19 Ocak 2023 Perşembe

 NASIL BİR EĞİTİM ?

 

 

Bölüm 1: Okulun Tarihçesi

Bilim insanları arasında görüş ayrılıkları olmakla birlikte, genellikle kabul gören görüşe göre ilk “insansı” tür olanMHomo türü Afrika’da 2.5 milyon yıl önce ortaya çıktı.

Ateşi kullanmaya 300 bin yıl önce başlayan insan, dil kullanımına ise 70 bin yıl önce başladı.

Dolayısıyla insanlık tarihinin çok büyük bir bölümünde eğitim “dilsiz”di, yani gençlerin öğrenmek için iki alternatifleri vardı:  

1) Başkalarını (özellikle büyüklerini) izlemek                                                                                

2) Deneme-yanılma.

50-150 kişilik kabileler halinde yaşayan avcı-toplayıcı toplumlarda gençlerin hayatta kalabilmek için edinmeleri gereken becerileri izleyerek veya deneyerek edinmeleri, öğrenmeleri mümkündü.

Birçok yazara göre insanlık tarihinin en önemli dönüm noktası olan tarım devrimi günümüzden 10 bin yıl kadar önce gerçekleşti.

Peki insanlık tarihini altüst eden tarım devrimi, eğitimi nasıl etkiledi dersiniz?

Hiçbir olumlu etkisi olmadı!

Tarım devriminin tek işgücü ihtiyacı, tarlada çalışacak ırgatlardı ve bu ırgatların eğitimli olması gerekmiyordu.

Çok genç yaştan itibaren çocuklar anne ve babalarına tarlada yardım ediyor ve “mesleği” onlardan öğreniyorlardı.

Tarım devriminin getirdiği bireysel mülkiyet, topluma mülkiyet farklılıklarına dayalı bir hiyerarşi getirdi.

Toprağı olmayanlar, olanlara hizmet etmeye başladılar.

Çocukların öğrenmesi gereken en önemli ders ise kendi arzularını ve amaçlarını bir kenara bırakıp üstlerine hürmet göstermek ve itaat etmekti.

Tarım devrimi formel eğitimi getirmemişti, ama çocukların hür ruhlarını kırmayı ve onları köleleştirmeyi yaşam biçimi haline getirmişti.

Feodal düzen çok uzun sürdü.

Uzun süren mücadeleler sonucunda sömürücü ekonomik kurumların yerini katılımcı ekonomik kurumlar, otokratik devlet yapılarının yerini de daha katılımcı yapılar almaya başladı.

Bu değişimin başaktörü teknolojinin getirdiği ekonomik fırsatlardan pay almak isteyen yeni burjuva sınıfıydı.

Fakat bu yeni dünya düzeni de çocukların yaşam kalitesini yükseltmedi, hatta daha da kötüye götürdü.

 Tarım devriminden sonra eğitimden anlaşılan şey çocukların hür ruhlarını kırmak, oyun ve keşif tutkularını, meraklarını köreltmek ve tarlada veya fabrikada ustalarının emirlerini yerine getirmeyi öğrenmelerini sağlamaktı.

Avcı/toplayıcı toplumların çocukları çok daha mutluydular ve çocuk mutluluğu tarım devrimi sonrası sürekli aşağıya doğru gidiyordu.

Peki tarım ve endüstri devrimlerinin tetiklemediği formel eğitimi ne tetikledi?

Tarihteki ilk formel eğitim kurumları üniversiteler, formel eğitimin tetikleyicisi de din oldu.

Günümüzün terimi ile bu ortaçağ üniversiteleri aslında birer “ilahiyat” okulu idiler, fakat zamanla farklı alanlarda da eğitim vermeye başladılar.

İlk ülke çapında ücretsiz zorunlu eğitim uygulamasının amacı bireyi geliştirmek veya mutlu etmek değil, devlete daha iyi hizmetkâr olmasını sağlamaktır.

Batı usulü formel ilk-orta eğitimin tarihçesi 200 yıllık bile değildir!

 

Türkiye’de Formel Eğitim

Türkiye’de laik eğitimin temelleri II. Mahmut döneminde atıldı.

Bu dönemde başlayan eğitimde modernleşme, sonradan gelen                        padişahların da destekleriyle tüm ülkeye yayıldı ve Abdülhamit Devri’nin sonunda imparatorlukta okullaşma büyük oranda tamamlandı.

Cumhuriyet’ten sonra ülkedeki bütün eğitim kurumları Maarif Vekâleti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı’na) bağlandı.

 Seküler bir eğitim sistemi uygulanmasına karar verildi ve medrese sistemi sona erdirildi.

Tarım ve endüstri devrimi sonrası dönem 2.5 milyon yıllık insanlık tarihinde 5000’de bir ve formel eğitim dönemi sadece 12.500’de bir!

 

Bölüm 2: Fabrika Modeli Okul

“Fabrika Modeli Okul” tepeden yönetim, toplumdan kopukluk, öğrenci yerine yönetimin vurgulanması, merkezi planlama, standardizasyon, birey yerine toplumun ihtiyaçlarına yönelik çıktıların hedeflenmesi ve sonuçların üretiminde etkinlik gibi karakteristiğe sahip olan yani fabrika üretim modeline çok benzer bir model.

Öğretmen öğrencilere dersi anlatır.

 Öğrenciler anlatılan dersi defterlerine geçirirler ve ezberlemeye,                                 sonra sınavda da ezberlediklerini hatırlamaya çalışırlar.

Bu öğretme modeline “sahnedeki bilge” modeli de denilir.

Fabrika modeli okullar eğitim performansında zayıflık, öğrenci devamlılığında  sorunlar, öğrencileri 21. yüzyıla hazırlamama, estetik yoksunu olma, ilham vermeme ve güvenli olmama gibi yönleriyle eleştirilmişlerdir.

Toplum ve beklentiler son 200 yılda çok değişti ama okullar maalesef pek değişmediler.

Şimdi başka bir kuruma göz atalım:                                                                          

Hapishane!

Hapishanelerin özellikleri nelerdir?

  • Devam zorunluluğu

 

  • Otoriter bir yapı

 

  • Kıyafet serbestliğinin olmaması

 

  • Kurallara uymayanların cezalandırılması

 

  • Özgürlüklerin kısıtlanması

 

  • Programlanmış gün: Belirli aktivitelere belirli saatlerde izin verilmesi

 

  • Otoriteyi sorgulayanların başının derde girmesi

 

  • Tutkuların ve bireyselliğin dışa vurulmasının hoş karşılanmaması

 

  • Yasak olmasına rağmen alkol ve uyuşturucunun yaygın kullanımı

 

  • İçeridekilerin dışarıya çıkmaması için etrafın duvarlarla çevrildiği bir alan

 

  • Kıdemlilerin saygı gördüğü bir ortam

 

Bu özelliklerin ne kadarı okullar için geçerli sizce?

Peki neden en önemli varlıklarımızı böyle kurumlara emanet ediyoruz?

Başka bir deyişle, neden çocuklarımızı 12 yıllığına “hapsediyoruz”?

Okul gerçekten iyi bir kurum mu?

 

Bölüm 3: Eğitimde Değişimi Tetikleyen Faktörler

Çağımız bir değişim çağı ve bu değişim giderek hızlanıyor.

Yaşamımızın her alanı ve zaman içinde oluşturduğumuz her kurum                                  bu değişimden payını alıyor.

 Son 50 yılda tüm dünyada, özellikle yükseköğrenimde önemli değişiklikler yaşandı.

Kısaca özetleyelim:

  • Öğrenci sayısındaki artış: 1970-2015 arasında dünyada üniversiteye giden öğrencilerin nüfusa oranı yüzde 10’dan yüzde 35’e çıktı.

 

2000 yılından 2015’e kadar geçen kısa süre içinde ise dünyadaki üniversite öğrencisi sayısı ikiye katlandı.

 

Ülkemizde ve diğer gelişmekte olan ülkelerde öğrenci sayısındaki artışın iki nedeni var: Nüfus artışı ve okullaşma oranındaki artış.

 

  • Küreselleşme: Temelde ülkelerin yükseköğrenim sistemlerinin kalite ve kapasite farklılığından kaynaklanan öğrenci hareketliliği, son yıllarda ulaşımın ucuzlaması, İngilizcenin dünya dili haline dönüşmesi, internetin yaygınlaşması, gelişmiş ülkelerdeki demografik değişim (genç sayısındaki azalma) ve özellikle de ekonominin küreselleşmesiyle                         ciddi bir artış gösterdi.

 

  • Özelleşme: 1980’li yıllarda ülkemizde neredeyse sıfır olan özel okullaşma oranı 2018 itibarıyla yüzde 8’e ulaşmıştır ve kısa bir süre içinde bu oranın ikiye katlanması beklenmektedir.

 

Yukarıda sözü edilen üç değişim tetikleyicisinin yanında, kanımca şu tetikleyiciler de 21. yüzyılda eğitimin altüst olmasına önemli bir katkıda bulunacaklar:

 

1. Bilgi patlaması

Günümüzde eğitim 200 yıl önce kurgulanmış olduğu gibi içerik odaklı.

Fakat bu çağda geçmişte görülmemiş bir hızda içerik patlaması yaşıyoruz.

Bu çılgınca hızlı bilgi artışının dört temel nedeni var:

1) Nesnelerin interneti sayesinde çok farklı aktivitelerin ölçülmeye ve raporlanmaya başlanmış olması   

2) Büyük veri tekniklerinin gelişmesiyle üretilen verilerin depolanıp işlenmeye başlanmış olması    

3) Bilimde artan üretim hızı                                                                                                             

4) Paylaşım toplumu sayesinde bireysel verilerin paylaşılıp insanlığa mal olmaya başlaması.                       

Bilgi envanterimiz bu kadar hızlı büyüyorken, biz hâlâ 200 yıl önce geliştirilmiş müfredata benzer bir müfredat kullanıyoruz.

 

2. Maliyetler

İki çocuklu bir ailenin yıllık gelirinin en fazla yüzde 25’ini eğitime ayırabileceğini varsayarsak, bu ailenin çocuklarını en ucuz özel okula gönderebilmek için bile yılda net 200.000 TL kazanması gerekmektedir.

Eğitimde fırsat eşitliğinden söz edeceksek, bunu özel okullarla sağlayamayacağımız açıktır.

Eğitimin maliyetini kim öderse ödesin, günümüzde eğitim çok pahalı bir hale gelmiştir ve bu sürdürülebilir değildir.

 

3. Eşitsizlikler

Birçok ülkede eşitsizlikler artıyor.

Birçok öğrenci, ailesinin maddi durumu nedeniyle temel eğitime ulaşmakta zorlandığı gibi, cinsiyetler arasında ve engelli bireylerin eğitime ulaşmasında yaşanan eşitsizlik tüm dünya için utanç kaynağı olmaya devam ediyor.

Ülkemizin eğitime ulaşımda üç kronik sorunu kız çocuklarının eğitime ulaşımı, bölgesel eşitsizlikler ve engellilerin özel eğitime ulaşımıdır.

 

4. Teknoloji

20. yüzyılda eğitim teknolojilerinde ciddi bir değişim başladı.

Eğitimin teknolojiyi kucakladığını söyleyemem ama teknoloji eğitimin içine eğitimciler istese de istemese de girmeye başladı.

2021 itibarıyla benim bildiğim her okul teknolojiyi kullanıyor.

Fakat tüm yaptıkları, çağı geçmiş eğitim sistemini ayakta tutmak için teknolojiyi bir araç olarak kullanmak.

Kanımca gelecekte teknoloji, eğitimi altüst edecek en önemli faktördür.

 

5. Z kuşağı

Bu kuşağın en önemli özelliği internetin yaygın kullanılmaya başlamasından sonra doğmuş olmaları.

Yani internetsiz bir yaşam bilmiyorlar.

Bugün bu kuşak okullarda, aklımızca onlara verdiğimiz “eğitim” ile                               alay ediyorlar.

 Öğrencilerin beklentisi ile okulların verebildiği arasında hep bir açıklık oldu ama şu anda bu açıklık tam bir uçuruma dönmüş durumda.

Kanımca Z kuşağı pasif bir konumda “eğitilmeyi” beklemiyor.

 

6. Girişimciler

Kanımca neredeyse her alanda olduğu gibi eğitimde de değişim dışarıdan tetiklenecek.

4.7 trilyon dolarlık bir pazarın girişimcilerin ilgisini çekmemesi mümkün değil.

Holon IQ’ya göre bugün dünyada 1 milyar doların üzerinde değere ulaşmış tam 19 eğitim teknolojileri girişimi var, bunların neredeyse tamamı son iki sene içinde bu değere ulaşmışlar.

Bu şirketlerin hemen tamamı dershane ve sınav hazırlığı veya yabancı dil ve yetişkinlere eğitim hizmetleri veriyor.

Yakın gelecekte bunların yanında formel eğitime alternatif sunan kurumların da gelmesini bekliyorum.

 

7. Demografi

Yıllardır “genç nüfus” söylemiyle yaşadık.

Fakat bu arada yaşlandık!

 Bugün TÜİK verilerine göre ülkenin ortanca yaşı 32.4.

Zaman içinde önce ilköğretim, sonra ortaöğretim, sonra da üniversite okuyacak genç sayısı azalacak ve halihazırdaki devasa eğitim sistemimiz küçülmeyi öğrenecek.

8. Pandemi

2 sene önceye kadar öngöremediğim bir tetikçi, eğitimdeki değişimde en büyük rolü oynuyor: COVID salgını..

Neredeyse tüm okullar salgının eğitime ve yaşama etkisini en aza indirebilmek için çevrimiçi eğitime geçtiler ya da geçmeye çalıştılar.

Tüm eğitim kurumlarının etkin çevrimiçi eğitim konusuna zaman ve kaynak ayırmaları gerek.

Gelecekte eğitim eskisi gibi olmayacak.

Harmanlanmış eğitim modeli geleceğin standardı olacak.

Kanımca bu salgın tüm dünyada çağdışı kalmış olan eğitim sisteminin evrilmesi için iyi bir fırsat.

Artık bilgi ön planda değil!

Öğrencinin kendi potansiyeline erişebilmesi için önce ona ilham verilmesi, heyecanlandırılması gerekiyor.

Eğitim artık bir bilgi yükleme süreci yerine her öğrencinin kendi tutku ve hedeflerinin keşfine olanak sağlayacak bir süreç olarak konumlandırılıyor.

Kazanımlar da bilgi birikimi değil, yetkinlikler.

Öğrencinin kendi kendine keyifle ve iştahla öğrenmeye devam edebilmesi için gereken beceriler olan merak etme ve hayal kurmayı okullarda verebiliyor muyuz?

Hangi okulumuzun bu hedefler doğrultusunda eğitim verdiğini iddia edebiliriz?

 

Bölüm 4: Eğitim Hangi Boyutlarda Değişecek?

Önümüzdeki 30 yıl içinde eğitimin 10 boyutta çeşitli ölçülerde değişmesini bekliyorum.

Tabii ki bu değişim her boyutta aynı hızda ve aynı yıkıcılıkta olmayacak; bazı boyutlarda değişim diğerlerinden daha hızlı olacak ve daha öteye gidecek.

1. İçerik yerine yetkinliklere vurgu

Üniversitelerimiz eğitime değil öğretime odaklıdırlar.

Fakat çağımızda içerik artık meta haline gelmiş ve değersizleşmiştir.

İşverenlere nasıl mezunlar istedikleri sorulduğunda içerik değil yetkinlikler öne çıkıyor.

Kanımca en acil ve en önemli değişim bu boyutta olacak. 

 Tüm paydaşlar yavaş yavaş bunun farkına varıyorlar, fakat eğitim sisteminin değişmesi talebi için ağız birliğiyle güçlü bir ses henüz oluşmadı.

Bilinçli aileler alternatif eğitim sistemlerini araştırıyorlar.

Türkiye’deki lise mezunları üniversiteye geldiklerinde ne durumdalar?

Farklı üniversitelerin tanıtım programları sırasında binlerce lise mezunuyla temasta bulunma fırsatım oldu.

Yüzlercesi, hatta binlercesi öğrencim oldu.

Bu deneyimlere dayanarak Türkiye’deki lise mezunlarının eksik olduğu alanların listesini çıkardım.

Bunlardan bazılarını aşağıda listeledim:

  • Hedef koyma
  • Zaman yönetimi
  • Planlama
  • İngilizce
  • İletişim (okuma, yazma, dinleme, konuşma) yetkinlikleri
  • Sunum teknikleri
  • Grup çalışması
  • Analiz ve sentez yetkinlikleri (ezber yerine)
  • Gerçek hayat deneyimi ve bilinci
  • Hoşgörü (fikir farklılıkları, yapıcı tartışma kapasitesi)
  • Uluslararası farkındalık (diğer ülke, başka kültür algısı-önyargı)

Üniversiteler yetkinlik geliştirme konusunda neden başarısız?

Maalesef üniversiteler yetkinlik geliştirmeyi temel işlevleri olarak değerlendirmiyorlar.

Bu tavırda bir miktar haklılık payı var, çünkü iyi kurgulanmış bir eğitim sisteminde yukarıda eksik olduğu belirtilen yetkinliklerin büyük çoğunluğunun üniversiteye gelmeden edinilmiş olması gerekiyor.

Fakat ülkemizde gerçeğin böyle olmadığının hemen her üniversite öğretim üyesi farkında.

Durum böyleyken, birçok üniversitenin yetkinlik geliştirme konusunda ciddi bir adım atmaması kanımca sorumsuzluktur.

Üniversitenin, öğrencilerin topluma yararlı birer fert haline getirilmesi sürecinde zincirin son halkası –ve öğrencilerin “son şansı” – olduğunu düşünürsek, üniversiteler topluma karşı olan görevlerini yerine getirmemektedirler.

Problemin en doğru ve kökten çözümü, 21. yüzyıl yetkinliklerinin eğitim düzeyi yüksek ülkelerde olduğu gibi K12 eğitimi sırasında geliştirilmesidir.

Hedefi öğrencileri üniversiteye ve yaşama hazırlamak olan ilk ve ortaöğretim sistemi işini yapmadığından, bireylere 21. yüzyıl yetkinliklerini kazandırma işi maalesef üniversitelere kalmaktadır.

Yakın gelecekte eğitimin her düzeyinde içerik vurgusunun azalıp yetkinlik vurgusunun artmasını bekliyorum.

 

2. Gerçek yaşama yakın eğitim

Üniversitelerin akademik uzmanlık dallarına bölünerek gerçek yaşamdan yavaş yavaş kopuyor.

Bugün basbayağı meslek eğitimi veren ve yönetici yetiştirmeyi hedefleyen işletme fakültelerinde bile terfi edebilmek için öğretim üyelerinin bilimin sınırlarını genişleten akademik yayınlar yapması bekleniyor.

 İşletme fakültelerindeki birçok öğretim üyesi hayatı boyunca bir işletmede çalışmamış.

Pratikten kopan akademisyenin yetiştirdiği öğrencilerin de pratikten kopuk olması şaşılacak bir şey değil.

Bu kopukluğu bir ölçüde düzeltmenin yolu stajlardan geçiyor.

Bence 2008 yılına kadar ülkemizin anlı şanlı üniversitelerinin işletme programında zorunlu staj olması gerektiğini düşünememiş olmaları işletme programlarındaki akademisyenlerin gerçek yaşamdan ne kadar kopuk olduklarının bir kanıtıdır.

Daha güncel bir örnek vermek gerekirse, günümüzde öğretmen olabilmek için gereken süre sadece 72 saattir!

Gerçek yaşamla ilişkiyi kuran başka bir öğe olan projeler konusunda da durum çok farklı değil.

Birçok “mesleki” programdan hiç gerçek yaşam projesi yapmadan veya sadece bir iki proje yaparak mezun olmak mümkün.

 

3. Uluslararasılaşmış eğitim

Artan öğrenci hareketliliği eğitimin dönüşümünü hızlandıracak boyutlardan birisi.

1975’te sadece 800 bin öğrenci yurtdışında eğitim alıyorken, 2017 yılında bu sayı 5 milyona çıktı ve UNESCO’nun tahminine göre 2025 yılında 8 milyona çıkacak.

Geçmişte öğrenci hareketliliğini sadece düşük gelirli ülkelerden yüksek gelirli ülkelere doğru gözlemliyorduk.

Fakat artık hareketlilik her yönde.

Tüm üniversite eğitimini başka bir ülkede alan öğrenci sayılarındaki artışlar resmin sadece bir kısmı.

Bunun yanında değişim programlarıyla eğitiminin bir kısmını yurtdışında alan öğrenci sayısı da ciddi olarak artıyor

 

4. Girişimci yetiştirme odağı

Dünyada işsizlik ciddi boyutlardadır.

Devletler küçülüyor, büyük şirketler ise aynı işi daha az kişiyle yapmanın yollarını arıyorlar.

 Türkiye’nin demografik yapısı, önümüzdeki yıllarda işsizlik oranını sabit tutabilmek için bile her yıl en az 500 bin civarında yeni iş yaratılmasını gerektirmektedir.

Üniversite katkısı ve desteği olmadan bir ülkede girişimcilik (özellikle yüksek katma değer yaratabilen tekno-girişimcilik) gelişemez.

İstihdam problemi dünyanın ortak sorunu olmakla birlikte, Türkiye gibi genç nüfuslu ve gelişmekte olan ülkelerde daha ciddi bir ekonomik ve sosyal sorun oluşturmaktadır.

İstihdam, cari açık ve orta gelir tuzağı sorunlarını çözmek istiyorsak, yeni şirketlerin kurulmasını, yani girişimciliği destekleyen politikalar geliştirmemiz gerekmekte.

 İtaate, ezbere ve çoktan seçmeli sınavlara dayalı olan eğitim sistemimiz girişimciliği hiç desteklemez, hatta körelttiğini iddia etmek mümkündür.

Girişimcilik ülkemizin ekonomik kalkınmasını sürdürülebilir kılmanın                                     en temel yoludur.

Üniversitelerin katkısı olmadan girişimcilikte sonuç almak mümkün değildir.

Üniversitelerimizin bir an önce girişimci üniversitelere doğru dönüşmeye başlaması ülkemiz için stratejik önemi olan bir konudur.

Bir “Girişimci Üniversite”nin hedefi her mezununun girişimci olması değildir.

Ülkemizdeki girişimci oranının yüzde 5 civarında olduğunu düşünürsek, mezunlarının yüzde 15’inin mezuniyetten 5-10 sene sonra girişimci olması, girişimci bir üniversite için son derece makul bir hedeftir.

 

5. Bireyselleştirilmiş programlar

Ben üniversitede çok standart bir eğitim aldım.

Dört yıl boyunca aynı üniversitede okudum ve başka bir alternatif olabileceğini düşünmedim bile.

Bugün lisans eğitimi alan öğrencilerin çok daha fazla alternatifleri var.

 Her üniversite aynı esneklikleri sunmuyor fakat birçoğunda farklı seviyelerde bu esneklikler mevcut.

Gelecekte programların üç nedenle daha fazla bireyselleştirileceğini düşünüyorum:

  • Z kuşağı standart çözümleri beğenmiyor ve daha fazla bireyselleştirme talep ediyor.

 

  • Bireyselleştirme arttıkça bir rekabet unsuru haline gelecek ve üniversiteler bu yarışta geri kalmak istemeyecekler.

 

  • Eğitimin daha etkin olabilmesi için standart programların olabildiğince esnetilmesi ve bireylerin zayıf ve güçlü yönlerini göz önüne alarak eğitim planlaması yapmasına izin verilmesi gerekli.

 

 

6. Yapay zekâ ile eğitim

Birkaç yıldır da yapay zekânın her alanı altüst edeceğinden bahsediliyor.

Kanımca yapay zekânın en etkin kullanılabileceği alanlardan birisi eğitim.

Microsoft’un Amerika’da yaptırdığı bir araştırmaya göre, öğretmenlerin neredeyse tümü yapay zekânın öneminin farkında.

Araştırmaya katılanların tamamı yapay zekânın kendi kurumlarının gelecek üç yıldaki rekabetçi pozisyonunda önemli rol oynayacağını düşünürken, yüzde 15’i yapay zekâyı tam bir “oyun değiştirici” olarak nitelemiş, yüzde 92’si ise bu teknolojiyle deneylere başladığını belirtmiş.

Ülkemizde böyle bir anket yapılsa maalesef sonuçların epey farklı çıkacağını düşünüyorum.

Umarım yapay zekânın eğitime pozitif katkı potansiyelinin farkına varır ve ona ilgi duymaya başlarız.

 

7. Uzaktan, çevrimiçi, hibrid, tersyüz, MOOC, XR

Maalesef ülkemizde birçok kişi uzaktan eğitim denildiğinde hocanın videoya kaydettiği dersin yıllarca aynı şekilde öğrencilere servis edildiği bir sistem düşünüyor.

Buna eğitim demiyoruz, olsa olsa arşivleme olur.

Çağdaş uzaktan eğitimde ise, öğrenciyi merkeze alan ve aktif öğrenmeyi destekleyen öğeler kullanılmaktadır.

Çevrimiçi eğitimde öğrenciyi olabildiğince dersin içine çekmek çok önemlidir.

Bunu yaparken tabii ki teknolojiyi kullanacağız ama teknolojiyi öne çıkarmayıp destek rolünde tutmamız gerek.

Dersi planlarken hocanın, her şeyi kendisinin anlatma tutkusunu bir kenara bırakması ve öğrencilerin kendi kendilerine keşfetmelerini sağlayacak deneyimler tasarlaması gerek.

Çevrimiçi eğitimde amaç içerik nakli değildir.

İçerik nakli dersten önce gönderilen malzemelerle yapılmalı; derste daha çok örnekler, uygulamalar ve soru-cevap üzerinde durulmalı; öğrencilerin geniş katılımı hedeflenmelidir.

Bu aktif öğrenme metoduna flipped learning deniliyor.

Umarım pandemi sürecindeki denemeler sonunda artık anlaşılmıştır ki:

  • Çevrimiçi eğitim genel kanının aksine ucuz değil; hatta daha fazla hazırlık gerektiriyor.

 

  • Hocayı devre dışı bırakmıyor: tam tersine hocayı olması gerektiği şekilde bir deneyim tasarımcısı olarak konumlandırıyor.

 

  • Yüz yüze eğitimden daha az etkin/verimli değil; hatta iyi tasarlanırsa daha etkin/verimli olabiliyor.

 

İngilizcedeki kısaltması MOOC olan Kitlesel Açık Çevrimiçi Dersler aslında eğitimde teknoloji kullanımının ilk yaygın örneklerinden biridir.

MOOC sektörünün en başarılı şirketi ise Eren Bali tarafından kurulmuş olan Udemy (isimde “you” ve “Academy” sözcükleri birleştirilmiş).

Bu platformun amacı her konuda uzman olan kişilerin öğretmen olmasını sağlayarak eğitimi olabildiğince demokratikleştirmek.

 Bireyden bireye eğitim modelini kullanan bu sisteme her isteyen ders yükleyebiliyor.

57 bin öğretmenin 65 farklı dilde 157 bin ders yüklemiş olduğu bu platformun değerlemesi ise 3 milyar doların üzerinde.

Artırılmış gerçeklik, sanal gerçeklik ve karma gerçeklik kategorilerinin tümüne birden genişletilmiş gerçeklik deniliyor.

Sınıfta yüz yüze öğretime alternatif bir öğretim ortamı olarak XR ile bireyselleştirilmiş öğrenim mümkün olacak, mesafeler anlamsızlaşacak ve öğrenciler fiziksel dünyada ziyaret edilmesi imkânsız ortamlara taşınacaklar.

 

8. Diplomalar yerine rozetler

ABD işgücü istatistikleri bürosunun 2018’de yayımlanan bir raporuna göre , eğitim seviyesi yükseldikçe gelir yükselmekte ve işsizlik oranı düşmektedir.

 Bu şaşırtıcı değil, çünkü eğitimin amacı bireyin bilgi ve becerilerini artırıp ekonomiye fayda potansiyelini yükseltmek.

Emre Kapandaş Türkiye için de benzeri bir trend olduğunu gözlemlemiş: İlkokul mezunlarının yıllık brüt geliri 18.476 TL iken, meslek lisesi mezunları için bu gelir 28.143’e, üniversite mezunları için ise 51.405’e çıkıyor.

Seviyeler farklı da olsa, hangi ülkeye bakarsak bakalım daha fazla eğitim, daha fazla bireysel kazanç getiriyor.

Eğitim politikalarının amacı da bir yandan bireylerin elde edecekleri geliri artırmak, diğer yandan ülkedeki gelir eşitsizliklerini azaltmak ve belki de en önemlisi ülkenin refah düzeyini yükseltmek.

Güngör Turan Türkiye’de 1961- 2012 dönemi reel GSHY ve yükseköğretim mezunu sayısına ilişkin zaman serilerini kullanarak uzun dönemli yükseköğretim ve ekonomik büyüme ilişkisine odaklandı.

Yaptığı istatistiki testler Türkiye’de uzun dönemde yükseköğretim ile ekonomik büyüme arasında anlamlı bir ilişki tespit edemedi.

Araştırmacılar ülkemizde ilk ve ortaöğretimin toplumsal refaha katkısı olduğunu belirtirken, yükseköğretimin katkısı konusunda tereddütteler.

Anlaşılan her kente bir üniversite açmakla refah yükselmiyor.

İşsiz üniversite mezunu sayısı 1.2 milyonu geçti ve (ülkemizde kayıtlı üniversite öğrencisi sayısının sekiz milyonun üzerinde olduğunu düşünürsek) beş yıl içinde işsiz mezun sayısının iki milyonu aşması şaşırtıcı olmaz.

 Bu noktada sorulması gereken soru şu:                                                                     Üniversite diploması kendisine atfedilen değeri hak ediyor mu?

Anne-babalarımızın sınıf atlamasını sağlayan, bizlere ise en azından iş garantisi veren diplomaların günümüzdeki değeri ve rolü ne?

Standart bir üniversite diploması artık mezunun, iş dünyasının beklentilerini karşılayabildiğini kanıtlamıyor.

Bugün bile Google, Apple, Starbucks, EY gibi birçok şirket işe alımlarda üniversite diploması şartını kaldırdı.

Zaman içinde gitgide daha fazla işveren, yeni işe başlayacaklar için üniversite diplomasını şart koşmayacak ve kendi amaçlarına uygun rozet veya sertifikalar isteyecek.

Rozeti kısaca bir yetkinlik belgesi olarak tanımlayabiliriz.

Aslında üniversite diplomasını onlarca, hatta yüzlerce rozetin bir araya gelmiş bir versiyonu gibi düşünebiliriz.

Birçok işveren de haklı olarak “toptancı” diploma yerine kendi istediği yetkinlik ve becerileri kanıtlayan minik rozetlerle ilgileniyor.

Bazı öğrencilerin geleceğinde “diploma yerine rozetler” olacak, bazılarında ise “diplomanın yanında rozetler” olacak, ama gelecekte rozetlerin önemi mutlaka artacak.

 

9. Programların parçalanması

Benim üniversite öğrenciliğim döneminde (1975-1980), yatay geçiş veya değişim programı veya başka üniversitelerden ders almak gibi şeyler pek yoktu.

Bir programa girerdiniz ve o programı en kısa zamanda bitirmeye çalışırdınız.

Aradan geçen 40 yılda çok şey değişti.

Programlar arası, hatta üniversiteler arası geçişler olağan hale geldi,  Erasmus gibi değişim programları epey popülerleşti ve artık öğrenciler farklı üniversitelerden ders alıp programlarına saydırabiliyorlar.

Öğrenciler artık aynı kampüste beş yıl okumanın alternatiflerini görmek istiyorlar.

Bir önceki bölümde sözünü ettiğimiz diplomaların önemsizleşmesi de programların parçalanması için başka bir neden oluşturacak.

Bazı öğrenciler bir programın sadece bir kısmını bitirip, buna ek olarak aldığı rozet ve sertifikalarla iş yaşamına atılacaklar.

Gelecekte giderek daha az sayıda üniversite öğrencisinin eğitimini aralıksız dört yılda aynı kurumda tamamlayıp mezun olmasını ve bir öğrencinin bir üniversitede geçireceği ortalama sürenin zaman içinde düşmesini bekliyorum.

 

10. Zamanın akışkanlaşması

Günümüzde eğitim takvimi olabildiğince katı.

Akademik dönem eylül ayında başlıyor.

Bunun nedenini anlayabilmek için, okul kurumunun ortaya çıktığı döneme geri gitmek gerek.

 Aileler çocuklarını hasat toplanmadan okula göndermek istemedikleri için okulun başlangıcı eylül, hatta bazen ekim ayına kalırdı.

Aradan çok zaman geçti, nüfusun büyük kısmı şehirlere taşındı ve tarımla yaşamını kazanan nüfus gelişmiş ülkelerde yüzde 2-4 civarına düştü ama okulları eylülde açma adeti değişmedi.

Okulun temel prensibi standardizasyondu.

Ders süreleri, ders araları, günlük ders sayısı, dönemdeki hafta sayısı hep standardize edildi.

Bu abartılı standardizasyonun sonucu olarak gençler okula aynı zamanda başladıkları gibi aynı zamanda da bitiriyorlar.

Milyonlarca öğrenci aynı anda lise sınavına veya üniversite sınavına giriyor.

Daha kötüsü, yüz binlerce öğrenci aynı dönemde mezun oluyor                                    ve iş piyasasına girmeye çalışıyor.

Halbuki iş piyasasının ihtiyacı aydan aya çok fazla değişmiyor.

 Dolayısıyla, mezunların iş bulması bazen bir, hatta iki seneyi bulabiliyor.

Tamamen MOOC, video, yapay zekâ ve XR gereçlerinin kullanıldığı bir eğitim düşünün.

 Öğrenci istediği derse istediği zaman başlayabilse, istediği hızda öğrenebilse ve kendini hazır hissettiğinde sınava girebilse…

Bu değişim boyutunu eğitimde teknoloji kullanımının gelişmesi,                                eğitimin bireyselleşmesi ve diplomaların önemsizleşmesi boyutlarıyla birlikte düşündüğünüzde, hepsi arasındaki yakın ilişki iyice netleşiyor.

Kısaca eğitimde büyük bir deprem yaklaşıyor…

 

Bölüm 5: Alternatif Eğitim Kurumları

Eğitimin önümüzdeki 50 yılda büyük bir evrim geçireceğine hiç şüphe yok.

Fakat hangi dönüştürücü güçlerin baskın çıkacağını ve değişimin en çok hangi boyutlarda olacağını kestirmek oldukça güç.

Sektörde çok fazla paydaş var ve değişim çok boyutlu.

Fakat şu anda eğitimin farklı boyutlarında farklı şeyler deneyen başarılı alternatif eğitim kurumları var ve bunlar bize gelecek hakkında önemli bir öngörü verebilirler.

Dünyada ve Türkiye’de eğitimde dönüşüme öncülük eden bazı kurumlardan kronolojik sırayla bahsedeceğiz.

 

Demokratik okullar:

En eski alternatif sistemlerden birisi olan “demokratik okul” geleneği yüzüncü yılını kutladı; İngiltere’deki Summerhill School 1921 yılında kurulmuş.

Demokratik okulların çıkış noktası, geleneksel okulun demokrasi için uygun bir eğitim sağlamadığı inancı.

Bu sistemin kurucularına göre, bir hiyerarşi içinde zorlama yoluna başvurarak yapılan eğitim ancak beyin yıkamayla sonuçlanabilir ve eğitim ancak öğrencinin isteği ve hür seçimiyle gerçekleşirse demokratik eğitim amacına ulaşabilir.

Her öğrenci kendi etkinliklerini seçer ve istediği kişilerle ilişki kurar.

Dersler vardır, fakat öğrenciler bu dersleri alıp almamakta özgürdür.

Öğrenci kendi hedefleri doğrultusunda eğitimine yön verir.

Bu okulların çoğu, geniş bir yaş aralığındaki öğrencileri kabul eder ve öğrencileri yaşlarına göre ayırmaz.

Böylece öğrenciler kendilerinden daha büyük veya küçük olan diğer öğrencilerle etkileşimde bulunarak öğrenme ve öğretme fırsatı bulurlar.

Demokratik bir okuldaki personelin görevi yönlendirmek değil, yardım etmektir.

Demokratik okullar öğrencileri test etmez, çünkü her bireyin eğitiminin benzersiz ve kişisel olduğunu ve test etme eyleminin öz motivasyon ve öz yönelimi engellediğini düşünür.

ABD’de yapılan araştırmalar okul mezunlarının yükseköğrenimlerinde ve kariyerlerinde oldukça başarılı olduklarını gösteriyor.

 

Western Governors University (1997):

Uzaktan eğitimin yeni teknolojiye uyarlanmış versiyonu olarak düşünülebilecek bu çevrimiçi üniversite, Amerika’nın Batı eyaletleri valileri birliğinin 1995’te yapılan toplantısında geleneksel üniversite eğitimine bir alternatif olarak sunulmuş ve 1997’de hayata geçirilmiş.

Geleneksel modelin sınıf ve dönem kavramlarını reddeden bu üniversite tümüyle yeterliliğe bağlı bir sistem kullanıyor.

Üniversitenin verdiği diplomalar birçok kurum tarafından akredite edilmiş.

Hem diğer üniversitelerden çok daha ucuz olduğundan hem de çalışanların istedikleri yerde ve zamanda öğrenebilmelerine fırsat sağladığı için bu üniversite genellikle ikinci kariyer peşinde olanlara hizmet ediyor.

Kanımca bu üniversitenin ilginç yanı asenkron çevrimiçi eğitim değil, yetkinlik bazlı değerlendirme sistemi.

 

Singularity University (2008):

Singularity University, teknoloji ve girişimcilik ekosisteminde iyi tanınan Ray Kurzweil ve Peter Diamandis tarafından 2008’de kâr amacı gütmeyen bir kurum olarak kuruldu.

Adında “üniversite” kelimesi olmasına rağmen, bu kurum akredite bir üniversite değil.

 Hatta üniversitenin antitezi olduğunu bile söyleyebiliriz.

Üniversite olabildiğince fazla akademik disiplini bir araya getirip çok yönlü bireyler yetiştirmeyi hedeflerken, bu kurum sadece ve sadece milyarlarca kişiyi etkileyecek üstel teknolojilerle ilgileniyor.

Bu kurumun sadece çok zamanı ve parası olan ve dünyayı değiştirmeyi hayal eden üst düzey yönetici ve şirket sahiplerine hizmet verdiği çok açık.

Bence gelecekte daha fazla Singularity University gibi çok niş alanlarda hizmet verecek kurumlar olacak ve bu kurumlar için bu “üniversite” ilginç bir iş modeli sunuyor; önce vakıflardan destek, sonra az kişiye yüksek ücretli hizmet satışı.

 

University of the People (2009):

Adından da anlaşılacağı gibi bu bir “Halk Üniversitesi.”

Kendisini bir “Eğitim Devrimi” olarak adlandıran University of the People kâr amacı gütmeyen, öğrenim ücreti olmayan, akredite bir çevrimiçi üniversite.

Hedefi küresel olarak yükseköğretime erişim sağlamak olan bu okul nitelikli lise mezunlarının, onları üniversite çalışmalarından alıkoyan finansal, coğrafi, politik ve kişisel kısıtlamaların üstesinden gelmelerine yardımcı olmak için tasarlanmış.

 University of the People büyük ölçüde gönüllü akademisyenlerin zaman desteği ve vakıfların maddi desteğiyle yaşamını sürdürüyor.

Bu üniversitenin başarısını görünce Türkiye’de bir çevrimiçi ulusal üniversitenin zamanının geldiğini düşünüyorum.

 

Minerva University (2012):

Akredite bir üniversite olan Minerva benim en beğendiğim alternatif üniversite modellerinden birisine sahip.

Minerva’yı öne çıkaran özellikler şunlar:

  • Öğrenciler geleneksel birinci sınıf dersleri yerine dört temel ders alırlar.

 

Bu dersler her öğrenci için ortak bir temel olan dört temel yetkinliğin (eleştirel düşünme, yaratıcı düşünme, etkili iletişim kurma ve etkili etkileşim) altında yatan zihinsel alışkanlıkları ve temel kavramları geliştirmeye odaklanır.

 

 Özetle ilk yıl yetkinlik geliştirme ve yükseköğrenime hazırlanma yılıdır.

 

  • Üniversitede tersyüz eğitim modeli kullanılır.

 

Sınıflar, ders saati dışında tamamlanan ödevlerden öğrenilen konular üzerinde tartışmaya, münazaraya ve işbirliği içinde çalışmaya ayrılmıştır.

 

  • Geldik en yenilikçi özelliğe: Tüm dersler senkron çevrimiçi.

 

Öğrenciler eğitimlerini yedi farklı şehirde alıyorlar.

 

 İlk yıl San Fransisco’da.

 

Sonra her dönem farklı bir şehirdeler: Londra, Berlin, Buenos Aires, Haydarabad, Seul, Taipei.

 

Üniversite bu şehirlerde sadece yurt binalarına sahip.

 

Öğrenciler derslerine yurtlardan bağlanıyorlar.

 

 

Ecole 42 (2013):

Ecole 42, Paris’te Fransız seri girişimci ve milyarder Xavier Niel tarafından açılan özel bir kodlama okulu.

Bu okula girmek birçok üniversiteye girmekten daha zor ve okul bir diploma vermiyor fakat neredeyse tüm öğrenciler mezun olmadan iş buluyorlar.

Kurucu Niel “toplumdan kazandığını topluma geri verme” projesiyle iki sorunu çözmeye çalışmış: Fransa’da kodlama yeteneğinin eksik olması ve ülkedeki fırsat eşitsizliği (yani elit üniversitelere giremeyen yoksul çocukların en iyi iş fırsatlarından mahrum bırakılması).

 

CODE University (2017):

CODE University Almanya’da “Uygulamalı Bilimler Üniversitesi” olarak devlet tarafından tanınan özel bir üniversite. 2017 yılında Berlin’de bir girişimci, yazılımcı ve yatırımcı olan Bachem ve Alman internet girişimcilik ekosisteminin Bachem’i destekleyen 24 üyesi tarafından kuruldu.

CODE’un öğrenmeye yaklaşımı yetkinlik odaklı, özyönlendirmeli ve probleme  dayalı olarak tanımlanabilir.

 

Lambda School (2017):

Bu özelliklere baktığımızda ülkemizdeki sistemin alması gereken yolun ne kadar uzun olduğunu net bir şekilde görebiliyoruz!

Ülkemizden iki örnek

Ülkemizde yukarıdaki “alternatif” tanımına uyan eğitim kurumlarının sayısı az, olanlar ise çok yeni ve henüz yaygın değiller.

Burada iki kurumdan detaylı olarak bahsedeceğim:                                                      Başka Bir Okul Mümkün ve Yetkin Gençler.

 

Başka Bir Okul Mümkün:

Başka Bir Okul Mümkün inisiyatifi, bir grup ebeveynin çocuklarını gönderecek farklı bir ilkokul arayışıyla 2009 yılında doğdu.

 Hedefleri katılımcı ve barışçıl bir öğrenme topluluğu kurmaktı.

Bu hedefe ulaşabilmek için zaman içinde iletişim, işbölümü, karar alma ve anlaşmazlık alanlarında birtakım mekanizmalar geliştirdiler (şiddetsiz iletişim, içermeci karar alma, sosyokrasi ve onarıcı adalet vb.

Eğitimler sponsor destekli ve ücretsiz.

BBOM yukarıda sözünü ettiğim demokratik okulun Türkiye’ye uyarlanmış versiyonu.

 BBOM idealist bir kurum ve Türkiye’deki geleneksel eğitim sisteminin epey ötesinde.

BBOM zorlu bir kuruluş döneminden geçmiş ve rüştünü ispatlamış bir kurum.

Ülkenin BBOM deneyiminden yararlanması gerektiğini düşünüyorum.

 

Yetkin Gençler:

Yetkin Gençler programı benim kurgulayıp altı yıldır katılımcılara ücretsiz olarak ulaştırdığım 12 haftalık bir yaşam ve iş becerileri farkındalık eğitimi.

 Bu eğitimde takım çalışması, aktif dinleme ve şiddetsiz iletişim gibi ince becerilerin yanında, sosyal medya, algoritma tasarlama ve                                              Excel ile modelleme gibi teknik beceriler de verilmekte, öğrencilerin

 21. yüzyıl temalarına dair okuryazarlıkları (bilgi, teknoloji, finansal, ekonomi, sosyal inovasyon) geliştirilmekte, kişisel gelişim temalarına (bilinçli farkındalık, stres yönetimi, sağlıklı yaşam) da dokunulmakta.

Eğitimin bağlayıcı temaları ise teknoloji, girişimcilik ve Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri. Program, zaman içinde hem Mehmet Zorlu Vakfı’nın hem de MEF Üniversitesi’nin destekleriyle büyüdü.

2021 yılında Yetkin Gençler Eğitim Kooperatifi kuruldu.

2021’in son dönemine 81 ilden 2.000 öğrenci ve 120 kişilik bir asistan/mentor grubuyla başladık.

YetGen eğitiminde geleneksel “kürsüden nakil” yöntemi yerine öğrenciyi odak noktası olarak kabul eden aktif öğrenme teknikleri kullanılır.

Derslerin bazıları atölye havasında ilerlerken, bazıları ise konuk konuşmacıların (dönemde toplam 40 civarında) da katılımıyla etkileşimli bir TedX etkinliğini andırır.

Özetle, bir 21. yüzyıl yetkinlikleri farkındalık kampı kurguladık fakat ortaya hayallerimizden de ötede bir “insan hızlandırıcısı” çıktı.

Teknik/teknoloji eğitimi ile sosyal/duygusal eğitimi birlikte verebildik.

Takımımız çevik ve tutkulu, sosyal ve çevre bilinci yüksek, ayrımcılığa izin vermiyor, iyi teknoloji kullanıyor, öğrenme ve gelişme odaklı, meraklı ve hayal kurmaya hevesli, sivil toplum ve sosyal inovasyon amaçlı.

Hedefimiz geleneksel eğitimin altüst edilmesine katkıda bulunmak.

 21. yüzyılda rekabet edebilecek insan kaynağının yetiştirilmesini memleket meselesi olarak görüyoruz.

Yetkin Gençler programı bir üniversite tamamlayıcısı olarak kurgulandı, fakat işe girişte aranan sertifikalar vererek orta vadede bazı gençler için bir üniversite alternatifi bile olabilir.

Hedeflerimizden birisi eğitime farklı bir finansman modeli getirmek.

 Şirket sponsorluklarının yanı sıra, bir gelir paylaşımı modeli üzerinde de çalışıyoruz.

 Erişilebilirlik ve sosyal adalete inandığımızdan, eğitimin maliyetinin katılımcıların bu kooperatifin verdiği eğitimlere ulaşmasını engellememesini istiyoruz.

 

Bölüm 6: Üniversitelerimiz

Üniversitelerimiz neden toplumun ihtiyaçlarına cevap veremiyorlar,                               neden iş dünyasının istediği mezunları yetiştiremiyorlar,                                                  neden yeni girişimler çıkaramıyorlar, neden dünya sıralamalarına girebilecek seviyede araştırma üretemiyorlar?

 

Liyakat

İdeal üniversitede her pozisyonda en başarılı olacağı düşünülen kişiler görevlendirilir.

 Üniversitenin küresel başarı tanımı da nettir ve tartışma götürmez.

Hem yönetici hem de öğretim üyesi atamalarında liyakat esas olmalıdır.

Atamalar için kriter kimlerden olduğunuz ve kime hizmet edeceğiniz olmuştur.

Prof. Dr. Engin Karadağ, Türkiye’deki rektörlerin akademik çıktılarını incelediği makalesinde tam 68 rektörün Web of Science veri tabanına kayıtlı hiçbir makalesinin olmadığını belirtti.

Kanımca bu bir skandaldır: Ülkemizdeki üniversitelerin üçte birini, ülkemizde ve dünyada saygın üniversitelerde öğretim üyesi olarak bile atanamayacak seviyedeki kişiler yönetiyorlar.

Anlaşılan rektörlerin atanmasında liyakat kriteri kullanılmamış.

Rektörlük pozisyonu siyasi bir pozisyon değildir.

Amaç bilgi üretimi ise işi ehline teslim etmek gerekir.

 

Özgürlükler

Bilimsel araştırmanın temelinde akademik özgürlük vardır.

Akademik özgürlüklerin kısıtlandığı bir ortamda üniversite toplumun sosyal, ekonomik ve teknolojik sorunlarına çözüm üretemez ve yüzeysel konularla ilgilenen bir meslek edinme kurumuna dönüşür. 

21. yüzyılda başarı için gereken yaratıcılık, inovasyon ve eleştirel düşünme becerileri akademik özgürlüklerin baskılandığı ortamlarda gelişemez ve gelecekte ülkeyi yönetmesini beklediğimiz gençler üniversiteden eksikli olarak mezun olurlar.

Akademik özgürlük olmadan üniversiteler ne profesyonel ne araştırmacı ne de girişimci yetiştiremez ve topluma karşı görevlerini yerine getiremezler.

 

Otonomi

Üniversitenin otonomisi üç boyutta tanımlanır:                                                                       İdari otonomi, finansal otonomi ve akademik otonomi.

Maalesef bugün Türkiye’deki üniversitelerin hiçbir boyutta otonom olduğunu iddia etmek mümkün değil.

İdari otonomiye bakacak olursak, rektörler paydaşlara danışılmadan doğrudan Cumhurbaşkanlığı tarafından atanıyor.

 Paydaşlar arasında merkezi yönetimin yanında öğrenciler, öğretim üyeleri, mezunlar, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimler bulunuyor, fakat bu paydaşların rektör atanmasında söz hakkı yok.

Finansal otonomiye gelecek olursak, üniversiteler bütçelerinde kalemler arasında aktarma yapma yetkisine sahip değil.

Sene içinde ortaya çıkacak ihtiyaçlar veya kurdaki oynamalar büyük bir sorun yaratıyor.

 Finansal otonomisi daha yüksek olan vakıf üniversitelerine bile birçok kısıt getirilmiş.

Akademik otonomi belki de en sorunlu taraf Üniversitenin, bırakın fakülte açmayı, program açma ve kontenjan belirleme yetkisi bile yok.

Programın adını belirlerken bile kılavuzdaki isimlerden birini seçmek zorundasınız.

Merkezi sistem nedeniyle üniversite tabii ki kendi öğrencisini seçemiyor.

 Bunun yanında birçok programda son derece tartışmalı olan baraj uygulamaları var.

Çıktı kontrolü yerine girdi kontrolü yapmaya alışmış ülkemizde bu pek yadırganmıyor ama barajlar aslında eğitim verme ve alma özgürlüğüne getirilen bir kısıt.

 

Finansman

YÖK’ün 2020 Üniversite İzleme ve Değerlendirme Genel Raporu’nda tüm üniversitelerle ilgili detaylı bilgiler mevcut.

Bu rapor, yükseköğretim sistemimizin en büyük sorunlarından birini                                    net bir biçimde ortaya koymuş:

Kaynak yetersiz.

Bu raporda dikkat çeken diğer konular şöyle:

  • Üniversiteler büyük ölçüde merkezi bütçeye bağımlı.

 

Merkezi bütçe dışı gelirlerin bütçeye oranı sadece yüzde 7.5.

 

  • Hastanesi olan 42 üniversiteden 34 tanesinin hastanesi zarar ediyor.

 

Bu ciddi sorun üniversiteleri merkezi bütçeye daha bağımlı hale getiriyor.

 

  • Ar-Ge harcamaları bütçenin yüzde 4’ünü oluşturuyor.

 

20 üniversite hiç Ar-Ge harcaması yapmamış!

 

  • Bütçesinin yüzde 1’inden fazlasını yayın alımına harcayan üniversite sayısı sadece 21.

 

Öğrenci başına yapılan cari harcamalar hem düşük hem de büyük farklılıklar gösteriyor.

En çok harcayan üniversite öğrenci başına 97 bin TL harcarken, en az harcayanlar 3 bin TL harcıyorlar.

 

Akademisyenler

Üniversiteyi üniversite yapan büyük ölçüde akademisyenlerdir.

Bu alanda da ciddi sorunlarımız bulunuyor.

2019 YÖK raporuna göre ülkemizde örgün öğretimdeki öğrenci sayısı 3.887.682.

Öğretim üyesi sayısı ise 76.545.

Dolayisiyla öğrenci-öğretim üyesi oranı 50.8.

Öğretim görevlilerini de dahil ettiğimizde ise öğrenci-öğretim elemanı oranı 34.7 oluyor.

 US News & World Report’a göre, ABD’deki ortalama oran 16. Avrupa’da da yükseköğretimde benzer oranlar görülüyor.

Yani öğretim üyesi sayımız çok yetersiz.

 

Araştırma

Akademisyenlerimiz iki ana işinden birisi olan araştırma üretme konusunda oldukça başarısızlar.

YÖK’ün 2020 Üniversite İzleme ve Değerlendirme Genel Raporu’na göre öğretim elemanı başına uluslararası endekslere giren dergilerde sadece 0.314 yayın (yani üç kişi başına bir yayın) yapılmış.

Akademisyenlerimizin araştırma çıktılarındaki zayıflık, büyük ölçüde araştırmaya dayanan dünya üniversite sıralamalarında da kendini gösteriyor. 

2016 yılında Times Higher Education’ın (THE) dünya üniversiteleri sıralamalarını değerlendirdikten sonra şöyle yazmıştım: “Görünen o ki, 2016’dan sonra üniversitelerimiz THE dünya üniversiteleri sıralamasında yukarılara tırmanmakta zorlanacaklar ve belki de sadece yöresel sıralamalarda veya genç üniversite sıralamalarında kendilerine üst sıralarda yer bulabilecekler.”

Maalesef böyle oldu ve son sıralamada ise bırakın ilk 200’ü, ilk 400’e giren üniversitemiz bile yok.

 

Öğrenci Memnuniyeti

Eğitimde önemli olan bir faktör de öğrenci memnuniyeti. Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması Akdeniz Üniversitesi’nden Prof. Dr. Engin Karadağ ile Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Cemil Yücel’in kurduğu Üniversite Araştırmaları Laboratuvarı tarafından 2016’dan beri yapılıyor.

2019 araştırması için 123 devlet ve 65 vakıf olmak üzere 188 üniversitede öğrenim gören 35.715 öğrenciyle anket yapılmış ve üniversitelerdeki öğrenci memnuniyeti altı kriter le değerlendirilmiş:                                                                               

1) Öğrenim deneyiminin tatminkârlığı                                                                                      

2) Yerleşke ve buradaki yaşamın doyuruculuğu                                                                        

3) Akademik destek ve ilgi                                                                                                       

4) Kurumun yönetim ve işleyişinden memnuniyet                                                                     

5) Öğrenme imkân ve kaynaklarının zenginliği ve                                                                  

6) Kişisel gelişim ve kariyer desteği.

Üniversitelerde kullanılan harf notu sistemiyle yapılan değerlendirmede ortalama memnuniyet notu geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yıl da sadece D.

188 üniversiteden sadece 14’ü A+ ve 17’si A alabilmiş; yani öğrencilerin beklentilerini üst düzeyde karşılamış.

Öte yandan, üniversitelerin neredeyse üçte biri (42 devlet ile 16 vakıf üniversitesi) FF seviyesinde, yani sınıfta kalmış.

 

Kontenjanlar

Ülkemizde yükseköğretime ulaşım son yıllarda epey kolaylaştı.

Son 30 yılda kapasite 20 misline çıktı, fakat kalite bu artışa ayak uyduramadı.

Sadece 2006-2010 arasında tam 80 yeni üniversite açıldı.

Üniversitelerin lisans kontenjanları her yıl artarken, talep son yıllarda bariz bir şekilde azalmaya başladı.

Amacın üniversiteye alınan öğrenci sayısını en yukarıya çıkarmak değil, girenlere kaliteli eğitim verip onları geleceğe hazırlamak olduğunu göz önünde tutarak sistemin revize edilmesi gereklidir.

Dünyadaki değişimlerin dikkatlice değerlendirilip üniversitelerdeki programların gençlerimizi ve ülkeyi geleceğe hazırlayacak şekilde yeniden yapılandırılması gereklidir. 

30 sene öncesinin programlarıyla 30 sene sonrasını kurgulayamayız.

21. yüzyılda eğitimin amacının öğrencilere içerik yüklemek değil, onların beceri ve yetkinliklerini besleyip hızla değişen dünyaya adaptasyona hazırlamak olduğunu içselleştirmek gereklidir.

 

 

2004 yılında 100 binin altında olan işsiz üniversite mezunu sayısı günümüzde maalesef 1 milyonu çoktan aşmış bulunuyor.

Şu anda üniversite sisteminde bulunan 8 milyon civarında öğrencinin önemli bir kısmı önümüzdeki beş yıl içinde mezun olacak.

2025 yılında işsiz üniversite mezunu sayısı rahatlıkla 2 milyonu aşabilir.

Geleceğimiz olan gençliğin işsiz kalıp mutsuz ve umutsuz olması,                                          ülke için ciddi bir sosyal sorun.

İşsiz üniversite mezunu sayısındaki hızlı artışın bence dört nedeni var.

1.   Ekonomimiz istihdam yaratamıyor.

 

2.   Üniversite kontenjanları doğru planlanmıyor.

 

3.   Üniversiteler iş dünyasının ihtiyaçlarını dikkate almıyor.

 

4.   Öğrenciler bilinçsiz.

 

 

 

Bölüm 7: Kim Ne Yapmalı?

Eğitimin evrilebilmesi için herkese önemli görevler düşüyor.

Hatta evrim için önce devrim gerek diyebilirim.

Türkiye’deki yükseköğretim sistemine evrilebilme kapasitesi kazandırabilmemiz için lisans kontenjanlarını ve hatta üniversite sayısını ciddi olarak azaltmak, üniversitelerin araştırma ve eğitim üniversitesi olarak uzmanlaşmasına izin vermek, yöneticileri sadece liyakate bakarak atamak, akademik özgürlüklere saygı göstermek, üniversitelere otonomi vermek, liyakat bazlı atanmamış olan veya üniversiteye katkı sunamayan, yabancı dil bilmeyen ve kendini yenileyemeyen akademisyenler ile yolları ayırmak, tüm akademisyenlerin İngilizce ve teknoloji okuryazarlıklarını geliştirmek ve toplam finansmanı artırmak gereklidir.

Sistem öylesine büyük, öylesine uyuşuk ve öylesine kendini beğenmiş ki, değişime tüm gücüyle karşı koyacaktır.

Sistemin gitgide çağdışı kalmasına toplum tepki vermeye başladığı zaman  kozmetik bazı değişikliklerle sistem ömrünü uzatmaya çalışacaktır.

Sistemden samimi bir değişim çabası beklemiyorum.

 

Vizyoner yöneticiler:

Sistemden pek ümidim yok ama şüphesiz hem devlet hem de vakıf üniversitelerindeki bazı vizyoner yöneticiler eğitimdeki değişimi biraz kaygı, biraz da umutla izliyorlar.

Tahminim farklı kurumlarda önce birbirinden bağımsız, sonra da belki birbirlerini taklit ederek olması gereken geleceğe bizi götürecek adımlar atılacak.

 

Vizyoner öğretmenler:

Sistemin kendini yenileme ve değiştirme kapasitesinin olmaması,                               bireysel öğretmenlerin işlerini daha iyi yapabilmek için farklı şeyler denemelerinin önünde engel değil.

Ümitsizliğe kapılmamalı ve mesleğimizi kendimizle gurur duyabileceğimiz bir biçimde hayata geçirmeyi denemeliyiz.

 

Özel sektör:

Özel sektörün eğitimin çıktılarından memnun olmadığını biliyorum.

Peki bu durumda özel sektör şikâyet etmenin dışında ne yapabilir?

Elindeki tüm olanakları kullanarak eğitimin ülkenin bir numaralı konusu olduğunu vurgulayabilir, eğitimi seçim gündemine sokmaya çalışabilir ve gelecekteki iktidarlardan siyaset üstü ve küresel hedefler doğrultusunda hizmet veren bir eğitim sistemi talep edebilir.

 

Veliler ve öğrenciler:

Anne babalara uyarım şudur:                                                                                     Amacımız çocuklarımızı sınavlara değil yaşama hazırlamak olmalı.

Nedeni çok basit: Sınavların onlara açacağı kapılar, ne yazık ki köhnemiş eğitim sisteminin yaşama hazırlamayan okulların kapıları!

Bu kapıların açılması gençler için hiç de iyi olmayabilir.

Çok daha farklı yollarla gençler yaşama daha iyi hazırlanma fırsatı bulabilirler.

Zamanın gerisinde kalmış lise ve üniversite sisteminden çok şey beklemeyin, eğitim ve gelişiminizin inisiyatifini kendi elinize alın.

Bugünkü haliyle üniversite ne yeterli ne de gerekli.

Öte yandan elinizin altındaki kaynaklarla istediğiniz bireyselleştirilmiş bir lise ve üniversite eğitimini kurgulayabilmeniz, geçmişte hiç olmadığı kadar mümkün.

İlk günden itibaren size sunulan mönüyle yetinmeyi kendi eğitim planınızı yapmanız gerekiyor.

Bu yönde size destek olacak birçok kaynak var ve bu kaynakların zamanla hızla artmasını bekliyorum

 

Okul öncesi dönem:

Okul öncesi dönemde bebeğinizin bilişsel gelişimi için yapabileceğiniz en iyi şey ona bol bol kitap okumaktır.

Bebeğinizin hikâyeyi anlayıp anlamadığı önemli değil.

Olabildiğince çok ses ve kelime duyması önemli.

Bebeklere okuma özellikle ilk üç yıl için önemli, çünkü, okuma bebeklere iletişim öğretiyor, bilişsel gelişimlerini destekliyor, sayı, harf, renk ve şekillere eğlenceli bir giriş sağlıyor, dinleme, hafıza ve kelime becerilerini geliştiriyor ve etraflarındaki dünya hakkında bilgi veriyor.

Okuma yanında anaokulu öncesi dönemde çocuğunuz için neler yapabilirsiniz?

  • Bağımsızlığı Teşvik Etmek

 

  • İşbirliğini teşvik edin

 

  • Etkili disiplin

 

Anaokulu:

Anaokulu, çocuğun formel eğitiminin belki de en önemli parçası.

Mutlaka çocuğunuzu anaokuluna göndermelisiniz.

Anaokulu, çocuklara tüm gelişim alanlarında başarılı olmaları için yaşam becerileri ve fırsatları sağlayarak eğitim yolculukları için güçlü bir temel oluşturur.

Anaokulu, çocukların oyun ve etkileşim yoluyla büyümeleri ve gelişmeleri için deneyimler sağlar.

 Anaokulu, çocuğunuza okul hayatı boyunca kullanacağı temel sosyal, duygusal, problem çözme ve çalışma becerilerini öğrenme ve uygulama fırsatı sunar.

Benlik saygısının gelişimi ve birlikte çalışma becerilerinin gelişimi anaokulunun önemli hedeflerinden biridir.

 

İlkokul:

Bana sıkça sorulan sorulardan birisi çocuğumuzu hangi ilkokula verelim sorusudur.

Cevabım çok net: Evinize en yakın olana.

Çocuğun hangi okula gittiği önemli değil.

Çocuk zorunlu eğitim sisteminin dışına çıkabileceği ana kadar en zahmetsiz formel eğitim çözümleri tercih edilmeli.

Fakat yeni bir dil öğrenmenin ideal yaşının 10 civarı olduğunu düşünürsek, ilkokul bitmeden çocuğun İngilizce öğrenmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

 

Ortaokul:

Ortaokul bitmeden edinilmesi gereken diğer beceri bence bir kodlama dili.

 İlkokul gibi ortaokulda da evinize en yakın okulu öneriyorum.

 

Lise:

Ortaokul biter bitmez artık hürsünüz, çünkü açık liseye kayıt yaptırabilirsiniz.

Açık lisenin müfredatı diğerlerine kıyasla oldukça hafif.

Ailelilerin diğer bir katkısı da her fırsatta gençlerin esin dostun yanında bile olsa çalışarak iş dünyasına yumuşak bir giriş yapması olur.

Üniversite:

Şimdi sizlere yerleşmiş olduğunuz programın tüm ülkede vereceği mezunların arasında nasıl en önlere çıkabileceğinizi anlatacağım.

1.   Altın Kural: Her şeyi üniversitenizden beklemeyin.

Eğitiminiz sizin sorumluluğunuz.

 İnisiyatif almalısınız.

2. Sadece dersler yeterli değil ama derslere girmelisiniz.

3. Hangi programa yerleştirilmiş olursanız olun, o programın standart müfredatıyla yetinmeyin.

 İlgi alanlarınızda seçmeli dersler alın.

4. Son yılların eğilimi “yakınsama”.

 Tüm bilim dalları arasında işbirlikleri ve geçişkenlikler görülüyor.

Mühendisin psikolojiden anlaması makbul olduğu kadar, sosyoloğun da veri analizinden anlaması makbul.

“Geleceğin alanları” çok disiplinli.

5.   Üniversite müfredatı neredeyse tümüyle içerik odaklı.

 Mezun olabilmek için bu içeriğe hâkim olmak gerekli, fakat başarılı bir kariyer ve mutlu bir yaşam için bu müfredat (içerik bilgisi) kesinlikle yeterli değil.

Dolayısıyla, üniversitede geçireceğiniz zaman boyunca beceri ve yetkinliklerinizi geliştirme konusunda size büyük bir görev düşmekte.

Yetkinlikleri ancak pratikle geliştirebileceğinizden; öğrenci kulüpleri, spor takımları ve okulda düzenleyeceğiniz etkinlikler çok değerli olacak.

6.   Üniversitenizin eğitim dili ne olursa olsun İngilizceyi çok iyi öğrenmeniz gerekiyor.

Eğer Türkçe eğitim veren bir okulda iseniz, bu iş size düşüyor.

7.   Hangi programda olursanız olun mutlaka kodlama öğrenmeniz gerekiyor.

Gelecekteki mesleklerin ne olacağını bilmiyoruz ama teknolojinin, büyük verinin, yapay zekânın tüm mesleklerin içinde olacağını biliyoruz.

8.   Üniversite eğitiminiz boyunca her fırsatta çalışmanız gerekli.

Birçok programın formel bir stajı vardır ama bununla yetinmeyin.

9.   Anlamlı bir yurtdışı deneyimi için şartları zorlayın.

Yurtdışında geçirilecek iki ay hem ufkunuzu genişletecek hem de size gelecekte farklı kapılar açabilecektir.

10. Mutlaka en az iki öğrenci kulübüne üye olun ve bir takım sporu yapın.

11. Üniversite mezunundan sadece seçmiş olduğu alanda belirli bir uzmanlık sahibi olması değil, kültürlü olması da beklenir.

Hangi alanlarda kendinizi geliştireceğinize kendiniz karar verin ama sanat, spor, müzik alanlarını kesinlikle boş bırakmayın.

12. Her fırsatta hem seçmiş olduğunuz alanla hem de ilgi alanlarınızla ilgili konferanslara ve atölyelere katılın; ilgilendiğiniz dergileri, web sitelerini takip edin.

13. Bir kariyer alternatifi olarak girişimciliği de düşünün.

14. Gelecekte başarılı bir kariyer için inisiyatif almanın, yaratıcılığın ve tutkunun önemli olacağını bilin.

15. Eğitiminiz sırasında önünüze çıkabilecek iyi fırsatları (örneğin yarı zamanlı çalışma, yeni bir girişimde yer alma, yurtdışı deneyimi, yeni bir alanda hızlı veya yoğun öğrenme) kovalayabilmek için eğitiminizi uzatmaktan kaçınmayın.

Bunları yaparsanız, emin olun hangi üniversitenin hangi programından mezun olduğunuz önemsizleşecek.

 Kendinizi daha iyi tanıyacaksınız, işe yaramanın tadını almış olacaksınız, farklı dünyaları deneyimlemiş olacaksınız ve en önemlisi kendi kendinizi yönetmeyi öğrenmiş olacaksınız.

Mezun olduğunuzda iş arama süreciniz kolaylaşacak ve “aranan” mezun olacaksınız.

Amacınız fark yaratmak, anlam yaratmak ve başkalarının refahını olumlu yönde etkilemek olursa, sevdiğiniz işi iyi yaparsanız hem ekonomik başarı hem de mutluluk sizin olacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  SANAT EĞİTİMİ Sanatın Tanımı Günümüzü algılayıp anlamak, günümüze kadar geçmişte olup bitenleri ve yapılanları öğrenmek, bilmekle g...