçiler tarafından büyük
ölçüde göz ardı edildiğini yazıyorsunuz.
Sizce bunun sebebi nedir?
Jorge Ribalta: Bence çeşitli sebepleri var.
Temel sebep tabii hareketin komünizmle olan bağı.
Unutmayalım ki iki dünya savaşı arası dönemdeki modernizmin kökenleri
üzerine hâkim anlatı, ABD’nin Soğuk Savaş hegemonyası koşullarında inşa edilmiş
ve anti-komünist bir hamle olarak eklemlendirilmişti.
O zamandan beri de ABD’nin kültürel hegemonyası altındaki sanat kurumlarına
alttan alta anti-komünist bir tutum nüfuz etti; hatta
bugün büyük müzelerde bu tavrın hâlâ etkili olduğunu söyleyebilirim.
ABD’deki Photo League hareketi de bunun bir örneğidir: 1930’ların
Amerikan fotoğraf kültüründe bariz bir etkisi olan grup, 1951’de McCarthy
yönetiminde dağıtılıyor ve ondan sonra da ABD’de küratörlerin ilgisine mazhar olmuyor.
Komünist bir fotoğrafçı ve Photo
League’in önde gelen üyelerinden biri olan Paul Strand’in McCarthycilik
yüzünden ülkeyi terk etmek zorunda kaldığını, eserlerinin siyasi mahiyetinin de
büyük ölçüde karanlıkta bırakıldığını unutmayalım.
Şu da var: Örneğin Almanya’da İşçi Fotoğrafçılığı hareketi 1933’ten sonra Nazi
rejimi tarafından baskı altına alınıyor; bazı fotoğrafçılar ya sürgüne gidiyor
ya da hapse giriyor; hareketin arşivleri de ya kayboluyor ya da çoğunluğu yok
ediliyor.
İnsanların, ellerindeki Resimli İşçi
Gazetesi AIZ kopyalarını Gestapo’dan saklamak
için arka bahçelerine gömdükleri anlatılır.
Sonuçta eserlerin büyük kısmı kayıp, halihazırda elimizde olanlar da
Madrid’deki sergide gördüklerimiz.
Bir diğer etken de, Batı’da belgeselcilik söylemi ve pratiğinin büyük ölçüde
Lewis Hine, FSA ve Life dergisi etrafında belirlenmiş
olması.
Belgeselin rolünü, işçi sınıfının ve mülksüzlerin paternalist bir
yaklaşımla tasvir edilmesine dayandıran, reformist, sosyal demokrat çizgide bir
paradigma bu.
Grierson’ın klasik belgesel söylemi.
Malum, John Grierson 1920’lerin sonunda Britanya Belgsel Film hareketinin
lideriydi.
Grierson tarzı belgesel, kavramsal olarak bir “mağdur geleneği” etrafında
geliştirilmiştir – alt sınıfların tasvirinde özgül bir mağdurlaştırma
retoriğine bağlı kalan bu tarz, karşı-devrimci bir refah devleti ideolojisini meşrulaştırmak
üzere tasarlanmıştır.
İşçi Fotoğrafçılığı hareketi ise, paternalizm eleştirisi, işçilerin kendi
kendilerini temsili ve isyankârlık etrafında eklemlendirilmiştir.
Şunu da söyleyeyim, böyle bir sergiye kapılarını açacak fazla müze yoktur.
Bu serginin başka mekânlara taşınmaması da bunun kanıtı.
İşçi Fotoğrafçılığı hareketi içerisinde başka fotoğrafçılık biçimlerine yönelik tutumlar
hakkında bir genelleştirme yapmak mümkün mü?
Avangarda nasıl bakılıyordu mesela?
Veya “sanat fotoğrafı”na?
Alman İşçi Fotoğrafçılığı hareketi, Moholy Nagy’yi ve onun Yeni
Bakış söylemini “düşman” bellemişti.
Soyutu diyelim.
Fotomontaj da 1920’lerin sonunda hareketin yayını Der Arbeiter
Fotograf dergisinde burjuva formalist bir pratik olarak görülüp
reddediliyordu.
Ama sonradan fotomontaj sınıf mücadelesinin görsel araçlarından biri olarak
kabul gördü, bunda John Heartfield’in AIZ dergisindeki
başarısının büyük payı var.
Fakat bu düşmanlıklar pratikte büyük ölçüde çözülüyordu.
İşçi Fotoğrafçılığı hareketi her ne kadar realizme bağlı olsa da, Yeni
Bakış’a yönelik bu sözde düşmanlığın eserlere çok da yansımadığını
görüyorsunuz.
Prag’da 1933 ve 1934’te açılan Lubomir Linhart Social Photography sergilerinde,
Yeni Bakış tarzına uygun pek çok eser vardı.
Sovyetler’de bir de, Ogonëk ve Sovetskoe Foto dergilerinde
İşçi Fotoğrafçılığı hareketine üye muhabirleri savunan foto-muhabirler (ROPF)
ile Lef grubu arasında husumet vardı.
1931 tarihli ROPF manifestosu Lef grubunu, özellikle de Rodçenko’yu hedef
alıyordu; Rodçenko’ya Sovetskoe Foto dergisinde de
saldırılmıştı.
Fakat burada da yine bu sözde kamplar 1931’den sonra Construction dergisinde
görünürde bir çatışma olmadan birarada var
olmuştu.
Kısacası, proleter belgeselciliğine çelişkilerle dolu, kararsız
bir hareket olarak bakılabilir.
İşçi Fotoğrafçılığı hareketinin, işçilerin işçiler tarafından (amatör)
temsilini gerçekten hayata geçirdiği söylenebilir mi?
Yoksa hareket daha ziyade işçilerin entelijansiya ve orta sınıf tarafından
(profesyonel) temsilinin önünü mü açtı?
Projemin kilit sorusu da bu, hatta araştırmamda ortaya attığım temel
epistemolojik sorunun bu olduğunu söyleyebilirim.
Almanya’da hareketi oluşturan Heilig, Rinka veya Thormann gibi çekirdek üyelerin
amatör fotoğrafçılar olarak başladıkları açık.
Fakat kısa süre sonra hareketin yayıncılık ağlarına dahil oluyorlar.
Heilig AIZ dergisinde grafik editörüydü.
Yıllar içinde sürdürdükleri fotoğrafçılık pratiği nedeniyle bu isimler için
bir süre sonra profesyonel/amatör ayrımı yapmak zorlaşıyor.
Hangi noktada amatörlükten çıkıp profesyonel oldular?
Erika Wolf, hareketin Sovyet örgütünün büyük ölçüde profesyonellerden
oluştuğunu, amatörlerin daha az rolü olduğunu öne sürüyor.
Babette Gross da, Münzenberg biyografisinde, amatörlerden gelen işlerin
düşük niteliğinden ve kullanışsızlığından söz ediyor.
Ama AIZ’de 1926’dan itibaren işçi-fotoğrafçılardan gelen ve
isimsiz yayınlanan foto-makaleleri var.
Bu soru işaretini aydınlatmak için özel arşivlerin ve aile arşivlerinin daha fazla
araştırılması gerek, zira isimsiz amatör üretimler kamusal arşivlerde yer
almıyor.
İşçi Fotoğrafçılığı hareketi ile belgesel pratiği arasında nasıl bir ilişki
var?
Ben İşçi Fotoğrafçılığı hareketinin, 1930’lu yıllarda belgesel fotoğraf
kültürünün ortaya çıkışında payı olduğunu öne sürüyorum.
Bence belgesel, kitle demokrasisi çağına uygun düşen yeni bir medya
kültüründe işçi sınıfını görselleştirme ihtiyacına verilmiş bir cevaptı.
Belgeselin doğuşu bana kalırsa solun kültürel politikalarıyla ilişkili; 1848
Devrimi’nden sonra Courbet’nin resimlerinde realizmin rolüne
benzetilebilir bu.
İşçi Fotoğrafçılığı hareketi sergisinin ve yayınlanan kitabın tarihsel
önemi kuşku götürmez.
Peki fotoğraflara bir tarihçi değil
de eleştirmen gözüyle baktığınızda, nitelikleri hakkında ne söylersiniz?
Nitelik çok muğlak bir kategori, ama sorunuzdan anladığım, işçi fotoğrafçılığının kötü fotoğrafçılık
olduğunu ima ediyorsunuz.
Bu izlenimi sergiden değil de kitap üzerinden edindiğinizi düşünüyorum.
Sanırım sergideki eserler için bu soruyu sormazdınız çünkü örneğin Walter Ballhause’un 1930’ların Alman
fotoğrafında takdir edilmemiş büyük bir fotoğrafçı olduğunu
siz de teslim ederdiniz; keza Albert Henning’in Leipzig’deki yoksulluk ve sokak
hayatı tasvirlerinin bir Kafka öyküsü kadar karmaşık ve incelikli olduğunu; Kata
Halman’ın köylü ve işçi portrelerinin August Sander’inkilerden aşağı kalmadığını
ve Erno Weisz portresinin 20. yüzyıl fotoğraf tarihindeki en müthiş potrelerden biri olduğunu; Judith
Karasz veya Eva Besnyö’nün fotoğraflarının Dorothea Lange’ınkiler kadar iyi
olduğunu teslim ederdiniz – bunlar sadece birkaç örnek.
Tina Modotti, Paul Strand, Aaron Siskind, Robert Capa, Chim, John
Heartfield, Joris Ivens, Walter Reuter vs. gibi, İşçi Fotoğrafçılığı
hareketinin kilit figürlerinden olan ve sergide eserleri yer alan pek çok ismin
de çalışmalarının niteliğinden sual olunmaz sanıyorum.
Keza AIZ dergisi, fotoğrafçılık alanında 1920’lerin en
yaratıcı ve
canlı yayınlarından biriydi, modernist bir fikir olan foto-makalenin de
öncülüğünü yapmıştı.
Sorunuzda çirkinlik meselesi de gündeme geliyor.
Şunu da unutmayalım, özellikle Weimar’da proleter hayatının sefil, aşağılayıcı, çirkin yanlarının
tasviri İşçi Fotoğrafçılığı’nın amaçlarından
bir tanesiydi.
Fotoğraflardaki çirkinlik, daha iyilerini çekemiyor olmalarından değil, o şekilde olmalarını istemelerinden
kaynaklanıyordu.
O çirkinlikte bence büyük bir incelik var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder