KÜLTÜREL MATERYALİZM - 3
Modern
Burjuva Toplumunun Somut Analizi
Modern burjuva toplumunun en tedirgin edici
iki görünümü Kültür ve Materyalizm’de somut incelemelere konu oluyor:
reklamcılık ve sosyal Darwinizm.
Williams’a göre “kapitalizmin resmî
sanatı” olan reklamcılık, beşeri bilimlerdeki gelişmelerden yararlanarak
topluma karşı psikolojik bir savaş yürütmekte, ve toplumun ortak amaçları
üzerinde yıkıcı bir etki yaratmaktadır.
Sosyal Darwinizme gelince, “en iyi uyum
sağlayanın ayakta kalması” ilkesi altında kapitalist/sınai medeniyetin
dizginsiz rekabetçi bireyciliğini savunan ve resmeden bu tutum, yalnızca 19.
yüzyıl sonuna özgü bir fenomen değildir.
Piyasa ekonomisinin ve burjuva hiyerarşik
düzeninin en gaddar biçimlerini meşrulaştırmada hâlâ kullanılmaktadır.
Bu iki inceleme Williams’ın kültürel
materyalizminin temel bir yönünü ortaya koyuyor: Sosyopolitik analiz
yalnızca edebiyat, şiir ve “yüksek kültür”ü incelemekle kalmamalı, herhangi bir
toplumdaki kültürel üretimin tamamına, bilhassa da egemen sınıfların
hegemonyasını kesinleştirmeye yarayan üretimlere odaklanmalıdır.
Bu elbette Williams’ın, beğeni yargısının
göreli olduğu yolundaki postmodern eğilimi paylaştığı anlamına gelmiyor: Ona
göre bütün kültür ürünleri aynı değerde değil.
Raymond Williams yöntemini “kültürel
materyalizm” olarak tanımlıyor: yani kültürel olgulara, zihnin ürünleri veya
salt nesneler olarak değil, toplumsal sınıflarla yakın ilişki içindeki
pratikler ve kurumlar bütünü olarak yaklaşıyor.
Bu yaklaşımın anlaşılmasında kitabın
metodolojik açıdan en önemli metni, 1973 tarihli “Marksist Kültür Teorisinde
Altyapı ve Üstyapı” başlıklı makale; aynı zamanda Williams’ın en çok okunan ve
tartışılan metni bu.
Kültür ve Toplum kitabının yankıları,
argümanın temel izleğini teşkil etmeseler de, burada da eksik değildir.
“Üstyapıları” ekonomik altyapının basit
bir “yansıması” olarak değerlendiren ekonomist, indirgemeci ve belirlenimci
Marksizm yorumlarını reddeden Williams, kültürel üretimle sosyo-ekonomik
süreçler arasındaki ilişkiyi, bütünsellik kategorisi
(Lukacs), yapısal benzeşiklik kavramı (Lucien Goldmann) ve egemen
sınıfların hegemonyası mefhumu (Gramsci) aracılığıyla ele alıyor.
Williams’ın yaklaşımının, E.P. Thompson
veya E. Hobsbawm gibi tarihçilerin de paylaştığı bir İngiliz geleneğinin
parçası olduğunu ekleyelim.
Bu yaklaşım çerçevesinde Williams
yapısalcılığı reddederken, tarihsel özneyi ve öznenin failliğini, bireysel veya
kolektif eyleme gücünü vurgular.
Williams’ın
bu metindeki en çığır açıcı katkısı ise, üç kültürel sistem tipi ayırt etmesi:
1. egemen kültüre direnen, daha önceki toplumsal formasyonların değerlerinden
oluşan “kalıntı halindeki kültürler”; 2. topluma hegemonik bir değer ve anlam
sistemi dayatan “egemen kültür”; 3. yerleşik anlamlandırmalara karşı çıkıp yeni
değerlere işaret eden “yükseliş sürecindeki kültürler”.
Kavramın
düşündürebileceğinin aksine “kalıntı halindeki” değerler önemli bir eleştirel
ve muhalif rol oynayabilir; fakat bu, egemen kültürün görmezden geldiği insani
deneyim, arzu ve yetkinleşme alanlarını temsil ettikleri oranda mümkün olur.
Williams’ın
gözlemlerine göre son yarım yüzyılın İngiliz edebiyatının önemli bir kısmı,
kalıntı halindeki bu değerlere gönderme yapmaktadır.
Şüphesiz,
içe alma süreçleri sayesinde egemen kültür eskiden kalan veya yükselmekte olan
değerleri çoğu zaman bünyesine katıp etkisizleştirmeyi başarır; fakat kurulu
toplumsal düzene gerçek anlamda karşıt olan formlar yine de bu iki değer
sisteminden çıkar.
Romantik
Kültürel Eleştirinin Ötesinde
Buraya
kadar Raymond Williams’ın kapitalist uygarlığa yönelik romantik kültürel
eleştiriyle arasındaki yakınlıklar üzerinde durduk.
Fakat
onun kültürel materyalizminin, hangi argümanlar üzerinden, bu gelenekle arasına
son derece keskin bir mesafe koyduğunu da değerlendirmek gerekir.
“Kültür
ve teknoloji” ile iletişim araçları hakkındaki çalışmalarında bunu görebiliriz,
ki bu derlemedeki iki yazı bu konulara hasredilmiştir.
“Teknolojik
belirlenimcilik ile kültürel kötümserlik arasındaki tuhaf ittifakı” eleştiren
Williams, elitist bir kültür anlayışıyla kitle iletişim biçimlerini kınayan
uğursuz kehanetlere mesafe alır: radyo, sinema, plaklar ve nihayet, tam bir
çokbaşlı yılan olarak görülen televizyon.
Hiç
şüphesiz, kültürel alandaki teknolojik değişimler Williams’a göre mevcut
toplumsal ve ekonomik ilişkiler bünyesinde gerçekleşir, dolayısıyla teknik
yenilikler kültürel amaçlardan ziyade esasen sınai ve ticari niyetlerden ileri
gelir.
Paranın
devasa kudreti ve reklam endüstrisiyle bağı, ulusaşırı ticaretin hizmetinde
yeni iletişim araçlarını kültürel üretimleri homojenleştirmek ve
tektipleştirmek için kullanır.
Bununla
birlikte kültürel kötümserlik taraftarları, ilettikleri vasat içeriklerden
bizzat teknolojileri sorumlu tutmakla yanılgıya düşmektedirler.
Yeni
teknolojilerin başka türden kullanımları da tasavvur edilebilir: Neden kablolu
televizyon ve uydu televizyonu, kamu mülkiyeti altında, üreticilerin özyönetimi
altındaki geniş bir şebeke için kullanılmasın?
Devrimci
toplumsal hareketler kolektif biçimde iletişime bağlı üretim araçlarını,
örneğin yerel radyoları ele geçiremezler mi?
Başka
bir ekonomik ve toplumsal sistemde yeni teknolojiler, doğrudan demokrasi
biçimlerinin ortaya çıkışını sağlayarak, yeni ve interaktif toplumsal ve
kültürel ilişki biçimlerini destekleyebilir.
Williams’ın
aşırı bir iyimserliğe kapıldığını düşünebiliriz, fakat televizyon ve kitle
iletişim araçları hakkındaki yazıları, medya üzerine eleştirel düşünceye özgün
ve sıra dışı bir katkıdır.
Her durumda, umarız Kültür ve
Materyalizm’in yayınlanması, kültür hakkındaki Marksist düşünceyi baştan aşağı
yenilemiş bir düşünürün başka eserlerinin basımının da önünü açacak bir ilk
adım, bir eşik olur.
Williams’ın, incelikli bir kültürel
materyalizm ile burjuva medeniyetine yönelik romantik eleştiriyi birleştirerek
yarattığı “muhteşem melez” (Lecercle), keskinliğini ve sağlamlığını hâlâ
koruyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder