Genişletilmiş Şimdiki
Zaman
Günümüzde, zamanda olmanın ve zamana
ait olmanın birden fazla yolu var.
Çağdaş sanat içindeki ana akımları
konumlandırmaya çalışan Terry Smith’in söylediği gibi: Günümüzde çalışan pek
çok sanatçı, birkaç farklı dünyanın fiziksel olarak biraraya geldiğini tahayyül
ediyor: mahrem ya da kişisel dünya anlamındaki “benim dünyam”; yerelin yakın
ilişkilerle örülmüş mahalli dünyası; civar dünyalar; giderek uzaklaşan diyarlar
ve en sonunda da genel anlamıyla Dünya.
Bu
dünyaların arasında ise hepsini kat eden geçici alanlar, “yer olmayan yerler”
var: Fiziksel ticaret ve sanal bağlantı koridorları.
Bu
çok-ölçekli resim, farklı dünyaların jeofiziksel yakınlıklarını ve kültürel
eş-zamansallıklarını akla getiriyor.
Ayrıca,
farklılaşmış hızlarda zamanda hareket edişlerini, ve hayatları bu dünyalar
üzerinden örülen ve bu dünyalar arasında mekik dokuyanların hareketliliklerini
kayda geçiriyor.
Şimdide olduğumuzun, şimdinin her yeri saran mevcudiyetinin giderek
daha çok ayırdına varıyoruz; bunun sonucunda, farklı zaman türlerinin ve bunlar
arasındaki bağlantıların da farkına varmaya başlıyoruz.
Bir anlamda, genişletilmiş bir şimdiki zamanda yaşıyoruz: Şimdiki zaman ve
mevcudiyet olarak algılanan bu genişletilmiş şimdiki zamanın oluşumunda birden
fazla zamansallığın ve zamanın payı var.
Bu küresel çağdaşlık şu anlama
geliyor: Ağ-tabanlı bilişim teknolojileri ve giderek daha da sosyalleşen medya
formları hem sanat ve kültür alanlarını hem de bu alanların işleyiş ve anlam
üretme biçimlerini şekillendirme konusunda belirleyici bir rol oynuyorlar.
Özellikle de Internet, yeni deneyim ve “sahte-mevcudiyet” biçimlerine
imkân veren daimi bir yersizleşme hissinin damgasını vurduğu aşırı bir
zaman-mekân sıkışmasına sebep oldu.
E-flux dergisinin editörlerinin “Tarihin Sonu Bitti mi?”
başlıklı sayının sunuşunda belirttikleri gibi, bu sıkışma her şeyin aynı anda meydana geldiği gibi bir izlemim yaratıyor
ve böylece yerleri, olayları ve bizatihi zamanı hatırlama ve deneyimleme
biçimimizi değiştiriyor.
Varlığımızın, ağlarla örülü ve bağlantı halinde bir varlık olduğu artık
inkâr edilemez.
Ve, Giorgio Agamben’in dediği gibi “her kültür, en başta, tikel bir zaman
deneyimiyse” (bir başka deyişle, her kültür, en başta, şimdiki zamanın
kuruluşunda fiilen rol alan şeylere ilişkin tikel bir deneyimse), bir an önce
kimlik, öznellik ve topluluk kavramlarını yeniden müzakere etmemiz gerekiyor.
Peki sanatın bu durumla ne gibi bir ilgisi var?
Bizce, çağdaş sanat pratiklerinin başlıca görevlerinden biri bu durumu
irdelemek.
Bir diğeri ise, farklı zamanların ve yaşam dünyalarının birbirleriyle
bağlantılı hale gelmesinde medyanın ve bilişim teknolojilerinin oynadığı önemli
rolü müzakere etmektir.
Temel hipotezimiz şu: Çağdaşlık, tarihsel şimdiki zamanımızın
küreselleşmesinin en önemli unsurlarından biridir.
Burada çağdaşlığı, Osborne’dan hareketle, farklı ama aynı ölçüde “mevcut”
zamansallıkların ya da “zamanların” biraraya gelişi olarak tanımlıyoruz.
Bizzat küreselliğin zamansallığı olan bu çağdaşlığı incelemek ve bunu
yaparken de, özel olarak, bilişim ve bilgisayım teknolojilerinin bu çağdaşlığın
oluşumundaki payı üzerinde durmak istiyoruz.
Bu meseleyi kavramsallaştırmanın olası yollarından biri, sosyolog ve
mimarlık kuramcısı Benjamin Bratton’un yazılarında bulunabilir.
Bratton, akıllı şebekeleri, bulut işlemi, mobil yazılım ve akıllı
şehirleri, evrensel konum belirleme sistemlerini, yaygın bilişimi ve robot
teknolojilerini, bilişimin birbirleriyle alakasız türleri olarak değil, daha
geniş ve tutarlı bir bütünün, dünya ölçeğinde bilgisayımsal bir sistem biçimini
alan “arızi bir mega-yapının” bileşenleri olarak görür.
Bratton, bu mega-yapıya “İstif” adını verir: Dünya ölçeğinde bilgisayım,
farklı ölçeklerde farklı biçimler alıyor: enerji şebekeleri ve madencilik;
yeraltı bulut altyapısı; kentsel yazılım ve kamu hizmetlerinin
özelleştirilmesi; kitlesel adresleme sistemleri; artırılmış gözler ve ellerle
çizilmiş ya da nesnelerin içinde çözülmüş halde bulunan arayüzler; bir yandan
öz-ölçüm tarafından üst-belirlenmiş, öte yandan, insandışı kullanıcı
lejyonlarının (sensörler, arabalar, robotlar) sahaya inmesiyle hükümsüz kalmış
kullanıcılar.
Çağdaş bilgisayımsal teknolojilerin çeşitli türlerini, kendi başlarına
gezinen farklı makine türlerinden ziyade, arızî bir mega-yapının gövdesini
oluşturan parçalar olarak görmeliyiz.
Belki de bu parçalar, katman katman sıralanarak, (eksik de olsa) devasa ve
(düzensiz de olsa) yaygın bir yazılım ve donanım İstifi oluşturuyorlardır.
Bratton’un kavramsallaştırması, tüm bu katmanlar arasındaki bağlantıları ve
dijital ile analog zamanların, bilgisayımsal, maddi ve insani zamanların
birbirine geçişlerini kayda düşer.
Bu anlamda, çağdaşlığı ve zamanların biraraya gelmesini mümkün kılan
bilişim mimarileri ve altyapılarını tahayyül etmenin iyi bir yolunu sunar.
Burada bizim için önemli olan nokta, teknik, toplumsal, insani ve insandışı
katmanların, bu tür araçlar üzerinden farklı ölçeklerde yeni özneleşme
biçimleri üretecek şekilde biraraya gelmiş olmasıdır.
Kültür teorisyeni ve eylemci Tiziana Terranova buna, “özerkleşme altyapısı”
adını verir.
İşlevsel ve yaratıcı potansiyelimizi sınırlandıran bir altyapıdır bu.
Terranova bu tabirle, Marx’ın, Grundrisse’nin “Makineler
Üzerine Fragman” başlıklı bölümünde ayrıntılı bir şekilde üzerinde durduğu
otomasyon üzerine görüşlerine göndermede bulunur.
Marx, otomasyon kavramıyla, makinelerin, işçilerin bilgi ve becerilerini
massederek daha geniş asamblajlar altında toplamasını kastediyordu.
Özneler, günümüzde, bu iç içe geçmiş bilgisayımsal altyapılar bağlamında
üretiliyor: algoritmalar gibi insandışı aktörlerin muazzam miktarda veriyi
genelleştirdiği ve “makine öğrenimi” tekniklerinin hegemonik iktidar ve önyargı
sistemlerine bağlı, paralel bilgi biçimleri ürettiği altyapılar bunlar.
Arama motorları gibi ilişkisel makinelerin giderek artan oranda
kullanılıyor olması, bilginin, özgül içeriği ya da üretim biçimi hakkındaki
detayları kaybetme pahasına süzüldüğünü gösteren örneklerden biri.
Ayrıca, dünya yavaş yavaş öngörücü modelleme mantığıyla üretilmeye başlıyor
– buna bağlı olarak, insanlar da gelecekte gerçekleşeceği farz edilen şeylere
göre eylem ve davranışlarını değiştiriyorlar: “Modeller, ne kadar etkili
işlerlerse, içine karıştıkları durumları normalleştirmeye de o kadar yatkın
oluyorlar.
Bu normalleştirme çok farklı şekillerde işleyebilir; fakat, hemen hemen her
zaman farklılıkların hesaplanıp model dahilinde tahmin edilmesinden kaynaklanıyor.”
Çeşitli bilgisayımsal katmanlar “iç içe geçerek” gerçek-zamanlı bir sisteme
dönüşür ve başka sistemler içindeki yerini alır.
Bu da bize, yeni egemenlik ve
yönetişim biçimleri olarak üzerimizde etkinlik gösteren yeni altyapıların
dinamik bir modelini sunar.
Özerkleşme tabirinden anlamamız gereken budur.
Fakat bu modeller, aynı zamanda, teknoloji kültürleri üzerine çalışan Adrian
Mackenzie’nin daha iyimser bir şekilde “birey-aşırı işbirliği
potansiyeli” olarak tanımladığı şeye yeni kapılar aralar. (Bireyaşırı
bireyleşme meselesine daha sonra döneceğiz.)
Bilişim teknolojileriyle donanmış makinelerin zamanı yönetip manipüle
etmesinin kuşkusuz farklı zaman deneyimlerinin biraraya getirilmesinde ve
sıkıştırılmasında ciddi payı var.
Deneyimlerimiz giderek bu makinelerin zamansal işlemlerine göre
hizalanıyor.
Bilgisayar, yapısı itibariyle zamansaldır ve bilgisayımsal işlemlere
odaklandığımız takdirde kültürel analizde büyük ölçüde göz ardı edilen
epistemik unsurları açığa çıkarabiliriz.
Wolfgang Ernst’in medya arkeolojisiyle ilişkilendirilen “mikro-zamansallık”
kavramı, teknik sistemlerin hem işleyiş biçimlerini hem de deneyim ve
davranışlarımızı belirleme yetilerini çözümleyip kavramsallaştırmanın
alternatif bir yolunu sunarak, bu sistemler dahilinde gerçekleşen olayların
zamana-duyarlı bir analizini yapmamızı sağlayabilir.
Ayrıntılı teknik betimlemeler
yaparak, çeşitli zamansal ölçeklerde ve makine işlemlerinin katmanlarında
gerçekleşen olaylara ilişkin tekno-materyalist bir kavrayış geliştirmemiz
gerektiğine inanıyoruz.
Çağdaşlığı ancak bu şekilde daha iyi
anlayabilir ve analiz edebiliriz.
Çağdaş koşulları olduğu gibi
yansıtmaya aday bir sözdağarı geliştirmeye yönelik bu girişimimizde nicelik
belirten İstif kavramının bize yardımcı olabileceğini düşünüyoruz.
Neticede, verilerin ardışık olarak değiştokuş
edilip depolanmasını tanımlamaya yarayan “istif” terimi, teknik bir terimin
epistemolojik sahihliğine sahip olmanın yanı sıra kültürel düzlemde de iş
görür.
Bu yorumlar ışığında, çağdaş durumun özünü yakaladığını düşündüğümüz
“gerçek-zaman” tabirini de incelemek yerinde olabilir.
Basitçe söyleyecek olursak, gerçek-zaman, enformasyonun oluştuğu anda
iletiliyormuş etkisi yaratmasına göndermede bulunur ve bu anlamda, küresel
ağlarda daima daha hızlı işlem yapma ve ânında geribildirim alma talebinin bir
yansımasıdır.
Bilişim dilinde gerçek-zaman, bilgisayarın işletim süresini tanımlamaya
yarar; yani, işlem sırasında geçen fiilî zamanı. İşlem sanki ânında
gerçekleşiyormuş gibi bir izlenim doğar; mikro, hatta nano saniyeler düzeyinde
işlem gören mali piyasalardaki dalgalanmalar gibi dış süreçlere doğrudan
doğruya tekabül ettiği fikri oluşur.
Tüm bunlara rağmen, gerçek-zaman gerçek falan değil, dolayımlanmıştır;
makinelere özgü bir zaman algısından ziyade insanî bir zaman algısını temsil
eder.
Gerçek-zaman, bir yaklaşıklık (ya da gerçek-zamanın ebediyen ertelenmesi)
olmanın ötesine geçemez çünkü işletim sisteminde her zaman şu ya da bu ölçüde
bir gecikme yaşanır.
“Neredeyse gerçek-zamanlı”, daha isabetli bir tanımdır ve genellikle bir
olayın gerçekleşme ânı ile işlenmiş verinin kullanımı arasında geçen zamanı
vurgulamak için kullanılır.
Gerçek-zaman deneyimimizi yaratan esasen makinadır; aradaki farkı ayırt
etmek günden güne zorlaşsa da, bu gerçek-zamanlı deneyim, olayla en iyi
ihtimalle neredeyse aynı zamanda gerçekleşiyor olabilir.
Bu meselelere yer veriyoruz, çünkü “gerçek-zaman” deneyimimiz (aynı zamanda
bu mefhumun gündelik dilimize girişi), ve dolayısıyla dijital bilişim
teknolojileri üzerinden yaşadığımız eşzamanlı mevcudiyet –daha doğrusu sahte
eşzamanlı mevcudiyet– deneyimi, çağdaşlığın oluşumunda kilit bir öneme sahip ve
bizatihi zaman (ve mekân) deneyimimizde gerçekleşen bir değişime delalet
ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder