20 Ocak 2023 Cuma

 Kalpsiz Bir Dünyanın Kalbi - Televizyon

 

 

Gündelik  yaşam  küreselleşme  süreci  ile  birlikte  dönüşüm  geçirdi,  tüm  dünyada  neo-liberal politikaların  zorla  ya  da  rızayla  uygulamaya  başlanması  ve  1980’lerde  tüm  dünyada yaşanan ekonomik  dönüşümle  birlikte  siyasal ve  kültürel  dönüşümün de  yaşanmasını  beraberinde  getirdi.

 

Gündelik  yaşam,  toplumsal  kültürün  yaşam  alanı  olduğu  için  de  yeni  dönemin  tüm  etkilerini görmek açısından önemli bir çalışma alanı sunmaktadır.

 

Kapitalizmin yeni biçiminde temel mantık bağlamında  ideolojik  olarak  bir  değişim  olmamıştır,  sömürü  ilişkileri  acımazsızlaşarak  devam etmektedir, ancak  yeni  üretim,  savaş  ve  iletişim  teknolojilerinin  yaratılmasıyla  birlikte  toplumsal ilişkilerde  önemli  bir  değişim  yaşanmıştır.

 

 İletişim  yeni  teknolojilerin  sağladığı  demokratikleşme olanaklarına  rağmen daha  da  baskıcı,  anti-demokratik  bir  biçim  kazanmıştır.

 

 İletişim  alanı toplumsal  bilinçyapısının  belirlenmesi  ve  denetimi  için  kullanılmış  ve  iletişimin  kendisi  de özgürleştiren  değil  iktidarı  tüm  toplumsal  alanlara  yayarak  iyice  tutsaklaştıran  bir  nitelik kazanmıştır. 

 

Toplumsal  yaşam  alanlarında  polisin  hakimiyeti  arttırılmış,  iktidarın  gözünün  tüm toplumsal  alanları  denetim  altına  alması  sağlanmıştır. 

 

Sınıf  hareketinin  ve  muhalif  toplumsal hareketlerin  ezilmesi,  muhalif  düşüncenin  marjinalleştirilmesi  ile  birlikte  toplumsal  özgürlükler iktidar  tarafından  gaspedilmiştir.

 

 Toplum  iktidara  “gönüllü  kulluk”  yapmaktan  zevk  alır  hale

getirilmiş, sado-mazoist bu ilişki biçimi olağanlaşmıştır.

 

Kültür  endüstrisinin  ürettiği  “kitle  kültürü”  toplumsal  düşünüşü  yok  etmekte,  tek  amaç  haz üretimi  için  gündelik  yaşamın  gerçekliğinin  unutturulmasını  amaçlamaktadır,  televizyon  bu anlamda  halen  en  etkili  medya  olma  niteliğini  korumaktadır. 

 

Televizyon  programlarının,  diğer kültürel ürünler  gibi,  temel işlevi  iş zamanı  dışındaki  zamanı doldurmak  ve insanların  kendilerini tüketen  yaşamı  tüketerek  unutmalarını  sağlamaya  sevk  etmektir.

 

 Kitleler  medya  aracılığı  ile kendilerini var edebilmekte, yaşama dair tek kaygı haz üzerinden tanımlanmaktadır.

 

Yoksullar için tüketim  olanakları  kısıtlı  olduğu  için  onlar  sadece  tüketenleri  izleyerek  mastürbatif  bir  haz yaşayabilmekte,  isyan  etmek  yerine  sistem-içi  ya  da  dışı  kumar  ya  da  yasadışı  yollarla zenginleşmek  ve  daha  fazla  hazza  sahip  olabilmek  yani  tüketebilmek  istemektedir. 

 

Var  olmak tüketmekle  çakışmıştır  ve  medya,  özellikle  de  televizyon,  bu  sürecin  süreğen  olarak  yeniden üretimini  garantiler. 

 

Kültürel  üretimlerde  bu  anlamda  artık  temel  olarak  tüketim  üzerinden belirlenmekte,  toplumsal  varoluşa  dair  sorunlardan  uzaklaştığı  için  kitlelere  yabancı  ve  sınıfsal belirlenmişlikten  arındırılmış  ancak ideolojik  anlamda  her  zaman  için  egemen  iktidar  tarafından farklı  biçim  ve  düzeylerde  yüklemlenmiş, yüzer-gezer  tüketim  nesneleri  günümüzün  “kitsch” öğeleri olarak tanımlanabilir.

 

 “Kitsch” artık toplumsal akılsızlaşma anlamında kitle iletişim araçları ile  birlikte  tüm  toplumsal  iletişim  süreçlerine  nüfuz  etmiş  ve  genelleştiği  için  görünmez  hale gelmiştir. 

 

Televizyonun  kitlesel  anlamda  yaydığı  ve  yeniden  ürettiği  kültürde  “kitsch”dir.

 

Televizyon  toplumsal  yapıya  olan  etkisini  çözümleyebilmek  için  bu  bağlamda  “kitsch”leşen toplumsal kültürün incelenmesi gereklidir.

 

Toplumsal Kültürün Yapısal Dönüşümü

Kültürel  anlamda  geçmişte  ortaya  konulan  seçkin kültür,  halk  kültürü,  popüler  kültür ve  kitle kültürü  tartışmaları  halen  devam  etmektedir. 

 

Ancak,  küreselleşme  ile  birlikte  kültürel  alanda yaşanan  yapısal  dönüşüm  ile  birlikte  tüm  kültürel  alan  benzeşmekte  ve  kitle  kültürü tüm  diğer kültürel  alanları  sömürgeleştirerek  hızla  benzeştirmektedir.

 

Yönetici  sınıfların  kendi  varoluşlarını anlamlı kılmak için ürettikleri seçkin kültürde giderek marjinalleşmekte ve geri çekilmektedir, yeni dünyanın  zenginleri  de  ezilenlerle  benzer  bir  kültürel  ortam  içerisinde yaşamaktadır. 

 

Medyanın yarattığı  kültürel  ortam  ideolojik  anlamda  sınıfsal  çatışmaları  uzlaştıran  ve  tüm  sınıfların ortaklaşabildiği  bir  kültür ve  bu  kültürün  hem  tüketildiği hem  de  yeniden  üretildiği  bir kültürel ortam  taratır,  bu  kültür  aslında  eğlence  üzerinden  yeniden-üretilen  tüketim  kültürüdür, ezenlerle ezilenler  Roma  İmparatorluğu  dönemindeki  gösterilerde  olduğu  gibi  eşitsizliği  yeniden-üreten kültürel  ortamda  bir  arada  eğlenmektedir,  ezilenler  kendilerini  yok eden  sistemden  mazoşist  bir biçimde  zevk  almakta,  kültürel  anlamda  ise  yoksullaşmaktadır  ve  isyan  etmekten uzaklaşmaktadırlar, ezenler  ise gösterişçi  tüketimleriyle  kendilerini  ifade  edecek  bir  alan  bulmuş olmaktadır. 

 

Sınıfsal  anlamda  kendi  için  sınıf  olmayı  başaramayan  ezilen  sınıflar  üzerindeki tahakkümün  yaratılması  ve  sürdürülmesinde  medya  ve  medyanın  yarattığı  kültür  iktidarlar  için vazgeçilmez hale gelmiştir; kültürel benzeşme sınıfsal çatışmaların üstünün örtülmesinde önemli bir işlevi  yerine  getirmektedir,  tüm  toplumsal  sınıflar  benzer  kültürel  paylaşımlar  bağlamında buluşabilmekte  böylelikle  demokratik toplumsal  alan  yaratılmaktadır. 

 

Küresel  dünyada,  yeni emperyalizmin mantığı bağlamında küresel egemen gücün yaygınlaştırdığı ekonomi politikaları ile birlikte  toplumsal  kültürlerde  dönüşüm  geçirmek zorunda  kalmıştır.

 

Yeni iletişim  teknolojilerinin etkin  kullanımıyla  işleyen  yeni  emperyalizm  tüm  kültürel  alanda  da  etkin  bir  sömürgeleşmenin yaşanmasına da  neden  olmaktadır, üretim  ve  tüketim  biçimlerine  bağlı olarak toplumsal  kültürler

giderek  benzeşmektedir. 

 

Televizyon  kültürü  bu  açıdan  küresel  kültürü  yereller  bağlamında uyumlulaştırarak  yaymakta,  ezilenler  için  uygulamaya  konulan  yoksullaştırıcı  politikaların olabildiğince sorunsuz yürütülmesinde önemli bir ideolojik işlevi yerine getirmektedir.

 

Kültürel  tek  tipleşme,  sınıfsal  çelişkilerin  görünmezliğini  sağlayarak  tüm  topluma  sahte  de demokrasinin var olduğunu  göstermeyi amaçlar.

 

Egemen sınıfın  kendi varoluşunu imleyen  seçkin bir  kültür  üretmesi  sonlandığında  ya  da  bu  kültürün  giderek  kitle  kültürünün  bir  parçasına dönüşmesi sürecinde, tüm sınıflar benzer kültür ürünlerini tüketmekte ve sistemin yeniden-üretimini garanti altına alan yönetici elitlerin,“iktidar seçkinleri”nin devlet aygıtının olanaklarını kullanarak toplumsal  denetimi  sağlayacak  ideolojik  aygıtlar  ve  baskı aygıtlarını  kullanabilecek  yeteneğe  ve ideolojik  farkındalığa  sahip  olması  yeterli  olmaktadır.

 

Yönetici  sınıflar  kitle  kültürünün  merkezi belirleyeni  olarak  kendileri  de  bu  fetişistik dünyanın  büyüsüne  kapılarak,  yarattıkları  dünyanın denetimi  altına  girerler. 

 

Seçkinler  için  yarattıkları  markalar  varoluşlarının  göstergeleridir,

tükettikleri ile  kendi  varoluşlarını hisseden  bir toplumda onlar  az sayıdaki  seçkin  ürünü  tüketerek seçkinliklerini ortaya  koyarlar, gerçekte  ise metaların  denetimindeki  bir  yaşam, tüketime  dayanan bir  yaşam  varoluşunu  sahtelikler  üzerinden  anlamlandırmak  dışında  hiçbir  olanağı  barındırmaz.

 

Tüketim kültürünün tanrısal metalarının denetiminde insan kendisinden vazgeçmiştir, yok oluşunu metaları  tüketerek  kutlamaktadır. 

 

Tüketimin  düğüm  noktalarını  oluşturan  markaların  gerçeklikte

gönderme yaptığı kültürel bir merkez  yoktur, “marka” boş bir gösterendir; üst sınıfların kullandığı orijinal markalı ürünle, alt sınıfların bu ürünlerin taklitleri arasında gerçeklikte hiçbir ayrım yoktur, hiçbir  kültürel  farklılaşma  yoktur,  genel  anlamda  tüm  sınıflar  aynı  tüketim  döngüsü  tarafından belirlenmekte, yani metaların  denetimi altına  girmektedir, meta-fetişizmi tüm toplumsal  ilişkilerin merkezi belirleyeni haline gelmiştir.

 

Meta-fetişizmi bağlamında ele alındığında egemen kültürün de

kitschleşmiş olduğu açıkça görülür.

 

Toplumsal  anlamda  akılsızlaşmanın  genelleşmesi  olarak  kitschin  gündelik  tüketimin  temel belirleyeni haline gelmesi onu görünmez kılmakta, sınıfsal çelişkilerin üzeri örtülerek ezilenler için “başka  bir  dünya”nın  mümkün  olduğu  düşüncesinin  muhalifler  tarafından  kitlelere  aktarımının polisiye önlemlerle  yasaklanmasına  gerek  kalmamaktadır  çünkü kitle  kültürünün  sarhoşluğundaki kitlelerin  artık  bu  tür  muhalif  söylemleri  dikkate  almaları  ve  anlamaları  çok  da  olası  değildir.

 

Yaşadığını, gördüğünü, duyduğunu, okuduğunu anlamlandıramayan, yorumlayamayan, tartışmayan kitleler  iktidarın  labirentinden  çıkma  zahmetine  girmemekte, kendi  yoksullukları  ile  haz  içinde

çürümektedirler. 

 

Yaşamlarını  tanrısal  bir düzenin  getirisi  ve  geri döndürülemez  bir  kader  olarak kabullenen  kitlelerin  düş  görme  yetileri  körelmiştir,  bu  anlamda  kitleler  kendilerine  sunulan iktidarın  kurgusu  olan  gerçekliklerini  tüm  olumsuzluklarına  rağmen  dönüştürmeye  cesaret edememekte, giderek  acı çekmekten zevk  alabilmekte  ya  da dinsel  olana sarılarak  daha kötüsünü düşünerek var olan durumlarına şükretmektedirler.

 

3

 

Tüm bu  olumsuz  tabloya rağmen,  yaşamın  dönüştürülemez olduğunu  savunmak  olası  değildir.

 

Tüm olumsuzluklara  rağmen  egemen kültür  hiçbir  zaman  ezilenlerin bilinç  yapısını  tamamen ele geçiremez,  her  zaman  için  muhaliflerin  kendilerini  var  edebilecekleri  ve  muhalif  kültürlerini üreterek  paylaşabilecekleri  toplumsal  alanlar  mevcuttur. 

 

Sınıfsal  sömürünün  devam  ettiği günümüzde  muhalifler  zor  da  olsa  var  olan  gerçekliği  dönüştürmek  ve  yeni  bir  dünyayı yaratabilmek  için  gündelik  yaşamdan  başlayarak  kitle  kültürüne  karşı  muhalif  bir  toplumsal kültürün  yaratılması  mücadelesini  yürütmektedirler.

 

 Gerçekliği  dönüştürebilecek  güç  halen toplumun elindedir, yalnızca tarihsel olarak muhalif  hareketlerin gerilemesi nedeniyle  yaşanan bir duraksama  söz  konusudur.

 

  Kitschleşmiş  kitle  kültürüne  karşı  tek  alternatif  “muhalif  kültür”dür.

 

Sınıf mücadelesi temelinde ezilenlerin yaşadıkları sorunları anlamlandırdığı ve çözmek için eyleme geçtiği  bir  dünya  tahayyülünü  merkez  alan  muhalif  kültür,  geleceğin  dünyasını  kurmayı amaçlamaktadır, bu anlamda da kitle kültürünün kitlelerde yarattığı tahribata karşı toplumsal, daha doğrusu  sınıfsal  farkındalığın  geliştirilmesini  amaçlar.

 

 Muhalif  kültür  egemen  kültüre  karşı  halk kültürünün isyancı yapısını temel alan ancak sadece yerel kültürle sınırlı kalmadan tüm dünyadaki toplumların  kültürlerinden  beslenen  ve  egemen  sınıflara  karşı  alternatif  oluşturmayı  amaçlayan ideoloji ile  etkileşim içerisinde olan  bir kültürdür.

 

Halk kültürü  kendiliğinden muhaliflik  taşımaz, bu  kültürün  genel  anlamda  egemen  kültür  tarafından  sömürgeleştirilmesi  söz  konusu  olabilir.

 

Dolayısıyla  muhaliflerin  toplumsal  anlamda  özgürleşmeyi  ve  eşitliği  temel  alan  halk  kültürü öğelerini içeren bir muhalif kültür yaratılması için çaba göstermesi ve toplumun bu yaratımda etkin özneler  olarak  yer almasının  sağlanması gereklidir.

 

Muhalif kültür  sadece  halk  kültürünün ya  da ezilen  sınıfların  kültüründen  unsurlar  içermez,  toplumsal  anlamda  özgürlük  ve  eşitliği  sağlayan kültürel üretimlerden beslenir ve egemen kültüre karşı alternatif bir kültür ortaya koymayı amaçlar.

 

Kitle  kültürünün  toplumsal  kültür  alanını  sömürgeleştirmesi,  yani  özgürleşme  düşlerinin, ütopyaların  ortadan  kaldırılması  çabasına  karşı  sınıfsal  başkaldırı  halen  sürmektedir  ve  bu hareketler  kendi  muhalif  medyalarını  yaratmaktadır.

 

 “Muhalif”  medya  hem  geleneksel  iletişim biçimlerini hem  de  yeni  iletişim  biçimlerini  etkin  bir  biçimde  kullanarak  yerel  ve küresel  alanda iktidarlara karşı toplumsal özgürlükleri savunmaya devam etmektedir.

 

Otoriteryan, faşizan  iletişim biçimlerinin  medyayı  ele  geçirmesine  karşı  alternatif-radikal  medyaların  yaratılması  gerekliliği ortaya  çıkmıştır.

 

 Muhalif  kültürün  yaratımı  ve  kitlelere  aktarımında  alternatif-radikal  medya vazgeçilmez bir önem taşır.

 

 Öncelikle ezilenlerin bilinç yapısının iktidarın ideolojiden kurtarılması ve  yeni  bir  anlamlandırma  biçiminin  söylemin  yaratılması  açısından  muhalif  medya  olmazsa olmazdır.

 

İktidarın  şiddetinin  yeni  dönemde  yoğunlaşması  ile  birlikte  şiddet  de  bir  iletişim  biçimine dönüşmekte, gündelik  yaşam şiddet  biçimlerine  dayanan bir  iletişim  kültürünün  hakimiyeti  altına girmektedir.

 

 İktidarın  şiddetinin  meşrulaştıran  medyaya  karşı,  toplumsal  direnişin  geliştirilmesi sokakların özgürleştirilmesi, ezilenlerin örgütlenerek iktidarın köleleştiren yapısına karşı mücadele etmesiyle  olasıdır.

 

 Bu  anlamda,  dünyadaki  alternatif-radikal  medya  örneklerini  inceleyerek yerellerde  toplumsal  iletişime  müdahil  olabilecek,  eşitlikçi  ve  özgürlükçü  bir  yaklaşıma  sahip toplumsal  kültürü  üreten,  güçlü  muhalif  medyaların  yaratılması  muhalifler  için  ertelenemez zorunluluklardandır. 

 

Toplumsal kültürün  dönüşümü  gündelik  iletişim  biçimlerinin  dönüştürülmesiyle  olasıdır,  bu  bakımdan  kitschleşen  kültürü  yenebilmenin  tek  yolu  da  yereller bazında örgütlenmiş  güçlü  muhalif kültür  ve  iletişim  biçimine sahip  örgütlülüklerin yaratılmasını gerektirir, toplumun alternatif bir ideoloji ve dünyanın farkına varabilmesi uzun soluklu örgütlenme

ve mücadeleyi gerekli kılmaktır.

 

Toplumsal alanda kitle kültürünün –kültür endüstrisinin, tüketim kültürünün– egemen olmasıyla birlikte  toplumsal  kültür  büyük  bir  değişim  geçirmiştir,  kitle  medyası  hem  sanatsal  ve  iletişim alanında  demokratikleşmenin  olanaklarını  yaratmıştır  hem  de  iktidarlar  için  toplumsal  bilinci belirlemeyi kolaylaştıran bir kültürel yapının oluşumunu beraberinde getirmiştir.

 

Sanat ve kültürün endüstriyelleşmesi, (salt)  tüketilebilen/tüketime  yönelik  bir  biçim  alması  ile  birlikte  sınıfsal anlamda işlevleri de  değişmiştir.

 

 Sanatı  toplumsal gerçeklikten soyutlayarak  yorumlamak olanaklı

değildir, sanat toplumsal bir iletişim biçimidir ve toplumun iktidarlardan bağımsız olarak kendisini var edebilmesine olanak sağlayan bir alandır, bu bakımdan sanatın özgürleştirici işleve sahip olduğu savunulabilir,  buna  bağlı  olarak  toplumları  iktidara  bağlayan  kültürel  üretimlerin  sanatsallığının sorgulanması  gereklidir, burjuva  kültürü yeni  emperyalizm  çağında  geçmişteki  devrimci  yapısını korumamaktadır, sınıfsal anlamda sanat ürünleri üst sınıfların kendilerini ifade etmek ve toplumun geri kalan kesiminden ayırmak için kullandıkları simgelere dönüşmüştür, bunun ötesinde  bir anlam taşımları  gerekmemektedir.

 

 Altsınıflar  için  üretilen tüketime  yönelik,  eğlencelik  kitle  kültürü ürünlerinin  de  sanat  olduğunu  iddia  edebilmek  olası  değildir,  üstsınıfların  yaşamının  kötü  bir kopyasını  yaşamak  isteminde  olan  altsınıfların  durumu  günümüzde  kitschin  kitleselleşerek  kitle kültürünün temel belirleyeni haline geldiğini göstermektedir.

 

Toplumsal anlamda sınıfsal tepkilerini ortaya  koyacak  ideolojiden  ve  örgütlülükten  uzak  olan  ezilenlerin  giderek  muhafazakarlaşması, buna rağmen tüketim süreçlerinde de yer almak istemesi çelişik ve hastalıklı bir toplumsal kültürün oluşmasına  neden  olmaktadır. 

 

Bu  kültürel  yapı  kitschi  gündelik  yaşamın  temel  ögelerinden  biri haline getirmiştir.

 

Üstsınıflar içinde  aslında durum  kültürel açıdan farklı  değildir, tüketimin  temel belirleyen  olduğu  burjuva  yaşamında  da  gelişkin  bir  düşünsel  gelişimin  olmadığı  açıkça görülmektedir,  magazinleşen  ve  medyada  var  olarak  yaşadığını  hisseden  amorf  bir  azınlık  ve bunları  izleyerek  mastürbatif  bir  rahatlama  yaşayan  kitlelerden  söz  edilebilir. 

 

Ancak,  bazen  bu izleyici kitlenin saldırgan hareketlerde bulunması ve tecavüz kültürünün yaygınlaşması da var olan toplumsal  kültürün  doğal  sonuçlarıdır. 

 

Bastırılmışlığın,  otoriteryanizmin  gündelik  ilişkilerin

temelini oluşturması toplumsal  kültüründe buna uygun olarak sistemin belirlediği biçimde kitleleri yeniden-üretmesi kültürel anlamda gelişkin olmayan bir toplumsal yapının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

 

 Kitle  iletişim  araçları  ezilenleri  yaşadıkları dünyanın  olası  en  iyi  dünya olduğunu  ve bunun  değiştirilmesinin  çok  da olası  olmadığını söyler,  buna  uygun olarak  yaşam da  var olanın muhafaza  edilmesine  dayanır,  farklı  düşüncelere  kapalı  hatta  tepkili,  düşünsel  anlamda  gelişkin olmayan  bir  toplum  yaratılır.

 

 Muhalif  kültür  ise  marjinalleştirilir,  başka  bir  dünyanın  mümkün

olduğuna inananların toplumla  buluşması maddi  anlamda  olmasa da  düşünsel  anlamda engellenir, kitle  kültürünün  belirlediği  toplumsal  bilinç  yapısı  muhalif  düşünceleri  anlamlandıracak  yetiye sahip değildir.

 

Bu nedenle, muhaliflerin iktidarın etkisini kırarak yeni bir kültürel alan yaratması ve gündelik  toplumsal  yaşama  müdahale  edecek  kültür  ve  iletişim  aygıtları  yaratması  gereklidir.

 

Toplumsal  anlamda  yaygınlaşmış  kitsch  kültürünün  tek  alternatifi  muhalif  kültürdür  ve  sınıf mücadelesinin  temelinde  toplumsal  örgütlenmenin  gerçekleştirilmesi  ve  muhalif  sınıfsal  kültürün yaratılmasıyla var olan toplumsal çöküşe karşı konulabilir.

 

Toplumsal  bilinç  yapısının  kültürel  yeniden-üretim  ve  toplumsal  iletişim  süreçlerinde  kendi gerçekliğine  yabancılaşması  söz  konusudur.

 

 Metaların  egemen  olduğu  dünyada,  sanatın  da metalaşması  kaçınılmazdır.

 

Sanatın  gerçekte  metaların  egemenliğine  karşı  koyan  yapısına  karşın günümüzde  sanat  metalaşmıştır,  sanat  ürünlerinin  fetişistik  karakteri  de  bunun  en  açık göstergelerindendir.

 

Resimden,  sinemaya  sanatın  estetik  anlamda  da bir  gerileme  yaşadığı  açıkça görülmektedir.

 

Burjuva kültürü  kapitalizmin başında sahip olduğu devrimci  özü yitirmiştir, aksine “devrimci  sanat”ı engellemekte,  kitlelerin  kendilerini  özgür  bir  biçimde  ifade  etmesine  olanak sağlayacak  sanatsal  biçimlerin  gelişiminin  önünü  kesmektedir,  alternatif  sanat  ya  da  devrimci sanatçılar  sistemin  belirlediği  sanat sistemi  tarafından görmezden  gelinmekte, toplumdan  kopuk, varoluşa dair gerçekliğe göndermesi olmayan üretimler “sanat” olarak sunulmakta  ve  tüketim için pazarlanmaktadır. 

 

Bu  anlamda  sanatın  günümüzde  devrimci bir  dönüşüm  geçirmesi  ve tüketime endeksli sanat  anlayışının  yerle bir  edilmesi  gerekliliği  ortadadır.

 

Muhalif  sanatçı  meta kültürüne karşı çıkar,  sömürünün  olmadığı  bir  dünyayı  tahayyül  eder, “sınırları  ihlal  eden  sanatçı,  kültürün onu metalaştırma ihtiyacı karşısında etkin bir isyan halindedir”.

 

Muhalif sanatçıların sokakları  temel alan  ve  toplumsal  mücadeleler  temelinde kendilerini  yeniden görünür  kılmaları  alternatif-radikal  medyaları  hem  yaratarak  hem  de  daha  etkin  bir  biçimde kullanarak var olan sanat anlayışını dönüştürmeleri gerekliliği açıkça görülmektedir.

 

Kitle Kültürü ve Kitschleşme

Kapitalizmin  gelişim  süreci  aynı  zamanda  kültürel  bir  dönüşüme  neden  olmuştur,  kapitalist yapının üretim ve tüketim biçimlerine uygun kültür, ideolojik bağlamda, sistemin yeniden üretimini sağlar.

 

Toplumların sisteme entegre edilmesi sürecinde toplumsal bilinç ve pratikler yeni bir kültür çerçevesinde  yeniden  biçimlendirilirler: 

 

Kitle  kültürü  toplumu  sisteme  bağlama  sürecinde  tüm toplumsal  alanı  sömürgeleştirir, toplumsal  anlamda sahte  bir eşitlik  düşüncesi geliştirerek  “sahte bilincin” içselleştirilmesine hizmet eder:

 

“Kitle kültürü,  yöneten ve  yönetileni, varlıklı ile yoksulu özgür olan ile özgür olmayanı, mutsuz insan ile onu mutsuz kılan toplumsal realiteyi özdeş kılacak bir yanılsama oluşturma işleviyle üretilir.

 

Kitle kültürünün tüketicisi olduğumuz anlara, yaşadığımız

bu realite ile başa çıkamayacağımızı düşündüğümüz anlardır.

 

Realitenin gerçek yüzünü görmekten kaçmak istediğimiz anlardır.

 

 Bize acı veren toplumsal realite karşısında, deyiş doğruysa unutmaya, amneziye  sığındığımız  anlardır”  . 

 

Kitlelerin  unutma  biçimleri  aslında  kendi gerçekliklerinden ve  bu  gerçekliğin  dayattıklarından kaçmalarına  hizmet  eder, toplumlar  iktidarla mücadele etmek  yerine  onunla  uzlaşmaya ikna  edilirler, bu  uzlaşma  ise  eşitsizliğin,  yoksulluğun, köle-efendi  ilişkilerinin  unutulmasını  gerektirir.

 

 “Kaçış  ve  haz”  kültürü  olan  kitle  kültürü bağlamında kitlelerin boş  zamanları sömürgeleştirilir, üretim süreçlerinde  tükenen  emek gücü  boş zamanda  üretime  sorunsuz  bir  biçimde  yeniden  dahil  edilmek  için canlandırılır,  rahatlatılır. 

 

Boş zamanda  üretim  sürecinde  kazandıklarını  tüketen  kitleler  rahatlama  yaşarlar,  kendi  varoluşlarını kaçış  ve  haz  mantığı  ile  anlamlandırırlar, böylelikle  sınıf  çatışması  olasılığı devre  dışı  bırakılmış olur. 

 

Boş  zamanın  kitleleri  sistem dışına  itebilecek  muhaliflerin  etkin  olduğu  bir  alan  olarak bırakılması  olası  değildir,

 

 iş  dışındaki  zamanın  boş  zaman olarak  nitelendirilmesi  bile  gerçekte egemen  ideolojinin  anlayışını  yansıtmaktadır,  iş  dışı  zaman  işçilerin  kendilerini  yeniden üretebilecekleri zamandır yani işçiler için en değerli zamandır.

 

Bu zaman süreci muhalif düşünceleri üreten, toplumsal  alternatifleri tartışan  yani muhalif  ideolojilerin  yaygınlaşmasına olanak  tanıyan, hatta  toplumsal  örgütlenmelerle  işçileri  sistemi  tehdit  eden  sendika,  parti  gibi  oluşumlara yönelmesine  neden  olabilecek  potansiyellere  sahip  olduğu  için  sürekli  olarak  denetim  altında tutulması gereken bir  zaman olarak görülmektedir.

 

Bu nedenle kitleler iş zamanda denetim altında tutulduğu  gibi  iş  dışı  zamanda  da  denetim  altında  tutulmaya  çalışılmaktadır,  bu  bakımdan  kitle kültürü iş dışında boş zaman olarak tanımlanan zamanda çalışan sınıfları hazcı ve kaçışcı tüketime, eğlenceye  yönelterek  muhalif  hareketlerin  kitleselleşmesinin  önünü  kesmeyi  amaçlamaktadır.

 

Eğlence  tüketime  dayanır  bu  anlamda  kapitalist  üretim,  ürettiklerinin  tüketilmesi  için  işçileri eğlenceli  bir  tüketim  dünyasında  yeniden  üretime  dönüp,  yeniden  tüketebilmek  için  emeklerini satabilecekleri  bir  oyunun  içerisine  hapseder.

 

Bu  anlamda,  “eğlence,  geç  kapitalizm koşullarında çalışmanın uzantısıdır.

 

Mekanikleşmiş  emek  süreciyle  yeniden  baş  edebilmek  için ondan  kaçmak isteyen kimselerin aradığı bir şeydir”; işçiler üretim sürecinin yarattığı baskıdan bir süreliğine  kurtulurlar ancak  kendi istedikleri  özgür  bir ortamda  değil, üretim  sürecini  yöneten sistemin belirlediği köleleştirici bir tüketim bandında geçici ve sahte bir rahatlama yaşarlar.

 

Üretim ve  tüketim  aynı  egemen  sistem  tarafından  belirlendiği  için  çalışanlar  “boş  zamanlarında  emek süreçlerinin kopyasından başka bir şey yaşayamazlar”.

 

Toplumun kendi  gerçekliğiyle  karşılaşmaktan kaçınması  zorlu  bir mücadele  gerektiren  tarihsel bir  sınıf  çatışmasının  öznesi  olmasını  gerektirir  bu ne  iktidar  tarafından  arzulanır  ne de  tek tek bireyler  böyle  bir  mücadeleye  cesaret  edebilir,  kitle  kültürü  bu  bağlamda  toplumsal  özneleri yalnızlaştırırken  aynı  zamanda  onları  bilinç  yönünden  kendi  denetiminde  düşünmeden sorgulamadan kabul edip yaşayan bir  kütleye dönüştürür.

 

Kitle kültürünün üretimi ve dağıtımında medya etkin bir işleve sahiptir, yaygın medya kültürel ürünlerle toplumsal bilinç  yapısına müdahil olarak gündelik yaşam üzerinde etkin bir güç haline gelir.

 

Kitle kültürünün kullanan egemen iktidar, ideolojik  olarak,  tüm  toplumu  gelişmemiş  bir  düşünsel  seviyede  eşitlemeyi  amaçlar,  bu  açıdan toplum  üzerinde  görünmeyen  bir  şiddet  uygular.

 

Toplumun  muhalif  düşüncelerden  etkilenmesini önlemek için muhalif düşünceyi yok etmekten çok bu düşünüşün anlaşılabilmesini engelleyecek bir bilinç  biçiminin  yaratılmasını  hedefler. 

 

Bu  bakımdan,  kitle  kültürünün  toplumsal  akılsızlaşmayı gerçekleştirmek  için  kullanıma  soktuğu  görünmeyen  şiddet  biçimlerinden  bir  tanesi  “kitsch”dir.

 

Kitsch  kitle  kültürünün  son  aşamasıdır,  kitle  kültürünün  sonuç  noktasıdır  bu  anlamda  kitle kültürünün  en  fetişistik  ve  şiddet  yüklemlenmiş  biçimi  olarak  tanımlanabilir. 

 

Kitsch  gündelik deneyimleri  aşırı  duygusallaştırılmış  bir  biçimde  içerikten  ve  düşünceden  yoksun  bir  basitlikte üreten kültürel yapılanımdır, basit ve sahte bir toplumsal düşünüş ve duygu kurgulayarak toplumun iktidara  eklemlenimi  hızlı  ve  güçlü  bir  biçimde  sağlamayı  amaçlar. 

 

Bu  süreçte  kitsch toplumsal kültürü  sömürgeleştirir  ve  onun  öğelerini  içeriksizleştirerek  yeniden  üretir:  Kitschin  “olmazsa olmaz  koşulu,  tam  anlamıyla  olgunlaşmış  bir kültürel  geleneğin  hemen  el altında  bulunmasıdır; bunun  buluşlarını,  kazanımlarını  ve  gelişmiş  kişisel  bilincini, kitsch  kendi  yararına  kullanabilir.

Ondan  araç  gereçler,  tuzaklar,  yol  yordam,  kurallar,  temalar  alarak  onları  bir  sisteme  bağlar, kalanlarıysa  yaşamdan  dışlar”.

 

 Kitsch  kültürel  anlamda  hiçbir  gelişmeye izin vermez, kültürü dondurur ve gelişimi yok edecek bir biçimde kapatır, sanatı taklit eden kitsch zamanla  taklit  edileni  taklit  etmeye  daha  da  sahteleşmeye  yönelir. 

 

Günümüzde  kitsch  yüksek sanatın  bir  taklidi  değildir,  farklı  toplumsal  sınıflar  tarafından  gündelik  yaşamda  kullanılan niteliksiz  söylem  ve  eylemleri  estetize  ederek  kendini  yeniden-üreten  bir  yapıdadır. 

 

Gündelik yaşamı farklı bir kurguda estetize ederek yeniden-üreten medya, gündelik yaşamın taklidini eğlence olarak kitlelere aktarır, “kültür sanayi insanlara cennet diye yine aynı günlük  yaşamı sunmaktadır” .

 

Kitsch  kültürün  amacı  var  olan  gerçekliği  sonsuz  bir  biçimde yeniden  tekrarlayarak  bunun  dışında  bir alternatifin  olduğu  gerçekliğinin  üzerini  örtmek  ve  var olanı aşmaya  yönelebilecek her düşünsel  gelişimi yok  etmektir.

 

Kitsch  en açık anlatımla  “çöp”ün estetize edilmiş biçimidir.

 

Kitsch, toplumsal anlamda, bir düşünce  değil gerçekliktir, kitschin  düşünsel bir  altyapısı  yoktur, var  olan  gerçekliği  kurgulayan  sınıfsal  ideolojiden  beslenir  ve bu  ideolojiyi meta  mantığı  bağlamında  kültürel  alanda  sahtelikler  üzerinden  yeniden  üretir.

 

 Adorno  ve Horkheimer’ın belirttiği gibi kültür endüstrisinin gerçekliği yalana dayanır ve bu yalanı kültürel  alanda  yeniden  üretir.

 

Kitsch  sahteliği temsil  eder, taklit,  sahtekarlık, kalpazanlığı  temel alır,  kitsch  bu  anlamda  aldanmanın  ve  bireysel  aldanmanın.

 

Sahteliğe  ve  aldanmaya  dayanan  kitsch  kitlelere  kendi  sahte  imgelerini  görebilecekleri  bir  aynasağlar, bu aynadaki bütünlüklü sahte imgelerinin büyüsüyle kitleler varoluşlarını anlamlandırabilirler,  gerçekte  parçalanmış  imgelerine  bakmaktan  kaçan  kitleler  sahte  hazlarla gerçekliği reddederler, kitsch onların tek gerçekliği haline gelir.

 

Kitsch kültür kapitalizm ile birlikte ortaya  çıkmıştır  ve  meta  egemenliğinin  bir  yansımasıdır:  “Kitsch  Batı Avrupa’da ve Amerika’da kitleleri  kentlileştiren  ve  evrensel  okuryazarlığı  yaratan  endüstri  devriminin  bir  ürünüdür”. 

 

Kitsch  kitle  kültürünün  en  politik  biçimdir,  “kitsch  izleyicinin  bilincini sömürgeleştirmek  için  tasarlanmış  politik  bir  yapılanımdır”  ve  gerçekte  faşist mantık  temelinde  hareket  eder. 

 

Kitsch  toplumsal  bilinç  üzerinde  şiddetle  kurulmuş  faşizan  bir iktidarın kültürüdür, aklın  yok edildiği,  toplumsal  tüm özgürlük  düşlerinin düşman  kabul edildiği bir mantıkla işler: Kitschin “teşvik edilmesi totaliter rejimlerin kendilerini halka benimsetmek, şirin göstermek için başvurdukları  ucuz yöntemlerden yalnızca bir  başkasıdır”.

 

Totaliter rejim kitsch kültürün sahteliğinin, basitliğinin ardına saklanarak, sevimli bir maske ardında toplumu  bir kara-ütopyaya  zorlamaktadır. 

 

İktidarın  sahteliği  tüm  toplumsal  alana  yayılmaktadır, toplum  bu  süreçte  iktidarın  işlediği  tüm  suçlara  ortak  olmakta  ve  bu  durum  geri  dönülmez  bir biçimde iktidarla toplumu bütünselleştirmektedir.

 

Bu nedenle, faşist iktidarlar toplumlarını da dahil ettikleri  şiddet  biçimleriyle  suç  işlemek  ve  bu  suçu  varoluşlarının  merkezi  haline  getirmek eğilimindedir. 

 

Suç  ortaklığı  üzerinden  kurulan  ilişki  şiddete  dayanır  ve  kitsch  birçok  bakımdan suçlunun sahte masumluğunu gösterme telaşını yansıtır.

 

Kapitalizmin küresel anlamda şiddetli bir biçimde yayılma sürecinde yaygınlaşan küresel kültür bu bakımdan “kitsch” kültürü yereller bağlamında tek geçerli kültüre dönüştürme konusunda etkin bir çaba içerisindedir.

 

Kitsch “basitlik ve tahmin edilebilirliğe” dayanır.

 

Bu basitlik ise  toplumun  duygusal  ve  düşünsel  anlamda basitleştirilmesine  gönderme  yapar,  tüm  duyguların sahteleşmesi  ve  aklın  basitleşmesi  itaatkar  toplumların  yaratılabilmesinin  temel  koşuludur.

 

 Bu anlamda  kitsch  “çağımızın  yaşamında  sahte,  düzmece  olarak  ne  varsa,  hepsinin  özüdür” ve bu  öz  medyanın  yardımıyla tüm  toplumda  giderek  yaygınlaşmaktadır.

 

Günümüzdeki  medyanın birçok  ürünü  kitsch  özellikler  taşımakta  ve  tüm  medya  ürünleri  giderek kitschleşmektedir. 

 

Özellikle  de  yeni  emperyalizmin  sömürgeleştirdiği  ülkelerde  yerel  kültürü kitschleştirme yönünde bir dönüşüm yaşanmaktadır.

 

Küresel ölçekte  kullanıma  sokulan televizyon formatları  yereller  bazında  ufak  değişikliklerden  sonra  kullanıma  sunulmakta sahteliklere,  sahte duygusallıklara bulanmış  program  formatları kitleler  tarafından  kabul  görmektedir.

 

Örneğin,  “Var mısın? Yok musun?”  (Show TV)  programı  kitsch  kültürel üretimin  en  belirgin  örneklerindendir; yarışma programının herhangi bir bedensel ya da zihinsel çaba  gerektirmemesi ve gerçek anlamda bir  yarışmanın  bulunmaması,  kumarhane  mantığı  bağlamında  tahmin  ve  şansa  dayanması  yani programın  basitliği,  önceden  tahmin  edilebilirliği,  sahte  duygusallıklar,  tartışmalar  kısacası programdaki  her  şeyin  sahteliği  kitsch  mantığını  açıkça  görünür  kılmaktadır.

 

 Kitschin televizyondaki en görünen örneklerindendir.

 

Bunun yanında tüm dünyadaki müzik, dans türü sözde yetenek  yarışmalarında  da  tüm  kitsch  ögeler  gözlemlenebilmektedir,  bu  yarışmalarda  jürilerin iktidarı karşısında sahtelikle,  duygusallıkla başarılı olmaya çalışan  ağlayan, bireysel tarihlerindeki dramatik  olaylar  üzerinden  sempati  toplamaya  çalışan  ve  izleyicilerin  katılımını  sağlayan oylamalarla kitleleri de bu dramanın içerisine çeken bir mantık söz konusudur.

 

Bu tür yarışmalarda asıl  yetenek en  acıklı  yaşam  öyküsüne  sahip  olup  bunu  abartarak  kitlelere  satabilme  yeteneğidir.

 

Küresel  anlamda  bu  melodramatik  yapı  iş  görmekte  benzer  formatlar  yerel  kültürel  özelliklerle modifiye  edildikten  sonra  yüksek  izlenme  oranlarını  yakalayabilmektedir. 

 

Bu  anlamda,  küresel anlamda  benzeşik  kitschleşmiş  bir  kültürel  yapı  oluşturulmaktadır. 

 

Bu  kültürel  yapı  yereller üzerinden  ideolojik  homojenleştirmeye  hizmet  eder, böylelikle  tüm  dünyada  ezilenler  neo-liberal yoksullaşma politikalarının neden olduğu yaşamlarının daha da yoksullaşmasını düşünmek ve buna karşı örgütlenerek mücadele etmekten uzak tutulmuş olurlar.

 

Medyayı elinde bulunduran  yani düşünsel üretim araçlarına egemen olan  güç, ekonomik üretim araçlarına  sahip olan  güçtür,  bu  nedenle  medya  sınıfsal  anlamda  egemen  sınıfın  diğer  sınıflar üzerinde  tahakküm  kurmasının  aygıtlarından  biri  olarak  iş  görür.

 

 Televizyon  günümüz kapitalizminin  en  etkin  ve  yayın  medyası  olarak  toplumsal  alanda  egemen  ideolojinin  en  etkin aygıtlarından birisi haline  gelmiştir.

 

Televizyonun haberlerin  dışında eğlence programları  da dahil olmak üzere toplum üzerindeki ideolojik etkisi gündelik yaşam alanında toplumsal gündem, söylem ve  eylemlerde  görünür  hale  gelir.

 

  Televizyon  programlarındaki iletilerin  çoğu  farklı  biçimlerde ideolojik  yüklemlenimlere  sahiptir ve  televizyon  iletileri  asıl  olarak egemen  ideolojiyi açık  ya da gizli  biçimde  yeniden  üretir  ve  toplumsal  kültürü  biçimlendirir.

 

 Televizyon  boş  zamanlarında kitlelerin hem ideolojik olarak biçimlenmesine hizmet ettiği gibi, tüketim süreçlerini de yapılandırır.

 

Televizyon kültürü gündelik tüketim kültürünün temel belirleyenidir.

 

Televizyon yoksul kitleler için düşük maliyetli eğlence  ve  rahatlama olanağı sağlaması  bakımından da önemli  bir işleve sahiptir: “televizyon rahatlatıcıdır, çünkü zihnimizi, üzerinde düşünecek başka bir şey vermeksizin, belki de uzun uzadıya ve derinliğine düşünmemiz gereken başka şeylerden uzaklaştırır”, kitleler gerçek toplumsal gündemlerden uzak kalarak, sahte rahatlama sağlayıcı  bir  sahte dünyada kaçmayı ve hazzı tercih ederek, gerçekte ideolojik bir seçim yapmış olur.

 

Televizyon  toplumsal  kültürün  köklü  bir  biçimde  dönüştürülmesinde  kullanılmış  bir  iletişim aracıdır,  bu  bakımdan  televizyon  toplumsal  ilişki  biçimlerini,  toplumların  eğlence,  haberleşme anlayışlarını,  dünyaya  ilişkin  algımızı  değiştirmiştir  . 

 

Televizyon  ile  birlikte kapitalist tüketim  kültürü  daha etkin  bir  biçimde  toplumsal  bilinç yapısının üst  belirleyeni haline gelmiştir.

 

Televizyon kültürü  egemen  ideolojinin  daha doğallaşmış  bir biçimde  yeniden  üretimini sağlamış  ve  toplumsal  kültürün sömürgeleştirilmesini  hızlandırmıştır.

 

Televizyon kültürü  egemen ideolojiyi ve  kültürünü  basit  ve anlaşılabilir  formatlarda  tüm  toplumsal  kesimlere iletme  gücüyle tüm  diğer  medyalardan  daha  etkili  olmuştur. 

 

Kitle  kültürünün  günümüzdeki  en  etkin  üreticisi konumundaki televizyon toplumsal kültürün kitschleşmesini sağlayan merkezi aygıt konumundadır.

 

Televizyon  programlarının  kitschleşmesi,  var  olan  toplumsal  kültürün  ürünleri  bağlamında anlaşılabilir, bu bakımdan televizyon yayın akışlarının incelenmesi kitsch kültürün nasıl toplumsal kültür  haline  geldiğinin  anlaşılmasını  sağlayacaktır. 

 

Televizyon  mantığı  basitleştirme  üzerine kurulmaktadır ve bu açıdan kitsch ile benzeşmektedir, çünkü kitsch kültürde de “karmaşık konular radikal bir  biçimde  basitleştirirler  ve  verili bir  gerçekliğin içerdiği  farklılıklar görmezden  gelinir”. 

 

Televizyonların  sabah  kuşaklarındaki  kadın  programları,  çocuk  programları, çizgi  filmler,  evlilik  programları,  yarışmalar,  magazin  programları,  haber  bültenleri,  tartışma programları diziler, televizyon filmlerinin tümü kitschin mantığı bağlamında üretilmektedir.

 

Birçok program en sahte, basit, bayağı, duygusallaştırılmış, farklı düşüncelere, yaklaşımlara tahammülsüz, milliyetçi,  ırkçı,  cinsiyetçi,  nefret  söylemi  içeren,  saldırgan  bir  formata  sahiptir.

 

 Televizyon programları özellikle de günümüzün popüler hem yerli hem de yabancı televizyon dizileri egemen mitleri, “kendi ırklarının üstünlüğü, erkek egemen ev yaşamının ahlaki iyilikleri, dinin gücü ve alt sınıfların  kendine  has  asalete  sahip  olduğu  düşüncesi”ni yeniden  üretmektedir.

 

Popüler  medya  ürünleri  aracılığıyla  kitleler  için,  süreğen  olarak  düşünülmesi  ve  sorgulanması gerekli  olmayan,  yenilik  içermeyen,    aşina  bir  kültürel  ortam  yaratılmakta,  kitleler  rahatsız edilmeden bilgilendirilmekte, eğlendirilmekte gerçekte ise insani anlamda yok edilmektedir.

 

Adorno ve Horkheimer’a göre  eğlencenin anlamı toplumsal alanda  yaşanılan acıları düşünmek zorunda  kalmamak  hatta  bunları unutmaktır,  ancak  eğlence  değersiz  basit  gerçeklikten  değil,  bu gerçekliğin yok edemediği direniş düşüncesinden kaçmaktır.

 

 Bu anlamda, kitleler için televizyonun kitschleşmiş  eğlence  kültürü  basit  bir  kaçış  olarak  değil  ideolojik  bir  şekillendirme  olarak okunmalıdır.

 

Kitleler  eğlenerek kendi  gerçek varoluş  koşullarıyla karşı  karşıya gelmelerine neden olacak,  var  olan  sistemin  sömürücülüğünü  dillendiren  muhalif  ideolojiden  kaçmaktadırlar,  yani kendi insanlıklarından.

 

Kitsch kültür bu nedenle yeniden ürettiği gündelik yaşamı farklı formatlarda hazırlanmış televizyon programlarında kitlelere sunarak toplum için içinden çıkılmaz otoriteryan bir toplumsal  yapıyı  sağlamlaştırmakta  hem  de  yoksulların  gönüllü  kulluklarını  garanti  altına almaktadır.

 

Günümüzde popülerleşen evlilik programları, kadın programları aslında bu durumun en açık göstergesidir, yoksul kitlelerin farklı nedenlerle ama her zaman için toplumsal alanda görünür olmanın anlıkta olsa zevkini yaşama isteğini taşıyan bir biçimde, televizyon  programlarında  kendi yaşamlarını, daha doğrusu  bu  yaşamın  trajik  yanlarını,  mahremiyeti ihlal eden  bir biçimde  ortaya dökmeleri  ve  kitlelerin  bunu  seyrederek  zevk  alması,  eğlenmesi  gerçekte  toplumsal  kültürün anlaşılması için bir ayna işlevi görmektedir.

 

 Televizyon kültürü toplumsal duyguları yoğun biçimde kullanarak en niteliksiz üretimlerle kitleleri etkiler, televizyon programlarının melodramatik yapısı Kadın programlarında,  evlilik  programlarında  ve  dizilerle  görülmektedir.

 

 Melodramatikleşme kitschleşmenin  en  açık  göstergelerindendir  ve  kitlelere  için  düşüncenin  reddedildiği  faşizan  bir kültüre  gönderme  yapmaktadır,  çünkü  Kolker’ın  da ortaya  koyduğu  gibi  “faşizm aslında  melodramın  ve  seyirliğin  bir  politikasıdır,”  faşizm  bu  anlamda  estetize  edilmiş  kültürü kullanarak  duygular  üzerinden  kitleleri  yönlendirir  ve  “duyguları  önceden  belirlenmiş  amaçlar yönünde güdümler.”

 

 Bu  açıdan günümüz  televizyon  kültürünün basitleştirilmiş,  apolitikleştirilmiş yapısı gerçekte  tümüyle  ideolojiktir, kitleler bu  faşizan ideolojiyle  yeniden üretilirler  ve  gündelik yaşamın yapısı bu “sıradan faşizm”i yansıtmaktadır.

 

Televizyonda  kischleşmenin  en  popüler  örnekleri  günümüz dizilerinde  görülmektedir.

 

 Yerli dizilerin  çoğunluğu  kitschin  mantığı  bağlamında  üretilmektedir. 

 

İzlenme  oranlarındaki  başarıyı sağlayan en önemli faktör bu açıdan kitschin kurallarını  uygulamaktır, basitlik, duygusallık, kolay anlaşılabilirlik,  düşünsel  bir  etkinliğe  neden  olmamak  yani  yeni  ve  farklı  bir  düşünsel  ileti taşımamak: 

“1.  Kitsch  kitle  duyularıyla  yüklemlenmiş  nesne  ve  temaları  kullanır; 

2.  Kitschin kullandığı nesne ve temalar çabucak ve emek harcamadan algılanır;

3. Kitsch, tasvir edilen nesne ve temalara ilişkin  algı ve  düşüncelerimizi  değiştirmez”.

 

Bu  açıdan televizyon dizilerinin  toplumsal  kültürün  kitschleşmesinde  etkin  bir  işleve  sahip  olduğu  savunulabilir.

 

Toplumsal yaşamdaki davranış biçimlerini etkileyen televizyon iletileri, gündelik yaşamdaki politik davranış  ve  tutumlar  ile  toplumsal  söylemden  yola  çıkarak  çözümlenebilir. 

 

Toplumsal  anlamda erkek egemen anlayışın, cinsiyetçi şiddetin, ırkçılığın, faşizan tüm söylem ve pratiklerin kökeninde kitschleştirilmiş kültür yatmaktadır.

 

Toplum kendisine yeni gelen ya da yabancı olandan korkmakta ve onu tehdit olarak algılamaktadır.

 

Bu açıdan muhalifler, farklı etnik gruplar, farklı cinsel tercihlere sahip  olanlara  karşı  söylemsel  ve  eylemsel  şiddet  kullanmayı  meşru  görebilmektedir. 

 

Kısacası kitsch kültür şiddetin kültürüdür.

 

Kitsch otoriteryan bir toplumun yeniden üretilmesinde ve toplumu parçalayan  bir  şiddet  kültürünün  gündelik  yaşamı  belirlemesine  neden  olmaktadır. 

 

Bu  nedenle, kitsch masum ağlayan çocuk görüntüsünün ardına saklanmış şiddetle beslenen faşist bir canavardan başka  bir  şey  değildir. 

 

Günümüz  televizyon  dizilerindeki  bu  saldırganlık  en  belirgin biçimde “Kurtlar  Vadisi”  (ATV)  dizisinde  görülmektedir,  dizi  kitsch  kültürün  tüm  öğelerini barındırmaktadır.

 

Hem faşizan  bir duygusallığın, hem de estetize edilmiş  şiddetin kullanıldığı dizi kitleleri yeni olmayan yeni bilgilerle, tarihsel gerçeklik olarak sunduğu yalanlarla, sahte duygular ve tüm sorunların çözümü  olarak  sunduğu şiddetle ideolojik  olarak  biçimlendirmeyi amaçlamaktadır.

 

9

 

Dizinin  kitschliği en  çok  başkarakter  “Polat”ın  “ağlayan  çocuk  tablosuna” benzeyen  sahteliğinde kendini göstermekte, ayrıca faşizmi, faşist saldırganlığı meşrulaştırması, sıradanlaştırması devletin şiddet  yüklü,  milliyetçi,  ırkçı  ideolojik  yaklaşımlarının  toplumsal  alana  sirayet  etmesine  hizmet

etmektedir. 

 

Bu  tür  diziler  –Sakarya-Fırat  (TRT),  Tek  Türkiye  (STV),  “Ölümsüz  Kahramanlar” (STV)– toplumsal alanda milliyetçiliğin yükselişi ve gündelik yaşamda ırkçı söylem ve eylemlerin yaygınlaşmasında etkin  bir  biçimde  kullanılmaktadır. 

 

Bunun  yanında,  doğrudan  politik göndermelere  sahip  olmayan  televizyon  dizileri  de  ideolojiden  arınmış  değildir,  nitelikli  yerli yazınsal yapıtlara dayandıkları iddiasıyla çekilen diziler –Aşk-ı Memnu (Kanal D), Yaprak Dökümü (Kanal  D),  Hanımın  Çiftliği  (Kanal  D)– gibi  toplumsal  bilinç  yapısında  muhalif  bir  bakışı geliştirmeye yönelik herhangi bir potansiyel taşımayan, var olan  toplumsal  ilişkileri olumlayan ya da yeniden üreten tüm diziler –kitsch kültürü kullanan melodramatik yapılarıyla– toplumsal kültürü

kitschleştirmekte, kitleleri melodramların sahte duygusallığında yakalayarak, sahte hazlarla sisteme karşı  direniş  düşüncesinden  uzak  tutmaktadırlar. 

 

Toplumsal  ilişkilerin  yeni  ekonomik  ilişkilere uygun  biçimde  dönüştürülmesi  süreci  bağlamında  kitleler  tüketimciliğe,  sahteliğe,  pasifliğe, apolitikliğe yönlendirilen kitleler sahte gündelik ilişkilerdeki duygusallıklarıyla, egemen ideolojiyi yeniden üreten  duygusal-politik  yaklaşımlarıyla,  bu anlamıyla  ırkçı,  faşist  tepkisellikleriyle kendi varoluş  koşullarını  imleyen  gerçekliklerinden  kaçarak  sahteliğe  dayanan  bir  gerçeklik  içerisinde sahte eğlencelerle sahte mutluluklar yaşarlar.

 

Kitsch  veya  kitle  kültürü  toplumsal  anlamda  olumsal  etkide  bulunabilecek  üretimler gerçekleştirebileceğini  savunan  düşünceler,  sınıfsal  anlamda  egemenlere  eklemlenmiş  bir ideolojinin yansımalarıdır.

 

 Kitle  kültürünün ürünleri toplumlar  için hiçbir olumsal  gelişim olanağı taşımazlar aksine  ezilenler için  süreğen  olarak karanlık  bir  dünyanın yeniden üretilmesini  garanti altına alırlar.

 

 Kitsch “öldüren bir eğlence”dir, düşüncenin uyuşturulmasıdır, hem Hollywood filmleri hem de günümüzdeki tüm  ticari yerli filmler kitschin mantığı  bağlamında  üretilmişlerdir.

 

Örneğin oldukça  popüler  olmuş  “Recep  İvedik” film  serisi  “kitsch  film”in  en  önemli  göstergelerinden birisidir ve  bazı  yorumcular filmi  olumsal anlamda ele  alarak  sınıfsal  ve  kültürel  bir karşı  koyuş içerdiğini ileri sürdü.

 

Gerçekte ise “Recep İvedik” yoksullaşmış, akılsızlaştırılmış, apolitik, lümpen, erkek  egemen,  cinsiyetçi,  milliyetçi,  saldırgan  vb.  özellikleriyle  toplumsal  çöküşün  en  açık göstergelerinden biridir ve bu stereotipi eleştirmekten çok olumlamakta ve bizlere sempatik kılmaya çalışmaktadır.

 

 “Recep  İvedik” kitch  kültürün  bir  ürünüdür ve toplumsal yaşamın  “basitleştirilmiş, karikatürize edilmiş” bir  yansımasıdır, söz konusu tipleme sistemin ürettiği sorunların karşısındaki çaresizliğini  kendisi  gibi küçük  insanlardan  çıkartmaya  çalışmakta,  küfürleriyle  sahte  bir  sınıfsal karşı  koyuş  sergilemektedir. 

 

Sınıf  mücadelesine  karşı,  kitle  kültürünün  haz  veren  eğlencelikleri üzerinden  iktidara,  yönetici  sınıflara  lümpence  küfretmenin  komedisi  gerçekte  çok  trajik  bir görünüme sahiptir.

 

 Çünkü, ezilenler sınıfsal anlamda yaşanan sömürüye karşı koymak  yerine, bunu kabullenip kendi çaresizleşmiş yaşamını sürdürmeyi yeterli bulmakta, “şükretmeyi” öğrenmektedir.

 

Ezilen sınıflar  tam  da kaçmamaları,  cesaretle yüzleşmeleri gereken  kendi gerçekliklerinden korku duyarak görmezden gelmeleri ve buna karşı direnmekten kaçmaları olumsal bir eylem değildir, tam aksine toplumsal anlamda karşı konulması gereken siyasal bir sorundur.

 

Bu durum, akılsızlığını bir güç  gibi  sunan  lümpen  proletaryanın  var  olamamasının  dayanılmaz  ağırlığıdır;  komedi  ögesini yaratan, ama  gerçeklikte kitlelerin  güldüğü şey kendi  trajik  yaşamlarından  başka  bir  şey değildir.

 

Kitleler kendilerini parçalayan,  yok eden sistemin karşısında niteliksiz  güldürülerle kendilerini de süreğen bir biçimde sahteleştirerek, basitleştirerek, kısacası yabancılaştırarak haz almaya çalışarak, bu  “kalpsiz  dünya”ya  dayanmaya,  tahammül  etmeye  çalışırlar;  gerçekliği  dönüştürmek  için mücadele  etmektense  kendilere  dair gerçekliği  görmezden gelirler, insani  olana  sahip çıkmaktan kaçarlar.

 

Sonuç

Medya  tüm  kültürel  ürünlerinde  toplumsal  kaçışı  olanaklı  kılar,  “boş  zaman”  olarak  sunulan özgür zamanda kitlelerin üretim sürecine  yeniden dahil olabilmesi için dinlendirilmesi  gerekir;  bu süreçte  tüketimle  gerçekleştirilir,  ya  alış-veriş  yaparak  ya  da  kültür  endüstrisinin  haz  veren ürünlerini tüketerek kitleler yenilenirler ve daha fazla tüketebilmek için kendilerini tüketen “ücretli köleliği”  gönüllü  olarak  kabul  ederler.

 

 Kitleler  sorunlarının  gerçek  nedeni  olan  sistemle  karşı karşıya  kalmaktan  kaçınır,  ancak  ona  karşı  küçük  karşı koyuşlar  ve  boşalımlar  yaşamalarını sağlayan  yanılsamalarla, sahte  bir  yaşamı  yeniden-üreten kitsch  kültürü sunan  medya ürünleriyle eğlenmeyi, oyalanmayı tercih ederler.

 

Çünkü, eyleme geçen sistem-karşıtı bir mücadele tüm sıradan

yaşam  döngüsünü  altüst  edecek  riskler  barındırmaktadır.

 

 Bu  nedenle  kitleler, muhalif  medyanın onlara dair  gerçekliği  yansıtmasından  rahatsız  olurlar, kendilerini  çıplak gösteren  bir  ayna  olarak muhaliflerden  kaçma  eğilimi  duyarlar. 

 

Varoluşlarını  sorgulamalarına  neden  olduğu  için  muhalif ideolojilerden egemen sistemin eğlence kültürü ile uzak tutulurlar, gerçekte sınıfsal anlamda onları savunan  farklı  düşüncelere  tahammül  edemezler,  sisteme  sarılarak  daha  çok  acı  çekmeyi  tercih ederler, “işkencecilerine duydukları aşk” ile muhalif örgütlenmelere, yani kendi gibi olanlara karşı saldırgan  bir  yaklaşım  geliştirirler. 

 

Toplumsal  düşüncenin  kitschleşen  kültüre  koşut  olarak faşistleşmesinin sonucunda, toplumsal gelecek daha da karanlık bir hal alır.

 

Kitschleşen toplumsal kültür muhafazakar, faşizan bir hal  alarak gündelik  yaşamın parçalanmış, çatışmacı,  şiddet üreten bir biçim almasına neden olur.

 

Sonuç olarak medyanın özellikle de televizyonun etkin bir biçimde ürettiği  kitsch  kültür  toplumun  kendi yok  oluşuyla  yaşadığı cehennemi/mahşeri,  karanlık, çürük, kısacası pornografik 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  SANAT EĞİTİMİ Sanatın Tanımı Günümüzü algılayıp anlamak, günümüze kadar geçmişte olup bitenleri ve yapılanları öğrenmek, bilmekle g...