BAUHAUS: MODERNLEŞMENİN TASARIMI - 3
Türkiye'de Modernleşme,
Alman Nüfuzu ve Bauhaus
Türkiye’de modernleşme
süreçleri ile sanat ve bunlarla da Alman kültürel nüfuzu arasındaki ilişkilere
odaklanan çalışmalar bulunduğunu sanmıyorum.
Oysa bu ilişkiler, 19.
yüzyıl sonlarından başlayarak, bir yanda sanat ve mimarlık, diğer yanda düşünce
ve pedagoji hareketlerinin incelenmesinde, bunların Avrupa’nın modernlik
tarihindeki kaynaklarıyla kıyaslanmasında kanımca son derecede aydınlatıcı
bir alan oluşturuyor.
O ölçüde de bakir ve
kapsamlı bir alan...
Bu alana yönelince,
1870-1950 arasında adeta hangi taşı kaldırsanız bir Bauhaus izi
keşfediyorsunuz.
Grafik sanatımızın
kurucusu olarak anılan ve geçen yıllarda arka arkaya sergileri açılan İhap
Hulusi örneğin:
Münih Kunstgewerbe Schule
mezunu, Jugendstil mensubu Hohlwein’den etkilenmiş ve Behrens’le
görüşüyor.
Felsefe ve mantığı
üniversite programlarına sokan Nusret Hızır örneğin: 1934’te İstanbul
Üniversitesi’nin başında olan, Viyana Çevresi düşünce okulunun kurucularından
Hans Reichenbach’ın asistanı; Viyana Çevresi ise Bauhaus zihniyetinin inşasında
son derecede etkin.
Hepsinden daha önemlisi,
“Türk Sanatı” üzerine ilk çalışmaları akademi dünyasına takdim edenler, Viyana
Üniversitesi’nden Heinrich Glück ve hocası Strzsygowski’dir.
Strzsygowski’nin diğer
asistanı Ernst Diez, 1943’te İstanbul Üniversitesi’ne davet edilecek ve
burada Sanat Tarihi Kürsüsü’nü kuracaktır...
Bu yazı bu gibi konuları
araştırmıyor.
Ben şimdilik yalnızca bu
konuların incelenebileceği bir çerçeve sunmakla yetineceğim.
Alman Hegemonyası ve
Osmanlı
Bauhaus üzerine
yazılan çağdaş tarihler, bu oluşumun başlangıcını gerilere, Alman
İmparatoru II. Wilhelm dönemine (1888-1918) kadar taşıyor.
Wilhelm dönemi,
1871’de Fransa’yı yenerek ulusal birliğini sağlayan Almanya’nın ulusal
kültürünü ve devlet örgütünü yapılandırdığı, kapitalistleşme ve sanayileşme
girişimleri ile bunların gerektirdiği eğitim reformlarını yoğunlaştırarak
modernleşmesine hız verdiği bir radikal dönüşümler dönemi olarak bilinir.
Almanya, Fransa ve
İngiltere karşısında rakip bir “dünya gücü” oluşturma hedefine, bu dönem
süresince gerçekleştirdiği hamlelerle erişecek ve 1910’da Avrupa’nın en
büyük sanayi gücü olacaktır.
Yeni bir kolonyal
güç olarak Almanya, rakipleri gibi denizaşırı topraklara açılmak yerine,
Doğu’ya yönelerek Anadolu ve Mezopotamya’yı, yani Orta Avrupa ve Balkanlar
yoluyla Osmanlı memleketlerini yörüngesine almak istiyordu.
Bu amaçla da, gene
rakiplerinden farklı, özgün bir “barışçıl yayılma” politikası
geliştirmişti.
Bu politika,
kültürel nüfuza dayanıyor, o nedenle de eğitim sistemi üzerinde kurulacak bir
egemenliği esas alıyordu.
Fetihçi değil,
toplumlarda rızanın örgütlenmesine dayalı hegemonik bir politikaydı.
Parolası “demiryolları ve
okullar”dı.
Almanya, mimarı olduğu
nüfuz politikasını, düzeninin önemli ölçüde bütünleştiği Avusturya ile ittifak
içinde uyguluyordu.
II. Wilhelm
dönemiyle aynı zamanlarda Osmanlı İmparatorluğu ise, topraklarında
yükselen uluslaşma hareketlerinin yol açtığı 1877-1878 ve 1912-1913 Balkan
Savaşları sonucunda Avrupa’daki egemenliğini tamamıyla yitiriyordu.
Müttefikleri
İngiltere ve Fransa bütünlüğünü koruyabilmesi için desteklerini
esirgerken, ona bu desteği Almanya vaat ediyordu.
Ne de olsa her iki
imparatorluk da “anavatan”larını idrak etmekte gecikmiş iki büyük devletti.
Sonuçta bu iki
devletin diplomasileri bir yerde çakışıyor ve Osmanlı, Alman kültürel
nüfuzuna kapılarını açıyordu.
Modernleşmesinin,
uluslaşmasının, Batılılaşmasının dümenini Tanzimat’tan beri elinde tutan
Fransa’dan alıp bu yeni müttefikine teslim ediyordu.
Mehmet Akif,
“Doğu’yu korumak ve uygarlaştırmak, Doğu’ya doğru Osmanlılar ile birlikte
gitmek, Doğu’yu Alman ticaret ve sanayii için kazanmak... İşte kendisini
bilen Osmanlı ve Alman hükümetleri için büyük bir program...” diye
yazarken, Osmanlı aydınlarının sözcülüğünü yapıyordu.
Alman nüfuzu
1908’deki Meşruti Devrim ve Birinci Dünya Savaşı ertesindeki kısa
aralıklar hariç, İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar bütün etkinliğiyle sürecektir.
İşte Bauhaus
kültürü, bu tarihsel/siyasal çerçevede, yeni yeni kurumlaşan “Türk
Eğitimi”ne tercüme olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder