2 Aralık 2022 Cuma

 ODTÜ VE 1968 - 1

 

Bizim dönemin en önemli hadisesi, 1968’de bütün dünyada eşzamanlı olarak, özellikle üniversitelerde ortaya çıkan devrimci hareketlerdir.

Bence 1968’in tarihsel mahiyeti daha yeni yeni keşfediliyor.

Bu bağlamdaki tartışmalar giderek dineceğine, artıyor.

Tek tek olayları da, örneğin ODTÜ’de 1968 civarında ortaya çıkan işgal, boykot gibi devrimci eylemleri de bu tartışmalar içinde düşünmek önemli geliyor bana.

Yani yeniden düşünmek, retrospektif olarak incelemek aydınlatıcı.

Yoksa bunları birer anı gibi, ya da o döneme ve o üniversiteye özgü, onun sınırları içinde birtakım eylemler gibi ele almak bence konuyu basitleştiriyor.

 

1968, Felsefe, Marksizm

1968 tartışmalarının ne ölçüde radikalleştiğine ilişkin birkaç ipucu vermek istiyorum: Deleuze diyor ki: “ '68 tarihe bir baskındı”.

Etraflıca düşündüğümüzde çok önemli bir tespit.

Zaman geçtikçe 1968’in sembolik olarak modernliğin sonunu belirleyen bir tarih olduğu üzerinde duruluyor.

 Demek ki bir çağ değişimi yaşanıyor.

Rönesans’la başlamış olan, Aydınlanma’yla rasyonelleşen,Fransız Devrimi’yle örgütlenen modernlik, 1968’de son buluyor.

Birçok tarihçi ve filozof bu düşünceyi paylaşıyor.

Sonra tabii bu dönüşümle birlikte eleştirel felsefede, eleştirel düşüncede çok büyük bir değişim yaşadık.

Bu değişimi yaratan filozofların hepsi de Paris’teki 1968 eylemlerine katılan filozoflardı.

Başta Foucault, Deleuze, Guattari. Guattari’nin İtalya’daki silahlı direnişlerle de ilişkisi var.

Baudrillard, Lyotard, Badiou,...

Bunların hepsi 1968 Paris Devrimi’nde önemli figürlerdir.

1968 büyük bir zafer oluyor.

Paris’i devrimci öğrenciler ve işçiler işgal ediyor.

Paris barikatlar kenti.

1848’den beri sokak savaşları veriliyor ve komünler örgütleniyor ama bir türlü bir zafer elde edilemiyor.

 1968’de bir zafer elde ediliyor ama çok kısa sürüyor, bir ay kadar sürüyor.

Bu egemenleri o kadar korkutuyor ki, koca Mareşal De Gaulle ülkeden ayrılıyor; kaçtığı söyleniyor.

Ama sonunda Paris’in işgaliyle başlayan bu komün, bu ütopya 16 Haziran’da bastırılıyor.

Ve bu yenilgiden sonra, hemen hemen hepsi Marksist olan direnişin filozofları oturuyorlar ve Marksizm’i bir eleştirel süzgeçten geçiriyorlar.

Yaşadıklarını sorguluyorlar.

Bir örnek vermek gerekirse –benim açımdan da çok kritik olan çok temel bir örnek– Foucault’nun iktidar meselesini siyasal iktidardan çıkarıp her türlü ilişkinin içine sokması, hatta bilginin içine sokması sonsuz bir ufuk açıyordu.

Bilgi-iktidar ilişkisi olarak tanımladığı “söylem” kavramının içine sokması; ve her söylemin bir iktidar barındırdığını iddia etmesi çok köklü bir dönüşümdü.

 

1968, Sanat-Siyaset

1968 başkaldırısı, geriye doğru düşünüldüğünde, sanatla siyaset ilişkisinde de önemli bir durak.

Çünkü 1968’in örgütlenmesinde son derece etkin olan sitüasyonist hareket; yani sürrealizmden, Dada’dan, 20. yüzyıl avangardının mirasından yükselen, Guy Debord’un lideri olduğu sitüasyonist hareket, sanatla devrimci eylemi özdeşleştiriyordu.

Bu da tabii çok radikal bir düşünce.

Ve bunun etkileri hâlâ sürüyor.

Gezi’nin bir sanatsal hareket olarak, bir "performans" olarak görülmesi, buralardan geliyor.

İleride belki tek tek eylemlerden örnekler vererek değinebilirim, ODTÜ’de yaşanan hadiseler de bu çerçevede gelişti.

Türkiye tabii o zaman 1968 isyanına bir merkez ülkesi gibi tepki vermedi, bir Üçüncü Dünya ülkesi gibi tepki verdi.

Ama yine de, o dönemde sanatın yükselmesi, bütün kentleri ve sokakları afişlerin istila etmesi, herkesin bir anlamda sanat yapmaya başlaması, başka direniş merkezlerindeki benzer eylemlerle bağlantılıydı.

Tabii o zaman bu işe sitüasyonist bir yorum getiremiyorduk.

Ama şimdi geri dönüp baktığımda, kenti sloganlarla ve afişlerle donatma eylemlerinin situasyonist espriyi gayet ciddi olarak, etkili olarak paylaştığını düşünüyorum.

Tabii 1968’in yenilgisi birtakım silahlı hareketler doğurdu.

İtalya’da, Almanya’da olduğu kadar, Türkiye’de de.

Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu ve Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi gibi iki büyük hareket 1968 öğrenci eylemlerinin içinden çıktı.

Gerek ODTÜ’deki, gerek Türkiye’deki 1968 hareketlerinin ortaya attığı talepler ve sloganlar anti-emperyalistti.

Çünkü dönem ulusal kurtuluş hareketleri dönemiydi, anti-kolonyal mücadele dönemiydi ve bu çerçevede örgütlenen gerilla savaşlarının dönemiydi.

Che’nin dönemiydi, Küba’nın dönemiydi.

Gerçi Küba Devrimi 1959’da gerçekleşmişti ama hâlâ çok etkiliydi ve büyük tehdit altındaydı.

Türkiye’deki 1968’in öğrenci eylemleri de bu anti-emperyalist bağımsızlık mücadelesine bağlandı; sonraki silahlı hareketler de aynı mücadeleyi sürdürdü.

Bunları niçin vurguluyorum, çünkü bunlar unutuluyor.

Zamanımızda emperyalizm anakronik bir hadiseymiş gibi anılıyor.

Hatta, sonradan AKP’yi destekleyen, ‘68’lerin kimi Marksistleri arasında emperyalizmin Lenin’in icadı olduğunu söyleyenler dahi çıktı.

Ve 1968 o zamanki tözünden yalıtılmaya başladı.

Bütün Üçüncü Dünya’da 1968 hareketleri oldu ve bunların çoğu anti-emperyalist hareketlerdi.

Merkezlerdeki; Paris’teki, Roma’daki, Amsterdam’daki hareketler de  bu anti-emperyalist söylemden uzakta değildi.

Almanya’daki Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (RAF) liderlerinden Ulrike Meinhof o zamanlarda şunları yazıyor:

RAF, İtalya’daki Kızıl Tugay, ABD’deki Birleşik Halkların Kurtuluşu gibi şehir gerillası hareketlerinin önemi, onların Üçüncü Dünya halklarının kurtuluş mücadeleleriyle aynı safta emperyalizme arkadan saldırabilmeleridir.

Üçüncü Dünya halklarını ezmek ve sömürmek için birliklerini, silahlarını, teknolojilerini, iletişim sistemlerini, kültürel faşizmlerini ihraç ettikleri yerlerden saldırabilmeleridir.

Şehir gerillasının stratejisi budur: gerillayı, silahlı anti-emperyalist mücadeleyi, halk savaşlarını öne çıkarmak.

Biz de ODTÜ’de, üçüncü dünyadaki halk kurtuluş savaşlarına dikkat çekmek için bildiriler yayınlıyorduk, afişler basıyorduk, forumlar düzenliyorduk.

Bir ara Mimarlık Fakültesi stüdyolarının bütün o dev camlarına serigrafiyle büyük Ho Şi Min portreleri bastık.

Ayrıca, Sosyalist Fikir Kulübü’nden birkaç arkadaşla birlikte dünyadaki bütün anti-emperyalist hareketlerin işlendiği dev bir pano, dev bir harita yapıyorduk ve bunu sürekli güncelleyerek yemekhanenin girişinde sergiliyorduk.

Devamlı yabancı dergileri izliyorduk ve buralardan kestiğimiz resimlerle, metinlerle bütün dünyadaki anti-emperyalist mücadele hakkında öğrencileri bilgilendirmeye gayret ediyorduk.

Tabii ki aynı zamanda 1968, Türkiye entelijansiyasının, Marksizm öğrenmeye başladığı bir dönem oldu.

Gerçi Marksist literatür 1960’dan sonra epey bir ortaya çıkmıştı ama Marksizme ilgi 1968 ile birlikte iyice kabardı.

 Ve Türkiye’de iyi-kötü Marksist bir hareketin, sosyalist bir hareketin başlamasının yolunu açtı bu öğrenci hareketleri.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  SANAT EĞİTİMİ Sanatın Tanımı Günümüzü algılayıp anlamak, günümüze kadar geçmişte olup bitenleri ve yapılanları öğrenmek, bilmekle g...