3 Aralık 2022 Cumartesi

 BAUHAUS: MODERNLEŞMENİN TASARIMI - 3

 

Türkiye'de Modernleşme, Alman Nüfuzu ve Bauhaus

Türkiye’de modernleşme süreçleri ile sanat ve bunlarla da Alman kültürel nüfuzu arasındaki ilişkilere odaklanan çalışmalar bulunduğunu sanmıyorum.

Oysa bu ilişkiler, 19. yüzyıl sonlarından başlayarak, bir yanda sanat ve mimarlık, diğer yanda düşünce ve pedagoji hareketlerinin incelenmesinde, bunların Avrupa’nın modernlik tarihindeki kaynaklarıyla kıyaslanmasında kanımca son derecede aydınlatıcı bir alan oluşturuyor.

O ölçüde de bakir ve kapsamlı bir alan...

Bu alana yönelince, 1870-1950 arasında adeta hangi taşı kaldırsanız bir Bauhaus izi keşfediyorsunuz.

Grafik sanatımızın kurucusu olarak anılan ve geçen yıllarda arka arkaya sergileri açılan İhap Hulusi örneğin:

Münih Kunstgewerbe Schule mezunu, Jugendstil mensubu Hohlwein’den etkilenmiş ve Behrens’le görüşüyor.

Felsefe ve mantığı üniversite programlarına sokan Nusret Hızır örneğin: 1934’te İstanbul Üniversitesi’nin başında olan, Viyana Çevresi düşünce okulunun kurucularından Hans Reichenbach’ın asistanı; Viyana Çevresi ise Bauhaus zihniyetinin inşasında son derecede etkin.

Hepsinden daha önemlisi, “Türk Sanatı” üzerine ilk çalışmaları akademi dünyasına takdim edenler, Viyana Üniversitesi’nden Heinrich Glück ve hocası Strzsygowski’dir.

Strzsygowski’nin diğer asistanı Ernst Diez, 1943’te İstanbul Üniversitesi’ne davet edilecek ve burada Sanat Tarihi Kürsüsü’nü kuracaktır...

Bu yazı bu gibi konuları araştırmıyor.

Ben şimdilik yalnızca bu konuların incelenebileceği bir çerçeve sunmakla yetineceğim.

  

Alman Hegemonyası ve Osmanlı

 Bauhaus üzerine yazılan çağdaş tarihler, bu oluşumun başlangıcını gerilere, Alman İmparatoru II. Wilhelm dönemine (1888-1918) kadar taşıyor.

 Wilhelm dönemi, 1871’de Fransa’yı yenerek ulusal birliğini sağlayan Almanya’nın ulusal kültürünü ve devlet örgütünü yapılandırdığı, kapitalistleşme ve sanayileşme girişimleri ile bunların gerektirdiği eğitim reformlarını yoğunlaştırarak modernleşmesine hız verdiği bir radikal dönüşümler dönemi olarak bilinir.

 Almanya, Fransa ve İngiltere karşısında rakip bir “dünya gücü” oluşturma hedefine, bu dönem süresince gerçekleştirdiği hamlelerle erişecek ve 1910’da Avrupa’nın en büyük sanayi gücü olacaktır.

 Yeni bir kolonyal güç olarak Almanya, rakipleri gibi denizaşırı topraklara açılmak yerine, Doğu’ya yönelerek Anadolu ve Mezopotamya’yı, yani Orta Avrupa ve Balkanlar yoluyla Osmanlı memleketlerini yörüngesine almak istiyordu.

 Bu amaçla da, gene rakiplerinden farklı, özgün bir “barışçıl yayılma” politikası geliştirmişti.

 Bu politika, kültürel nüfuza dayanıyor, o nedenle de eğitim sistemi üzerinde kurulacak bir egemenliği esas alıyordu.

 Fetihçi değil, toplumlarda rızanın örgütlenmesine dayalı hegemonik bir politikaydı.

Parolası “demiryolları ve okullar”dı.

Almanya, mimarı olduğu nüfuz politikasını, düzeninin önemli ölçüde bütünleştiği Avusturya ile ittifak içinde uyguluyordu.

 II. Wilhelm dönemiyle aynı zamanlarda Osmanlı İmparatorluğu ise, topraklarında yükselen uluslaşma hareketlerinin yol açtığı 1877-1878 ve 1912-1913 Balkan Savaşları sonucunda Avrupa’daki egemenliğini tamamıyla yitiriyordu.

 Müttefikleri İngiltere ve Fransa bütünlüğünü koruyabilmesi için desteklerini esirgerken, ona bu desteği Almanya vaat ediyordu.

 Ne de olsa her iki imparatorluk da “anavatan”larını idrak etmekte gecikmiş iki büyük devletti.

 Sonuçta bu iki devletin diplomasileri bir yerde çakışıyor ve Osmanlı, Alman kültürel nüfuzuna kapılarını açıyordu.

 Modernleşmesinin, uluslaşmasının, Batılılaşmasının dümenini Tanzimat’tan beri elinde tutan Fransa’dan alıp bu yeni müttefikine teslim ediyordu.

 Mehmet Akif, “Doğu’yu korumak ve uygarlaştırmak, Doğu’ya doğru Osmanlılar ile birlikte gitmek, Doğu’yu Alman ticaret ve sanayii için kazanmak... İşte kendisini bilen Osmanlı ve Alman hükümetleri için büyük bir program...”  diye yazarken, Osmanlı aydınlarının sözcülüğünü yapıyordu.

 Alman nüfuzu 1908’deki Meşruti Devrim ve Birinci Dünya Savaşı ertesindeki kısa aralıklar hariç, İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar bütün etkinliğiyle sürecektir.

 İşte Bauhaus kültürü, bu tarihsel/siyasal çerçevede, yeni yeni kurumlaşan “Türk Eğitimi”ne tercüme olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  SANAT EĞİTİMİ Sanatın Tanımı Günümüzü algılayıp anlamak, günümüze kadar geçmişte olup bitenleri ve yapılanları öğrenmek, bilmekle g...