3 Aralık 2022 Cumartesi

 BAUHAUS: MODERNLEŞMENİN TASARIMI - 4

 

Türkiye’de Mimarlık, Sanat, Tasarım Eğitimi ve Bauhaus

 Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü Resim-İş Bölümü 1932 yılında kurulur.

 Bu girişim, Cumhuriyet ertesinde sanatla sanayiyi, özerk sanatlarla uygulamalı sanatları birleştirmenin ilk etabı sayılır.

 Kurucu kadro, önceden İsmail Hakkı Baltacıoğlu tarafından seçilerek Almanya’ya gönderilmiş ve burada Bauhaus etkisine girmiştir.

 Enstitü’nün başında olan Baltacıoğlu, aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Rektörü ve İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi estetik ve resim metodu hocasıdır.

 Meşrutiyet’ten başlayarak eğitimin modernleşmesinin önderleri arasında yer alır.

 Daha 1911 yılında, Osmanlı Maarif Nezareti tarafından, eğitim kurumlarını ve tedrisat programlarını incelemek üzere İngiltere'ye, Fransa'ya, İsviçre'ye ve Almanya'ya seyahate gönderilir.

  Avrupa’nın modernleşme deneyimlerinden yola çıkarak, sanatı ulus kurmanın, yurttaş terbiyesinin özü olarak kavrar.

 Nitekim Resim-İş Bölümü’nün yetiştireceği “Cumhuriyet Öğretmeni”nin de, Anadolu’daki bütün orta öğretim kurumlarına dağılarak, resim ve iş, sanat ve zanaat çalışmalarıyla, ahlaken, zihnen ve bedenen gelişmiş modern yurttaşların yaratılmasında bir devrim gerçekleştireceği tasarlanmıştır.

 “Bir ulusun bütün ruhunun ve aklının sanatıyla ifade edildiği” inancıyla, sanatı halkın hizmetine adayan ilk filozof John Ruskin’in öğretilerini hatırlatan bu tasarı, Halk Evleri ve Köy Enstitüleri’nin örgütlenmesine eklemlenir.

 Bu hamlelerde William Morris’e atfedilen, sanatın toplumsal eşitlik vaadine ilişkin düşünceler de oldukça etkindir.

 Resim-İş programını kuran, Baltacıoğlu’nun öğrencisi olan ve Almanya’ya güzel sanatlar eğitimine gönderildiği sırada Bauhaus’u inceleyen İsmail Hakkı Tonguç ile bir dönem Enstitü’nün başına geçen Hasan Âli Yücel, sanat terbiyesine odaklanan bütün bu eğitim devriminin mimarlarıdır.

Gazi Terbiye Enstitüsü’nün, Cumhuriyet’in eğitim kadrolarını yetiştirmenin yanı sıra, 1883’ten beri yegâne güzel sanatlar okulu olan Sanayi-i Nefise’nin akademizmine çağdaş bir alternatif oluşturması amaçlanıyordu.

 Baskı sanatı, fotoğraf, grafik gibi “mekanik röprodüksyon”a özgü dersler ilk kez bu doğrultuda bir güzel sanatlar öğretim programına katılmıştır.

Bugünkü Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin temelini oluşturacak bir “Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu”nun açılması da Gazi Terbiye’de gündeme gelir ve bu yeni okulun kuruluşunu yürütmek üzere Resim-İş’in ilk mezunlarından üçü 1935 yılında Almanya’ya eğitime gönderilir.

Savaşın yol açtığı gecikmeler nedeniyle Tatbiki’nin açılışı ancak 1957’de gerçekleşir.

Yönetimde Resim-İş’in de kurucularından olan Hayrullah Örs ve 1935’te Almanya’ya gönderilenlerden Sait Yada’nın yanı sıra, Stuttgart Güzel Sanatlar Akademisi’nden Prof. Schneck ve yedi kişilik kadrosu bulunmaktadır.

Hepsinin esin kaynağı Bauhaus’tur.

Ancak Gazi Eğitim’in kuruluşundaki terbiyevi, reformist ilkelerin yerini şimdi “sanayinin gelişmesine hizmet” ve tasarım almıştır:

“Memleket sanayiinin ihtiyacı olan mütehassıs, teknisyen ve sanatkârların her bakımdan mükemmel yetişmelerini sağlamak okulun birinci vazifesidir.”

Tatbiki Güzel Sanatlar öğretim programı en baştan Temel Sanat Eğitimi ekseninde yapılandırılır.

 Temel Sanat Eğitimi, sonradan Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde de bütün bölümlere yönelik bir kürsü olarak örgütlenir.

 Akademi’de baştan beri var olan Hakkaklık Bölümü’nde, 1924 yılında kurulan Tezyinat Bölümü’nde ve 1927’de Eric Weber’in kurduğu Afiş Atölyesi’nde zaten “yüksek sanat” eğitimi, bütün itirazlara rağmen tasarım disiplinlerine açılmıştı.

Ayrıca 1930’larda mimarlığın başına gelen Ernst Egli ve ardından Bruno Taut, Bauhaus’un pîri Gropius’la birlikte, Novembergruppe üyeleri olarak, sanatın topluma mal edilmesi, işlevselleştirilmesi ve cumhuriyet idealine hizmet etmesi konularında çalışmalar yürütmüşlerdi.

 Bu arada rasyonalist estetiğin kuramcılarından Andre Lhote’un öğrencisi ressam Ercüment Kalmık da 1950’de İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde “Renk ve Şekil” derslerine başlıyordu. Gazi Eğitim ise 1962’de “Form ve İnşa” dersini programına kabul etti.

 Tatbiki’den bir yıl önce, “insan yapısı çevremizin geliştirilmesine katılacak tüm tasarım öğeleri ve tekniklerle ilgili” Mimarlık Fakültesi’ne öncelik verilerek, ODTÜ kuruluyordu.

 Fakülte’nin işlevselciliğe, kentsel göç ve konut ihtiyacı gibi urbanizm sorunlarına odaklanan felsefesi, daha baştan Temel Tasarım terbiyesini öngörüyordu.

Temel Tasarım, bütün bu okullarda 1970’lerden başlayarak “endüstri tasarımı” bölümlerinin örgütlenmesine zemin hazırlayacaktır.

Böylece, sanatın, insanın kültürel varoluşunu dönüştüreceğine ilişkin toplumsal bir ütopyayla beslenen Resim-İş davası, 70 yıl sonra, bütün Batı’da olduğu gibi, insanı bedeniyle, kimliğiyle, ilişkileriyle baştan aşağıya biçime sokmaya yönelen tasarım disiplinlerinin egemenliğine dönüşmüştür.

Bu süreçte, özellikle Fransa, İtalya, Almanya, Rusya gibi ülkelerde, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki otokratik rejimlerde örgütlenen makineye ve Taylorizm’e öykünen rasyonalist estetiklerin, örneğin Le Corbusier’nin pürizminin, Rodçenko ve Tatlin’in konstrüktivizminin, Marinetti’nin fütürizminin, ama hepsinden baskın olarak da Bauhaus’un etkisi olur.

Öyle ki, Bauhaus’un farklı dönemlerinin izlerini, sanki farklı okulların programlarında seçebiliriz:

 Itten’in ütopyacı pedagojisi, Gazi’nin; Gropius’un sanatı endüstriye,  tasarımı üretime koşan işlevselciliği, Tatbiki’nin; Meyer’in toplumsal öncelikleri ve Mies’in yapılı çevreyi mimara teslim eden profesyonalizmi, ODTÜ Mimarlık’ın  stüdyolarında belirir.

 BAUHAUS: MODERNLEŞMENİN TASARIMI - 3

 

Türkiye'de Modernleşme, Alman Nüfuzu ve Bauhaus

Türkiye’de modernleşme süreçleri ile sanat ve bunlarla da Alman kültürel nüfuzu arasındaki ilişkilere odaklanan çalışmalar bulunduğunu sanmıyorum.

Oysa bu ilişkiler, 19. yüzyıl sonlarından başlayarak, bir yanda sanat ve mimarlık, diğer yanda düşünce ve pedagoji hareketlerinin incelenmesinde, bunların Avrupa’nın modernlik tarihindeki kaynaklarıyla kıyaslanmasında kanımca son derecede aydınlatıcı bir alan oluşturuyor.

O ölçüde de bakir ve kapsamlı bir alan...

Bu alana yönelince, 1870-1950 arasında adeta hangi taşı kaldırsanız bir Bauhaus izi keşfediyorsunuz.

Grafik sanatımızın kurucusu olarak anılan ve geçen yıllarda arka arkaya sergileri açılan İhap Hulusi örneğin:

Münih Kunstgewerbe Schule mezunu, Jugendstil mensubu Hohlwein’den etkilenmiş ve Behrens’le görüşüyor.

Felsefe ve mantığı üniversite programlarına sokan Nusret Hızır örneğin: 1934’te İstanbul Üniversitesi’nin başında olan, Viyana Çevresi düşünce okulunun kurucularından Hans Reichenbach’ın asistanı; Viyana Çevresi ise Bauhaus zihniyetinin inşasında son derecede etkin.

Hepsinden daha önemlisi, “Türk Sanatı” üzerine ilk çalışmaları akademi dünyasına takdim edenler, Viyana Üniversitesi’nden Heinrich Glück ve hocası Strzsygowski’dir.

Strzsygowski’nin diğer asistanı Ernst Diez, 1943’te İstanbul Üniversitesi’ne davet edilecek ve burada Sanat Tarihi Kürsüsü’nü kuracaktır...

Bu yazı bu gibi konuları araştırmıyor.

Ben şimdilik yalnızca bu konuların incelenebileceği bir çerçeve sunmakla yetineceğim.

  

Alman Hegemonyası ve Osmanlı

 Bauhaus üzerine yazılan çağdaş tarihler, bu oluşumun başlangıcını gerilere, Alman İmparatoru II. Wilhelm dönemine (1888-1918) kadar taşıyor.

 Wilhelm dönemi, 1871’de Fransa’yı yenerek ulusal birliğini sağlayan Almanya’nın ulusal kültürünü ve devlet örgütünü yapılandırdığı, kapitalistleşme ve sanayileşme girişimleri ile bunların gerektirdiği eğitim reformlarını yoğunlaştırarak modernleşmesine hız verdiği bir radikal dönüşümler dönemi olarak bilinir.

 Almanya, Fransa ve İngiltere karşısında rakip bir “dünya gücü” oluşturma hedefine, bu dönem süresince gerçekleştirdiği hamlelerle erişecek ve 1910’da Avrupa’nın en büyük sanayi gücü olacaktır.

 Yeni bir kolonyal güç olarak Almanya, rakipleri gibi denizaşırı topraklara açılmak yerine, Doğu’ya yönelerek Anadolu ve Mezopotamya’yı, yani Orta Avrupa ve Balkanlar yoluyla Osmanlı memleketlerini yörüngesine almak istiyordu.

 Bu amaçla da, gene rakiplerinden farklı, özgün bir “barışçıl yayılma” politikası geliştirmişti.

 Bu politika, kültürel nüfuza dayanıyor, o nedenle de eğitim sistemi üzerinde kurulacak bir egemenliği esas alıyordu.

 Fetihçi değil, toplumlarda rızanın örgütlenmesine dayalı hegemonik bir politikaydı.

Parolası “demiryolları ve okullar”dı.

Almanya, mimarı olduğu nüfuz politikasını, düzeninin önemli ölçüde bütünleştiği Avusturya ile ittifak içinde uyguluyordu.

 II. Wilhelm dönemiyle aynı zamanlarda Osmanlı İmparatorluğu ise, topraklarında yükselen uluslaşma hareketlerinin yol açtığı 1877-1878 ve 1912-1913 Balkan Savaşları sonucunda Avrupa’daki egemenliğini tamamıyla yitiriyordu.

 Müttefikleri İngiltere ve Fransa bütünlüğünü koruyabilmesi için desteklerini esirgerken, ona bu desteği Almanya vaat ediyordu.

 Ne de olsa her iki imparatorluk da “anavatan”larını idrak etmekte gecikmiş iki büyük devletti.

 Sonuçta bu iki devletin diplomasileri bir yerde çakışıyor ve Osmanlı, Alman kültürel nüfuzuna kapılarını açıyordu.

 Modernleşmesinin, uluslaşmasının, Batılılaşmasının dümenini Tanzimat’tan beri elinde tutan Fransa’dan alıp bu yeni müttefikine teslim ediyordu.

 Mehmet Akif, “Doğu’yu korumak ve uygarlaştırmak, Doğu’ya doğru Osmanlılar ile birlikte gitmek, Doğu’yu Alman ticaret ve sanayii için kazanmak... İşte kendisini bilen Osmanlı ve Alman hükümetleri için büyük bir program...”  diye yazarken, Osmanlı aydınlarının sözcülüğünü yapıyordu.

 Alman nüfuzu 1908’deki Meşruti Devrim ve Birinci Dünya Savaşı ertesindeki kısa aralıklar hariç, İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar bütün etkinliğiyle sürecektir.

 İşte Bauhaus kültürü, bu tarihsel/siyasal çerçevede, yeni yeni kurumlaşan “Türk Eğitimi”ne tercüme olmuştur.

 BAUHAUS: MODERNLEŞMENİN TASARIMI - 2

 

 

 

Kültürel Tercümeler

 Yukardaki kısa profilden, Bauhaus tasarım kültürünün evrensel modernleşme kültürüne tercümeleri hakkında kimi çıkarsamalar yapılabilir: Bauhaus sıklıkla bir okul, bir pedagoji, avangard bir akım, bir estetik, bir stil vs. gibi ele alınır.

Oysa bunların çok ötesindedir.

Olsa olsa bir kavrayış, anlayış ve anlamlandırma stilidir.

Modernleşmenin dayattığı toplumsal örgütlenmenin gerçekleştirilmesi yolunda bir dönüşüm –reform– politikası, bir kültürel politikadır.

Kaynağı, Victoria dönemi İngiliz reformizmidir.

Toplumun bir ulus olarak yapılanmasının gerektirdiği bir yurttaş terbiyesi projesi; Foucault’nun tabiriyle, bir “disiplin teknolojisi”dir.

 “Estetiğin programlı bir toplumsal reform hareketine dönüştürülmesidir.”

Rus Devrimi’yle zirvesine çıkan ve bir yıl sonra Almanya’yı da sarsan devrimler çağını ve Birinci Dünya Savaşı’nın kaosunu izleyen düzen arayışının bir yanıtıdır.

Dolayısıyla Bauhaus türevi girişimler, düzene karşı örgütlenen ve Dada ile başlayıp sitüasyonizme kadar süren avangard hareketler gibi romantizmin izini sürmezler, rasyonalizmi yüceltirler.

Bunu en “güzel” ifade eden, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra örgütlenen ve Bauhaus’u yerden yere vuran Sitüasyonist Bauhaus’tur.

Bu hareketin İskandinavya’da hâlâ takipçileri bulunmaktadır.

Sanat, zanaat ve sanayinin; uygulamalı ve güzel sanatların kaynaştırılmasından beklenen, öncelikle toplumsal ve ulusal birlik ile kalkınmadır.

Bauhausçu stratejiler, toplumsal işbölümünün, üretimin ve işgücünün rasyonel –“bilimsel”– örgütlenmesini öngörür.

Zanaata dayalı geleneksel işgücünün modern meslek ve uzmanlıklara dönüşümünü düzenler.

Bu dönüşümün eğitimini tasarlar.

Bauhaus bir kültürel, ekonomik ve toplumsal yenilenme tasarısını ifade eder.

Bu yolda gerekli olan iradeyi, kudreti ve yaratıcı dehayı sanatçıların  temsil ettiğine inanır.

Bauhaus felsefesi, “yeni” bir hayatın sırlarının, sanatlarda saklı olduğunu savunur.

Birinci Dünya Savaşı ertesindeki sanat-mimarlık manifestoları, hep “yeniliğin” sırlarını ifşa ederler.

“Yeni mimarlık”: Mies, van Doesburg, Mendelsohn; “yeni sanat”: De Stijl, Taut; “yeni sanatçı” van Doesburg; “yeni ruh”: Le Corbusier; “yeni dünya”: Meyer; “yeni insan”: El-Lissitski...

Baudelaire’de modernite yeniliğe mahkûmdur.

 Valéry de “yenilik kültü”nden bahsederken, “yeni”yi her geçen gün dozunu artırmak zorunda kaldığımız uyuşturuculara benzetir.

Eğer artırmazsanız arkasından kriz, hatta ölüm gelebilir.

 Gerek “modernitenin sosyoloğu” olarak anılan Georg Simmel, gerekse onun etkisinde kalan Walter Benjamin, Jugendstil üzerinde dururlar.

 “Yeni”nin, hayatın biteviye “yeni”den tasarımının –Simmel “stilizasyon” diyor– modernliği nasıl tanımladığını incelerler.

 Bauhaus’un “yeni”nin tasarlanabileceğine olan inancıyla, doğanın, toplumun, insanın ve hayatın sanat misali inşa edilebileceğine olan inancı birbirlerinin türevidir.

1923 De Stijl Manifestosu’nda “doğmakta olan yeni çağın, konstrüksiyon çağı olduğu” ilan edilir.

 Simmel’e göre, Jugendstil’in gesamtkunstwerk ideali, toplumsal ve fiziksel çevrenin bütününü “hayatın güzelleştirilmesi adına stilize etme çabasıdır.”

 Bu “konstrüktif” doktrin, gücünü ve estetiğini makinelerde,  süregelen “bilimsel ve teknolojik devrim”de, mühendislikte canlandırıyordu.

 Meyer’in “yeni dünya”sı, “makinenin diktatörlüğünü” gerekli kılıyordu.

 Ayrıca makinenin kendisi de en kusursuz tasarım ürünü sayılıyordu.

 Dolayısıyla, toplum da, insan da birer makine gibi tasavvur edilebilirse, aynı kusursuzlukta tasarlanabilirdi.

   Topluma form verecek sanatla, insan bedenine form verecek spor kesişiyordu.

 1923’te düzenlenen sergisinde Bauhaus, şiarını “Yeni Birlik: Sanat ve Teknoloji” olarak açıklıyordu.

 Gropius burada sanatı kültürle, teknolojiyi de uygarlıkla bir tutmaktaydı.

 Bu denklem, Ziya Gökalp’in ünlü “hars ve medeniyet” denklemiyle özdeş sayılır.

 Makineyi belli başlı aleti, geometriyi de dili olarak belleyen “hayatı estetikleştirme” hırsı, faşist örneklerindeki gibi bir ulusun tasarlanmasından, günümüzdeki neoliberal ütopyaların bütün küreyi tasarlamasına kadar, değişik toplumsal mühendislik projelerini besler.

Eğer Tanrı öldüyse, Moholy-Nagy’ye göre onun yerini mühendis alıyordu.

 Yeni “Yaradan” mühendisti.

Sanat ise dinin yerini dolduran “seküler bir teoloji”ye (Preziosi) dönüşüyordu.

  Bauhaus ile sonuçlanan girişimler dizisinin tamamı Prusya devletinin inisiyatifiyle devreye girer ve genellikle Ticaret Bakanlığı tarafından yönetilip denetlenir.

 “20. yüzyıl Alman mimarlığını ve tasarımını kavrayabilmek için, modern devlet çıkarlarının, serpilen tüketim toplumunun, uluslararası rekabetin ve küreselleşmenin tasarım kültürünü nasıl etkilediğini hesaba katmak gerekir.”

 Osmanlı devletinde de sanat ve sanayi mektepleri, ve bu arada Sanayi-i Nefise, Ticaret Nezareti’ne bağlı olarak kurulur.  

Arts and Crafts okullarının karşılığı, “Mekteb-i Hiref ve Sanayi”dir.

Eğitim tarihçisi, ders kitapları yazarı, “atlasçı” ve Gazi Eğitim hocası Faik Reşit Unat, 1862’de böyle bir mektebin “teşkili için gerekli hususları görüşüp tespit etmek üzere yabancı uzmanların da bulunduruldukları bir özel komisyonun” kurulmasına karar verildiğini kaydeder.

Bauhaus kültürü, Alman kolonyalizminin, Alman kültürel hegemonyasının en elverişli araçlarındandır.

Muthesius, “Almanya’nın üretim sanayisini ve Werkbund’u” yüceltmesinin ölüm-kalım meselesi olduğunu yazar.

  Dışişleri Bakanlığı, Werkbund’un Almanya dışında yaygınlaştırılması için gerekli olan propaganda etkinliklerini yürütmekle görevlendirilir.

Bauhaus, başka başka merkezlerde başka başka adlara bürünen bir enternasyonali temsil eder:

 Bu enternasyonalin merkezleri Londra (Arts and Crafts), Amsterdam (de Stijl), Paris (pürizm), Berlin (Jugendstil, Bauhaus), Viyana (kinetizm) ve Moskova’dır (konstrüktivizm).

 Bauhaus’un Türkiye'de modernleşme kültürü üzerindeki etkisi de bu enternasyonalin yörüngesinde oluşur.

 Enternasyonalin ortak dili geometridir.

O nedenle Atatürk’ün bizzat kaleme aldığı iki ders kitabından birinin “Yurttaşlık Bilgisi”, diğerinin de “Geometri” olması ve bu iki kitabın yurttaşlık ile geometriyi bağlantılandırması düşündürücüdür.

 BAUHAUS - 2

 

Tarihi
Bauhaus Walter Gropius tarafından 1919 yılında kurulmuş ve Nazi rejiminin emriyle 1933'te kapatılmıştır.

  Bauhaus okulu 3 şehirde faaliyet göstermiştir.

 (1919-1925 Weimar  1925-1932 Dessaus  1932-1933 Berlin.)

 Bauhaus'a 3 farklı mimar başkanlık etmiştir.

Bunlar; 1919'tan 1928'e kadar Walter Gropius  1928'den 1930'a kadar Hannes Meyer ve 1930'dan 1933'e kadar Mies Van der Rohe.


Bauhaus Nedir?

Bauhaus mimaride olduğu kadar endüstriyel tasarım ve şehir planlama gibi konularda yenilikler getirmiş  yeni bir mimari akım yaratarak  sanatın tüm dallarını etkilemiştir.

Bauhaus'un kuruluşundaki ilk hedef kombine bir mimarlık okulu  zanaat okulu ve güzel sanatlar akademisi yaratmaktı.

 Savaş sonrası Gropius'a göre yeni bir mimari stil başlamalıydı. Daha fonksiyonel  ucuz ve kalıcı ürünlerin üretildiği bir stil.

 Böylece Gropius sanat ve zanaatı birleştirerek  fonksiyonel ve sanatsal ürünler yaratmak istiyordu.

Bauhaus'a göre mimarlık  ressamlık  heykeltraşlık ve zanaatkarlık içiçe olmalıydı.

 Walter Gropius; sanatçıyı  zanaatkarın yücesi olarak görürdü.

 Bauhaus'un en temelinde sanatsal ve uygulamalı öğretim yatıyordu.

  Her öğrenci kendi seçtiği çalışma atölyesine katılıp bitirdikten sonra  mecburi hazırlık kursunu tamamlamak zorundaydı.

 Böylelikle temel zanaat bilgisi  tasarım parametreleri ve uygulama bir araya getirilmişti.

Makina Bauhausçular tarafından pozitif bir eleman olarak değerlendiriliyordu. 

Bu sebeple endüstri ürünleri tasarımınada önem veriyorlardı.

Temel tasarım dersi fikri ilk burada oluşmuş ve günümüzde dünyadaki çoğu mimarlık okullarınca benimsenmiştir.

Bauhausta nesnel yaklaşım benimsenmişti. 

Okula gelen öğrencilerin öğretmenlerini  birini ya da bir stili taklit etmeleri yerine kendi yollarını bulmaya teşvik ediyorlardı.

Bauhaus kapatıldıktan sonra Bauhaus öğretmenlerinin çoğu Amerika'ya gitmiş ve Bauhaus ekolünü tüm dünyaya yaymıştır.

Bunlardan Walter Gropius  Harvard mimarlık okulunda  Mies Van der Rohe Illinois Yüksek Teknoloji Enstitüsü'de öğretmenliğe devam etmişlerdir.

 Mies Van der Rohe'un bu okulda düzenlediği eğitim programı tüm dünya okulları tarafından kopyalanmıştır.

Walter Gropius'a göre Bauhaus kapanmış olmasına rağmen hala büyüyen ve hiç yok olmamış bir ekoldür.


Bauhausta Mimarlık

Bauhaus bildirisine göre tüm sanatların birleştiği en yüksek nokta binalardı.

 Bauhausun Weimar'daki ilk yıllarında dersler Walter Gropius'un ortağı Adolf Meyer tarafından kısa dersler olarak veriliyordu.

 Bauhaus'un çalışma atölyeleri ise Gropius'un kendi mimarlık ofisinde gerçekleşmekteydi.

 Burada yeni bir mimarlık stili yaratılmakla kalınmamış yeni yaşama biçimleride geliştirilmişti.

 1927'de Walter Gropius  Hannes Meyer'a mimarlık bölümünün başına geçmesini teklif etti.

 Hennes Meyer içinde tasarım  yapı  planlama  şehir tasarımı ve teknik ressamlığın bulunduğu bir eğitim sistemi oluşturdu.

1930'dan 1933'e kadar Ludwig Mies Van der Rohe başkanlığa geldi.

  Mies Van der Rohe'ye göre bir öğrencinin Bauhaus'a girebilmesi için bir takım dersleri almış ve belirli bir yetkinliğe ulaşmış olması gerekiyordu.

  Böylelikle Bauhaus'u doktora eğitimi veren bir okul haline getirdi.

 Bauhaus'ta sanat Bauhaus'taki ilk öğretmenler sanatçılardı.

 Modern resimle ilgili sonsuz sayıda fikir üretildi. 

Wassily Kandinsky  Paul Klee ve diğer Bauhaus sanatçıları resimlerin geleneksel kavramlarından uzaklaşarak  soyutlamaya ve sanatsal tasarımın teorilerini ve yasalarını analiz etmeye yöneldiler.


Bauhaus'taki Atölyeler

Ugulamalı çalışmalar Bauhaus'ta çok önemliydi.

 Atölyelerden bazıları şunlardır; baskı  seramik  tekstil  ahşaptır.

 

 

  SANAT EĞİTİMİ Sanatın Tanımı Günümüzü algılayıp anlamak, günümüze kadar geçmişte olup bitenleri ve yapılanları öğrenmek, bilmekle g...