Kalpsiz Bir Dünyanın Kalbi - Televizyon
Gündelik yaşam küreselleşme süreci ile birlikte dönüşüm geçirdi, tüm dünyada neo-liberal politikaların zorla ya da rızayla uygulamaya başlanması ve 1980’lerde tüm dünyada yaşanan ekonomik dönüşümle birlikte siyasal ve kültürel dönüşümün de yaşanmasını beraberinde getirdi.
Gündelik
yaşam, toplumsal kültürün
yaşam alanı olduğu
için de yeni
dönemin tüm etkilerini görmek açısından önemli bir
çalışma alanı sunmaktadır.
Kapitalizmin yeni biçiminde temel mantık bağlamında ideolojik
olarak bir değişim
olmamıştır, sömürü ilişkileri
acımazsızlaşarak devam etmektedir,
ancak yeni üretim,
savaş ve iletişim
teknolojilerinin
yaratılmasıyla birlikte toplumsal ilişkilerde önemli
bir değişim yaşanmıştır.
İletişim yeni
teknolojilerin sağladığı demokratikleşme olanaklarına rağmen daha da
baskıcı, anti-demokratik bir
biçim kazanmıştır.
İletişim alanı toplumsal bilinçyapısının belirlenmesi
ve denetimi için
kullanılmış ve iletişimin
kendisi de özgürleştiren değil
iktidarı tüm toplumsal
alanlara yayarak iyice
tutsaklaştıran bir nitelik kazanmıştır.
Toplumsal
yaşam alanlarında polisin
hakimiyeti arttırılmış, iktidarın
gözünün tüm toplumsal alanları
denetim altına alması
sağlanmıştır.
Sınıf
hareketinin ve muhalif
toplumsal hareketlerin
ezilmesi, muhalif düşüncenin
marjinalleştirilmesi ile birlikte
toplumsal özgürlükler iktidar tarafından
gaspedilmiştir.
Toplum iktidara
“gönüllü kulluk” yapmaktan
zevk alır hale
getirilmiş, sado-mazoist bu ilişki biçimi
olağanlaşmıştır.
Kültür
endüstrisinin ürettiği “kitle
kültürü” toplumsal düşünüşü
yok etmekte, tek
amaç haz üretimi için
gündelik yaşamın gerçekliğinin
unutturulmasını amaçlamaktadır, televizyon
bu anlamda halen en
etkili medya olma
niteliğini korumaktadır.
Televizyon
programlarının, diğer kültürel
ürünler gibi, temel işlevi
iş zamanı dışındaki zamanı doldurmak ve insanların
kendilerini tüketen yaşamı tüketerek
unutmalarını sağlamaya sevk
etmektir.
Kitleler medya
aracılığı ile kendilerini var
edebilmekte, yaşama dair tek kaygı
haz üzerinden tanımlanmaktadır.
Yoksullar için tüketim olanakları
kısıtlı olduğu için
onlar sadece tüketenleri
izleyerek mastürbatif bir
haz yaşayabilmekte, isyan etmek
yerine sistem-içi ya
da dışı kumar
ya da yasadışı
yollarla zenginleşmek ve daha
fazla hazza sahip
olabilmek yani tüketebilmek
istemektedir.
Var olmak tüketmekle çakışmıştır
ve medya, özellikle
de televizyon, bu
sürecin süreğen olarak
yeniden üretimini
garantiler.
Kültürel
üretimlerde bu anlamda
artık temel olarak
tüketim üzerinden belirlenmekte, toplumsal
varoluşa dair sorunlardan
uzaklaştığı için kitlelere
yabancı ve sınıfsal belirlenmişlikten arındırılmış
ancak ideolojik anlamda her zaman için
egemen iktidar tarafından farklı biçim
ve düzeylerde yüklemlenmiş, yüzer-gezer tüketim
nesneleri günümüzün “kitsch” öğeleri olarak tanımlanabilir.
“Kitsch” artık
toplumsal akılsızlaşma anlamında kitle iletişim araçları ile birlikte
tüm toplumsal iletişim
süreçlerine nüfuz etmiş
ve genelleştiği için
görünmez hale gelmiştir.
Televizyonun
kitlesel anlamda yaydığı
ve yeniden ürettiği
kültürde “kitsch”dir.
Televizyon
toplumsal yapıya olan
etkisini çözümleyebilmek için
bu bağlamda “kitsch”leşen toplumsal kültürün incelenmesi
gereklidir.
Toplumsal Kültürün Yapısal Dönüşümü
Kültürel
anlamda geçmişte ortaya
konulan seçkin kültür, halk
kültürü, popüler kültür ve
kitle kültürü tartışmaları halen
devam etmektedir.
Ancak,
küreselleşme ile birlikte
kültürel alanda yaşanan yapısal
dönüşüm ile birlikte
tüm kültürel alan
benzeşmekte ve kitle
kültürü tüm diğer kültürel alanları
sömürgeleştirerek hızla benzeştirmektedir.
Yönetici
sınıfların kendi varoluşlarını anlamlı kılmak için ürettikleri
seçkin kültürde giderek marjinalleşmekte ve geri çekilmektedir, yeni dünyanın zenginleri
de ezilenlerle benzer
bir kültürel ortam
içerisinde yaşamaktadır.
Medyanın yarattığı
kültürel ortam ideolojik
anlamda sınıfsal çatışmaları
uzlaştıran ve tüm
sınıfların ortaklaşabildiği
bir kültür ve bu
kültürün hem tüketildiği hem de
yeniden üretildiği bir kültürel ortam taratır,
bu kültür aslında
eğlence üzerinden yeniden-üretilen tüketim
kültürüdür, ezenlerle ezilenler
Roma İmparatorluğu dönemindeki
gösterilerde olduğu gibi
eşitsizliği yeniden-üreten kültürel ortamda
bir arada eğlenmektedir, ezilenler
kendilerini yok eden
sistemden mazoşist bir biçimde
zevk almakta, kültürel
anlamda ise yoksullaşmaktadır ve
isyan etmekten uzaklaşmaktadırlar,
ezenler ise gösterişçi tüketimleriyle kendilerini
ifade edecek bir
alan bulmuş olmaktadır.
Sınıfsal
anlamda kendi için
sınıf olmayı başaramayan
ezilen sınıflar üzerindeki tahakkümün yaratılması
ve sürdürülmesinde medya
ve medyanın yarattığı
kültür iktidarlar için vazgeçilmez hale gelmiştir; kültürel
benzeşme sınıfsal çatışmaların üstünün örtülmesinde önemli bir işlevi yerine
getirmektedir, tüm toplumsal
sınıflar benzer kültürel
paylaşımlar bağlamında buluşabilmekte böylelikle
demokratik toplumsal alan yaratılmaktadır.
Küresel
dünyada, yeni emperyalizmin
mantığı bağlamında küresel egemen gücün yaygınlaştırdığı ekonomi politikaları
ile birlikte toplumsal
kültürlerde dönüşüm geçirmek zorunda kalmıştır.
Yeni iletişim
teknolojilerinin etkin
kullanımıyla işleyen yeni
emperyalizm tüm kültürel
alanda da etkin
bir sömürgeleşmenin yaşanmasına
da neden
olmaktadır, üretim ve tüketim
biçimlerine bağlı olarak toplumsal kültürler
giderek
benzeşmektedir.
Televizyon
kültürü bu açıdan
küresel kültürü yereller
bağlamında uyumlulaştırarak
yaymakta, ezilenler için
uygulamaya konulan yoksullaştırıcı politikaların olabildiğince sorunsuz
yürütülmesinde önemli bir ideolojik işlevi yerine getirmektedir.
Kültürel
tek tipleşme, sınıfsal
çelişkilerin görünmezliğini sağlayarak
tüm topluma sahte
de demokrasinin var olduğunu
göstermeyi amaçlar.
Egemen sınıfın
kendi varoluşunu imleyen seçkin bir kültür
üretmesi sonlandığında ya
da bu kültürün
giderek kitle kültürünün
bir parçasına dönüşmesi
sürecinde, tüm sınıflar benzer kültür ürünlerini tüketmekte ve sistemin
yeniden-üretimini garanti altına alan yönetici elitlerin,“iktidar seçkinleri”nin
devlet aygıtının olanaklarını kullanarak toplumsal denetimi
sağlayacak ideolojik aygıtlar
ve baskı aygıtlarını kullanabilecek yeteneğe
ve ideolojik farkındalığa sahip
olması yeterli olmaktadır.
Yönetici
sınıflar kitle kültürünün
merkezi belirleyeni olarak kendileri
de bu fetişistik
dünyanın büyüsüne kapılarak,
yarattıkları dünyanın denetimi altına
girerler.
Seçkinler
için yarattıkları markalar
varoluşlarının göstergeleridir,
tükettikleri ile
kendi varoluşlarını hisseden bir toplumda onlar az sayıdaki
seçkin ürünü tüketerek seçkinliklerini ortaya koyarlar, gerçekte ise metaların
denetimindeki bir yaşam, tüketime dayanan bir
yaşam varoluşunu sahtelikler
üzerinden anlamlandırmak dışında
hiçbir olanağı barındırmaz.
Tüketim kültürünün tanrısal metalarının denetiminde
insan kendisinden vazgeçmiştir, yok oluşunu metaları tüketerek
kutlamaktadır.
Tüketimin
düğüm noktalarını oluşturan
markaların gerçeklikte
gönderme yaptığı kültürel bir merkez yoktur, “marka” boş bir gösterendir; üst
sınıfların kullandığı orijinal markalı ürünle, alt sınıfların bu ürünlerin
taklitleri arasında gerçeklikte hiçbir ayrım yoktur, hiçbir kültürel
farklılaşma yoktur, genel
anlamda tüm sınıflar
aynı tüketim döngüsü
tarafından belirlenmekte, yani metaların
denetimi altına girmektedir,
meta-fetişizmi tüm toplumsal ilişkilerin
merkezi belirleyeni haline gelmiştir.
Meta-fetişizmi
bağlamında ele alındığında egemen kültürün de
kitschleşmiş olduğu açıkça görülür.
Toplumsal
anlamda akılsızlaşmanın genelleşmesi
olarak kitschin gündelik
tüketimin temel belirleyeni
haline gelmesi onu görünmez kılmakta, sınıfsal çelişkilerin üzeri örtülerek
ezilenler için “başka bir dünya”nın mümkün
olduğu düşüncesinin muhalifler
tarafından kitlelere aktarımının polisiye önlemlerle yasaklanmasına gerek
kalmamaktadır çünkü kitle kültürünün
sarhoşluğundaki kitlelerin
artık bu tür
muhalif söylemleri dikkate
almaları ve anlamaları
çok da olası
değildir.
Yaşadığını, gördüğünü, duyduğunu, okuduğunu
anlamlandıramayan, yorumlayamayan, tartışmayan kitleler iktidarın
labirentinden çıkma zahmetine
girmemekte, kendi
yoksullukları ile haz
içinde
çürümektedirler.
Yaşamlarını
tanrısal bir düzenin getirisi
ve geri döndürülemez bir
kader olarak kabullenen kitlelerin
düş görme yetileri
körelmiştir, bu anlamda
kitleler kendilerine sunulan iktidarın kurgusu
olan gerçekliklerini tüm
olumsuzluklarına rağmen dönüştürmeye
cesaret edememekte, giderek acı
çekmekten zevk alabilmekte ya da
dinsel olana sarılarak daha kötüsünü düşünerek var olan durumlarına
şükretmektedirler.
3
Tüm bu
olumsuz tabloya rağmen, yaşamın
dönüştürülemez olduğunu savunmak
olası değildir.
Tüm olumsuzluklara
rağmen egemen kültür hiçbir
zaman ezilenlerin bilinç yapısını
tamamen ele geçiremez, her zaman
için muhaliflerin kendilerini
var edebilecekleri ve
muhalif kültürlerini üreterek paylaşabilecekleri toplumsal
alanlar mevcuttur.
Sınıfsal
sömürünün devam ettiği günümüzde muhalifler
zor da olsa
var olan gerçekliği
dönüştürmek ve yeni
bir dünyayı yaratabilmek için
gündelik yaşamdan başlayarak
kitle kültürüne karşı
muhalif bir toplumsal kültürün yaratılması
mücadelesini yürütmektedirler.
Gerçekliği dönüştürebilecek güç
halen toplumun elindedir, yalnızca tarihsel olarak muhalif hareketlerin gerilemesi nedeniyle yaşanan bir duraksama söz
konusudur.
Kitschleşmiş kitle
kültürüne karşı tek
alternatif “muhalif kültür”dür.
Sınıf mücadelesi temelinde ezilenlerin yaşadıkları
sorunları anlamlandırdığı ve çözmek için eyleme geçtiği bir
dünya tahayyülünü merkez
alan muhalif kültür,
geleceğin dünyasını kurmayı amaçlamaktadır, bu anlamda da kitle
kültürünün kitlelerde yarattığı tahribata
karşı toplumsal, daha doğrusu
sınıfsal farkındalığın geliştirilmesini amaçlar.
Muhalif kültür
egemen kültüre karşı
halk kültürünün isyancı yapısını temel alan ancak sadece yerel kültürle
sınırlı kalmadan tüm dünyadaki toplumların
kültürlerinden beslenen ve
egemen sınıflara karşı
alternatif oluşturmayı amaçlayan ideoloji ile etkileşim içerisinde olan bir kültürdür.
Halk kültürü
kendiliğinden muhaliflik taşımaz,
bu kültürün genel
anlamda egemen kültür
tarafından
sömürgeleştirilmesi söz konusu
olabilir.
Dolayısıyla
muhaliflerin toplumsal anlamda
özgürleşmeyi ve eşitliği
temel alan halk
kültürü öğelerini içeren bir muhalif kültür yaratılması için çaba
göstermesi ve toplumun bu yaratımda etkin özneler olarak
yer almasının sağlanması
gereklidir.
Muhalif kültür sadece
halk kültürünün ya da ezilen
sınıfların kültüründen unsurlar
içermez, toplumsal anlamda
özgürlük ve eşitliği
sağlayan kültürel üretimlerden beslenir ve egemen kültüre karşı
alternatif bir kültür ortaya koymayı amaçlar.
Kitle
kültürünün toplumsal kültür
alanını sömürgeleştirmesi, yani
özgürleşme düşlerinin, ütopyaların ortadan
kaldırılması çabasına karşı
sınıfsal başkaldırı halen
sürmektedir ve bu hareketler
kendi muhalif medyalarını
yaratmaktadır.
“Muhalif” medya
hem geleneksel iletişim biçimlerini hem de
yeni iletişim biçimlerini
etkin bir biçimde
kullanarak yerel ve küresel
alanda iktidarlara karşı toplumsal özgürlükleri savunmaya devam
etmektedir.
Otoriteryan, faşizan
iletişim biçimlerinin
medyayı ele geçirmesine
karşı alternatif-radikal medyaların
yaratılması gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Muhalif kültürün
yaratımı ve kitlelere
aktarımında
alternatif-radikal medya vazgeçilmez
bir önem taşır.
Öncelikle
ezilenlerin bilinç yapısının iktidarın ideolojiden kurtarılması ve yeni
bir anlamlandırma biçiminin
söylemin yaratılması açısından
muhalif medya olmazsa olmazdır.
İktidarın
şiddetinin yeni dönemde
yoğunlaşması ile birlikte
şiddet de bir
iletişim biçimine dönüşmekte,
gündelik yaşam şiddet biçimlerine
dayanan bir iletişim kültürünün
hakimiyeti altına girmektedir.
İktidarın şiddetinin
meşrulaştıran medyaya karşı,
toplumsal direnişin geliştirilmesi sokakların özgürleştirilmesi,
ezilenlerin örgütlenerek iktidarın köleleştiren yapısına karşı mücadele etmesiyle olasıdır.
Bu anlamda,
dünyadaki alternatif-radikal medya
örneklerini inceleyerek yerellerde toplumsal
iletişime müdahil olabilecek,
eşitlikçi ve özgürlükçü
bir yaklaşıma sahip toplumsal kültürü
üreten, güçlü muhalif
medyaların yaratılması muhalifler
için ertelenemez zorunluluklardandır.
Toplumsal kültürün
dönüşümü gündelik iletişim
biçimlerinin dönüştürülmesiyle olasıdır,
bu bakımdan kitschleşen
kültürü yenebilmenin tek
yolu da yereller bazında örgütlenmiş güçlü
muhalif kültür ve iletişim
biçimine sahip örgütlülüklerin
yaratılmasını gerektirir, toplumun alternatif bir ideoloji ve dünyanın farkına
varabilmesi uzun soluklu örgütlenme
ve mücadeleyi gerekli kılmaktır.
Toplumsal alanda kitle kültürünün –kültür
endüstrisinin, tüketim kültürünün– egemen
olmasıyla birlikte toplumsal kültür
büyük bir değişim
geçirmiştir, kitle medyası
hem sanatsal ve
iletişim alanında
demokratikleşmenin
olanaklarını yaratmıştır hem de iktidarlar
için toplumsal bilinci belirlemeyi kolaylaştıran bir
kültürel yapının oluşumunu beraberinde getirmiştir.
Sanat ve kültürün endüstriyelleşmesi, (salt) tüketilebilen/tüketime yönelik
bir biçim alması
ile birlikte sınıfsal anlamda işlevleri de değişmiştir.
Sanatı toplumsal gerçeklikten soyutlayarak yorumlamak olanaklı
değildir, sanat toplumsal bir iletişim biçimidir ve
toplumun iktidarlardan bağımsız olarak kendisini var edebilmesine olanak
sağlayan bir alandır, bu bakımdan sanatın özgürleştirici işleve sahip olduğu savunulabilir, buna
bağlı olarak toplumları
iktidara bağlayan kültürel
üretimlerin sanatsallığının sorgulanması gereklidir, burjuva kültürü yeni
emperyalizm çağında geçmişteki
devrimci yapısını korumamaktadır,
sınıfsal anlamda sanat ürünleri üst sınıfların kendilerini ifade etmek ve toplumun
geri kalan kesiminden ayırmak için kullandıkları simgelere dönüşmüştür, bunun
ötesinde bir anlam taşımları gerekmemektedir.
Altsınıflar
için üretilen tüketime
yönelik, eğlencelik kitle
kültürü ürünlerinin de sanat
olduğunu iddia edebilmek
olası değildir, üstsınıfların
yaşamının kötü bir kopyasını
yaşamak isteminde olan
altsınıfların durumu günümüzde
kitschin kitleselleşerek kitle kültürünün temel belirleyeni haline
geldiğini göstermektedir.
Toplumsal anlamda sınıfsal tepkilerini ortaya koyacak
ideolojiden ve örgütlülükten
uzak olan ezilenlerin
giderek muhafazakarlaşması, buna
rağmen tüketim süreçlerinde de yer almak istemesi çelişik ve hastalıklı bir
toplumsal kültürün oluşmasına neden olmaktadır.
Bu
kültürel yapı kitschi
gündelik yaşamın temel
ögelerinden biri haline
getirmiştir.
Üstsınıflar içinde
aslında durum kültürel açıdan
farklı değildir, tüketimin temel belirleyen olduğu
burjuva yaşamında da
gelişkin bir düşünsel
gelişimin olmadığı açıkça görülmektedir, magazinleşen
ve medyada var
olarak yaşadığını hisseden
amorf bir azınlık
ve bunları izleyerek mastürbatif
bir rahatlama yaşayan
kitlelerden söz edilebilir.
Ancak,
bazen bu izleyici kitlenin
saldırgan hareketlerde bulunması ve tecavüz kültürünün yaygınlaşması da var
olan toplumsal kültürün doğal
sonuçlarıdır.
Bastırılmışlığın,
otoriteryanizmin gündelik ilişkilerin
temelini oluşturması toplumsal kültüründe buna uygun olarak sistemin
belirlediği biçimde kitleleri yeniden-üretmesi kültürel anlamda gelişkin
olmayan bir toplumsal yapının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Kitle iletişim
araçları ezilenleri yaşadıkları dünyanın olası
en iyi dünya olduğunu ve bunun
değiştirilmesinin çok da olası
olmadığını söyler, buna uygun olarak
yaşam da var olanın muhafaza edilmesine
dayanır, farklı düşüncelere
kapalı hatta tepkili,
düşünsel anlamda gelişkin olmayan bir
toplum yaratılır.
Muhalif kültür
ise marjinalleştirilir, başka
bir dünyanın mümkün
olduğuna inananların toplumla buluşması maddi anlamda
olmasa da düşünsel anlamda engellenir, kitle kültürünün
belirlediği toplumsal bilinç
yapısı muhalif düşünceleri
anlamlandıracak yetiye sahip
değildir.
Bu nedenle, muhaliflerin iktidarın etkisini kırarak
yeni bir kültürel alan yaratması ve gündelik
toplumsal yaşama müdahale
edecek kültür ve
iletişim aygıtları yaratması
gereklidir.
Toplumsal
anlamda yaygınlaşmış kitsch
kültürünün tek alternatifi
muhalif kültürdür ve
sınıf mücadelesinin
temelinde toplumsal örgütlenmenin
gerçekleştirilmesi ve muhalif
sınıfsal kültürün yaratılmasıyla
var olan toplumsal çöküşe karşı konulabilir.
Toplumsal
bilinç yapısının kültürel
yeniden-üretim ve toplumsal
iletişim süreçlerinde kendi gerçekliğine yabancılaşması söz
konusudur.
Metaların egemen
olduğu dünyada, sanatın
da metalaşması kaçınılmazdır.
Sanatın
gerçekte metaların egemenliğine
karşı koyan yapısına
karşın günümüzde sanat metalaşmıştır, sanat
ürünlerinin fetişistik karakteri
de bunun en
açık göstergelerindendir.
Resimden,
sinemaya sanatın estetik
anlamda da bir gerileme
yaşadığı açıkça görülmektedir.
Burjuva kültürü
kapitalizmin başında sahip olduğu devrimci özü yitirmiştir, aksine “devrimci sanat”ı engellemekte, kitlelerin
kendilerini özgür bir
biçimde ifade etmesine
olanak sağlayacak sanatsal biçimlerin
gelişiminin önünü kesmektedir, alternatif
sanat ya da
devrimci sanatçılar sistemin belirlediği
sanat sistemi tarafından
görmezden gelinmekte, toplumdan kopuk, varoluşa dair gerçekliğe göndermesi
olmayan üretimler “sanat” olarak sunulmakta
ve tüketim için pazarlanmaktadır.
Bu anlamda sanatın
günümüzde devrimci bir dönüşüm
geçirmesi ve tüketime endeksli
sanat anlayışının yerle bir
edilmesi gerekliliği ortadadır.
Muhalif
sanatçı meta kültürüne karşı çıkar, sömürünün
olmadığı bir dünyayı
tahayyül eder, “sınırları ihlal
eden sanatçı, kültürün onu metalaştırma ihtiyacı karşısında
etkin bir isyan halindedir”.
Muhalif sanatçıların sokakları temel alan
ve toplumsal mücadeleler
temelinde kendilerini yeniden görünür kılmaları
alternatif-radikal medyaları hem
yaratarak hem de
daha etkin bir
biçimde kullanarak var olan sanat anlayışını dönüştürmeleri gerekliliği
açıkça görülmektedir.
Kitle Kültürü ve Kitschleşme
Kapitalizmin
gelişim süreci aynı
zamanda kültürel bir
dönüşüme neden olmuştur,
kapitalist yapının üretim ve tüketim biçimlerine uygun kültür, ideolojik
bağlamda, sistemin yeniden üretimini sağlar.
Toplumların sisteme entegre edilmesi sürecinde
toplumsal bilinç ve pratikler yeni
bir kültür çerçevesinde yeniden biçimlendirilirler:
Kitle
kültürü toplumu sisteme
bağlama sürecinde tüm toplumsal
alanı sömürgeleştirir,
toplumsal anlamda sahte bir eşitlik
düşüncesi geliştirerek “sahte bilincin”
içselleştirilmesine hizmet eder:
“Kitle kültürü,
yöneten ve yönetileni, varlıklı
ile yoksulu özgür olan ile özgür olmayanı, mutsuz insan ile onu mutsuz kılan
toplumsal realiteyi özdeş kılacak bir yanılsama oluşturma işleviyle üretilir.
Kitle kültürünün tüketicisi olduğumuz anlara, yaşadığımız
bu realite ile başa çıkamayacağımızı düşündüğümüz
anlardır.
Realitenin gerçek yüzünü görmekten kaçmak istediğimiz anlardır.
Bize acı veren
toplumsal realite karşısında, deyiş doğruysa unutmaya, amneziye sığındığımız
anlardır” .
Kitlelerin
unutma biçimleri aslında
kendi gerçekliklerinden ve
bu gerçekliğin dayattıklarından kaçmalarına hizmet
eder, toplumlar iktidarla mücadele
etmek yerine onunla
uzlaşmaya ikna edilirler, bu uzlaşma
ise eşitsizliğin, yoksulluğun, köle-efendi ilişkilerinin
unutulmasını gerektirir.
“Kaçış ve
haz” kültürü olan
kitle kültürü bağlamında
kitlelerin boş zamanları
sömürgeleştirilir, üretim süreçlerinde
tükenen emek gücü boş zamanda
üretime sorunsuz bir
biçimde yeniden dahil
edilmek için canlandırılır, rahatlatılır.
Boş zamanda
üretim sürecinde kazandıklarını tüketen
kitleler rahatlama yaşarlar,
kendi varoluşlarını kaçış ve
haz mantığı ile
anlamlandırırlar, böylelikle
sınıf çatışması olasılığı devre dışı
bırakılmış olur.
Boş
zamanın kitleleri sistem dışına itebilecek
muhaliflerin etkin olduğu
bir alan olarak bırakılması olası
değildir,
iş dışındaki
zamanın boş zaman olarak nitelendirilmesi bile
gerçekte egemen ideolojinin anlayışını
yansıtmaktadır, iş dışı
zaman işçilerin kendilerini
yeniden üretebilecekleri zamandır yani işçiler için en değerli zamandır.
Bu zaman süreci muhalif düşünceleri üreten,
toplumsal alternatifleri tartışan yani muhalif
ideolojilerin yaygınlaşmasına
olanak tanıyan, hatta toplumsal
örgütlenmelerle işçileri sistemi
tehdit eden sendika,
parti gibi oluşumlara yönelmesine neden
olabilecek potansiyellere sahip
olduğu için sürekli
olarak denetim altında tutulması gereken bir zaman olarak görülmektedir.
Bu nedenle kitleler iş zamanda denetim altında tutulduğu gibi
iş dışı zamanda
da denetim altında
tutulmaya çalışılmaktadır, bu
bakımdan kitle kültürü iş dışında boş zaman olarak tanımlanan zamanda çalışan
sınıfları hazcı ve kaçışcı tüketime, eğlenceye
yönelterek muhalif hareketlerin
kitleselleşmesinin önünü kesmeyi
amaçlamaktadır.
Eğlence
tüketime dayanır bu
anlamda kapitalist üretim,
ürettiklerinin tüketilmesi için
işçileri eğlenceli bir tüketim
dünyasında yeniden üretime
dönüp, yeniden tüketebilmek
için emeklerini satabilecekleri bir
oyunun içerisine hapseder.
Bu
anlamda, “eğlence, geç
kapitalizm koşullarında çalışmanın uzantısıdır.
Mekanikleşmiş
emek süreciyle yeniden
baş edebilmek için ondan
kaçmak isteyen kimselerin aradığı bir şeydir”; işçiler üretim sürecinin
yarattığı baskıdan bir süreliğine
kurtulurlar ancak kendi
istedikleri özgür bir ortamda
değil, üretim sürecini yöneten sistemin belirlediği köleleştirici
bir tüketim bandında geçici ve sahte bir rahatlama yaşarlar.
Üretim ve
tüketim aynı egemen
sistem tarafından belirlendiği
için çalışanlar “boş
zamanlarında emek süreçlerinin
kopyasından başka bir şey yaşayamazlar”.
Toplumun kendi
gerçekliğiyle karşılaşmaktan
kaçınması zorlu bir mücadele
gerektiren tarihsel bir sınıf
çatışmasının öznesi olmasını
gerektirir bu ne iktidar
tarafından arzulanır ne de
tek tek bireyler böyle bir
mücadeleye cesaret edebilir,
kitle kültürü bu
bağlamda toplumsal özneleri yalnızlaştırırken aynı
zamanda onları bilinç
yönünden kendi denetiminde
düşünmeden sorgulamadan kabul edip yaşayan bir kütleye dönüştürür.
Kitle kültürünün üretimi ve dağıtımında medya etkin
bir işleve sahiptir, yaygın medya kültürel ürünlerle toplumsal bilinç yapısına müdahil olarak gündelik yaşam
üzerinde etkin bir güç haline gelir.
Kitle kültürünün kullanan egemen iktidar, ideolojik olarak,
tüm toplumu gelişmemiş
bir düşünsel seviyede
eşitlemeyi amaçlar, bu
açıdan toplum üzerinde görünmeyen
bir şiddet uygular.
Toplumun
muhalif düşüncelerden etkilenmesini önlemek için muhalif düşünceyi
yok etmekten çok bu düşünüşün anlaşılabilmesini engelleyecek bir bilinç biçiminin
yaratılmasını hedefler.
Bu
bakımdan, kitle kültürünün
toplumsal akılsızlaşmayı gerçekleştirmek için
kullanıma soktuğu görünmeyen
şiddet biçimlerinden bir
tanesi “kitsch”dir.
Kitsch
kitle kültürünün son
aşamasıdır, kitle kültürünün
sonuç noktasıdır bu
anlamda kitle kültürünün en
fetişistik ve şiddet
yüklemlenmiş biçimi olarak
tanımlanabilir.
Kitsch gündelik
deneyimleri aşırı duygusallaştırılmış bir
biçimde içerikten ve
düşünceden yoksun bir
basitlikte üreten kültürel yapılanımdır, basit ve sahte bir toplumsal
düşünüş ve duygu kurgulayarak toplumun iktidara
eklemlenimi hızlı ve
güçlü bir biçimde
sağlamayı amaçlar.
Bu süreçte kitsch toplumsal kültürü sömürgeleştirir ve
onun öğelerini içeriksizleştirerek yeniden
üretir: Kitschin “olmazsa olmaz koşulu,
tam anlamıyla olgunlaşmış
bir kültürel geleneğin hemen
el altında bulunmasıdır; bunun buluşlarını,
kazanımlarını ve gelişmiş
kişisel bilincini, kitsch
kendi yararına kullanabilir.
Ondan araç gereçler,
tuzaklar, yol yordam,
kurallar, temalar alarak
onları bir sisteme
bağlar, kalanlarıysa
yaşamdan dışlar”.
Kitsch kültürel
anlamda hiçbir gelişmeye izin vermez, kültürü dondurur ve
gelişimi yok edecek bir biçimde kapatır, sanatı taklit eden kitsch zamanla taklit
edileni taklit etmeye
daha da sahteleşmeye
yönelir.
Günümüzde
kitsch yüksek sanatın bir
taklidi değildir, farklı
toplumsal sınıflar tarafından
gündelik yaşamda kullanılan niteliksiz söylem
ve eylemleri estetize
ederek kendini yeniden-üreten bir
yapıdadır.
Gündelik yaşamı farklı bir kurguda estetize ederek
yeniden-üreten medya, gündelik
yaşamın taklidini eğlence olarak kitlelere aktarır, “kültür sanayi insanlara
cennet diye yine aynı günlük yaşamı
sunmaktadır” .
Kitsch
kültürün amacı var
olan gerçekliği sonsuz
bir biçimde yeniden tekrarlayarak
bunun dışında bir alternatifin olduğu
gerçekliğinin üzerini örtmek
ve var olanı aşmaya yönelebilecek her düşünsel gelişimi yok
etmektir.
Kitsch en açık
anlatımla “çöp”ün estetize edilmiş biçimidir.
Kitsch, toplumsal anlamda, bir düşünce değil gerçekliktir, kitschin düşünsel bir
altyapısı yoktur, var olan
gerçekliği kurgulayan sınıfsal
ideolojiden beslenir ve bu
ideolojiyi meta mantığı bağlamında
kültürel alanda sahtelikler
üzerinden yeniden üretir.
Adorno ve Horkheimer’ın belirttiği gibi kültür
endüstrisinin gerçekliği yalana dayanır ve bu yalanı kültürel alanda
yeniden üretir.
Kitsch
sahteliği temsil eder,
taklit, sahtekarlık, kalpazanlığı temel alır,
kitsch bu anlamda
aldanmanın ve bireysel
aldanmanın.
Sahteliğe
ve aldanmaya dayanan
kitsch kitlelere kendi
sahte imgelerini görebilecekleri bir
aynasağlar, bu aynadaki bütünlüklü sahte imgelerinin büyüsüyle kitleler
varoluşlarını anlamlandırabilirler,
gerçekte parçalanmış imgelerine
bakmaktan kaçan kitleler
sahte hazlarla gerçekliği
reddederler, kitsch onların tek gerçekliği haline gelir.
Kitsch kültür kapitalizm ile birlikte ortaya çıkmıştır
ve meta egemenliğinin
bir yansımasıdır: “Kitsch
Batı Avrupa’da ve Amerika’da kitleleri
kentlileştiren ve evrensel
okuryazarlığı yaratan endüstri
devriminin bir ürünüdür”.
Kitsch
kitle kültürünün en
politik biçimdir, “kitsch
izleyicinin bilincini sömürgeleştirmek için
tasarlanmış politik bir
yapılanımdır” ve gerçekte
faşist mantık temelinde
hareket eder.
Kitsch
toplumsal bilinç üzerinde
şiddetle kurulmuş faşizan
bir iktidarın kültürüdür, aklın
yok edildiği, toplumsal tüm özgürlük
düşlerinin düşman kabul edildiği bir
mantıkla işler: Kitschin “teşvik edilmesi totaliter rejimlerin kendilerini
halka benimsetmek, şirin göstermek için başvurdukları ucuz yöntemlerden yalnızca bir başkasıdır”.
Totaliter rejim kitsch kültürün sahteliğinin,
basitliğinin ardına saklanarak, sevimli bir maske ardında toplumu bir kara-ütopyaya zorlamaktadır.
İktidarın
sahteliği tüm toplumsal
alana yayılmaktadır, toplum bu
süreçte iktidarın işlediği
tüm suçlara ortak
olmakta ve bu
durum geri dönülmez
bir biçimde iktidarla toplumu bütünselleştirmektedir.
Bu nedenle, faşist iktidarlar toplumlarını da dahil ettikleri şiddet
biçimleriyle suç işlemek
ve bu suçu
varoluşlarının merkezi haline
getirmek eğilimindedir.
Suç
ortaklığı üzerinden kurulan
ilişki şiddete dayanır
ve kitsch birçok
bakımdan suçlunun sahte masumluğunu gösterme telaşını yansıtır.
Kapitalizmin küresel anlamda şiddetli bir biçimde
yayılma sürecinde yaygınlaşan küresel kültür bu bakımdan “kitsch” kültürü
yereller bağlamında tek geçerli kültüre dönüştürme konusunda etkin bir çaba
içerisindedir.
Kitsch “basitlik ve tahmin edilebilirliğe” dayanır.
Bu basitlik ise
toplumun duygusal ve
düşünsel anlamda
basitleştirilmesine gönderme yapar,
tüm duyguların sahteleşmesi ve
aklın basitleşmesi itaatkar
toplumların
yaratılabilmesinin temel koşuludur.
Bu anlamda kitsch
“çağımızın yaşamında sahte,
düzmece olarak ne
varsa, hepsinin özüdür” ve bu
öz medyanın yardımıyla tüm toplumda
giderek yaygınlaşmaktadır.
Günümüzdeki
medyanın birçok ürünü kitsch
özellikler taşımakta ve
tüm medya ürünleri
giderek kitschleşmektedir.
Özellikle
de yeni emperyalizmin
sömürgeleştirdiği ülkelerde yerel
kültürü kitschleştirme yönünde bir dönüşüm yaşanmaktadır.
Küresel ölçekte
kullanıma sokulan televizyon formatları yereller
bazında ufak değişikliklerden sonra
kullanıma sunulmakta
sahteliklere, sahte duygusallıklara
bulanmış program formatları kitleler tarafından
kabul görmektedir.
Örneğin, “Var mısın?
Yok musun?” (Show TV) programı
kitsch kültürel üretimin en
belirgin örneklerindendir; yarışma
programının herhangi bir bedensel ya da
zihinsel çaba gerektirmemesi ve gerçek
anlamda bir yarışmanın bulunmaması,
kumarhane mantığı bağlamında
tahmin ve şansa
dayanması yani programın basitliği,
önceden tahmin edilebilirliği, sahte
duygusallıklar, tartışmalar kısacası programdaki her
şeyin sahteliği kitsch
mantığını açıkça görünür
kılmaktadır.
Kitschin televizyondaki
en görünen örneklerindendir.
Bunun yanında tüm dünyadaki müzik, dans türü sözde yetenek yarışmalarında da
tüm kitsch ögeler
gözlemlenebilmektedir, bu yarışmalarda
jürilerin iktidarı karşısında sahtelikle, duygusallıkla başarılı olmaya çalışan ağlayan, bireysel tarihlerindeki dramatik olaylar
üzerinden sempati toplamaya
çalışan ve izleyicilerin
katılımını sağlayan oylamalarla
kitleleri de bu dramanın içerisine çeken bir mantık söz konusudur.
Bu tür yarışmalarda asıl yetenek en
acıklı yaşam öyküsüne
sahip olup bunu
abartarak kitlelere satabilme
yeteneğidir.
Küresel
anlamda bu melodramatik
yapı iş görmekte
benzer formatlar yerel
kültürel özelliklerle modifiye edildikten
sonra yüksek izlenme
oranlarını
yakalayabilmektedir.
Bu
anlamda, küresel anlamda benzeşik
kitschleşmiş bir kültürel
yapı oluşturulmaktadır.
Bu
kültürel yapı yereller üzerinden ideolojik
homojenleştirmeye hizmet eder, böylelikle tüm
dünyada ezilenler neo-liberal yoksullaşma politikalarının neden
olduğu yaşamlarının daha da yoksullaşmasını düşünmek ve buna karşı örgütlenerek
mücadele etmekten uzak tutulmuş olurlar.
Medyayı elinde bulunduran yani düşünsel üretim araçlarına egemen
olan güç, ekonomik üretim araçlarına sahip olan güçtür,
bu nedenle medya
sınıfsal anlamda egemen
sınıfın diğer sınıflar üzerinde tahakküm
kurmasının aygıtlarından biri
olarak iş görür.
Televizyon günümüz kapitalizminin en
etkin ve yayın
medyası olarak toplumsal
alanda egemen ideolojinin
en etkin aygıtlarından birisi haline
gelmiştir.
Televizyonun haberlerin dışında eğlence programları da dahil olmak üzere toplum üzerindeki
ideolojik etkisi gündelik yaşam alanında toplumsal gündem, söylem ve eylemlerde
görünür hale gelir.
Televizyon programlarındaki iletilerin
çoğu farklı biçimlerde ideolojik yüklemlenimlere sahiptir ve
televizyon iletileri asıl
olarak egemen ideolojiyi
açık ya da gizli biçimde
yeniden üretir ve
toplumsal kültürü biçimlendirir.
Televizyon boş
zamanlarında kitlelerin hem ideolojik olarak biçimlenmesine hizmet
ettiği gibi, tüketim süreçlerini de yapılandırır.
Televizyon kültürü gündelik tüketim kültürünün temel
belirleyenidir.
Televizyon yoksul kitleler için düşük maliyetli
eğlence ve rahatlama olanağı sağlaması bakımından da önemli bir işleve
sahiptir: “televizyon rahatlatıcıdır, çünkü zihnimizi, üzerinde düşünecek başka
bir şey vermeksizin, belki de uzun uzadıya ve derinliğine düşünmemiz gereken
başka şeylerden uzaklaştırır”, kitleler gerçek toplumsal gündemlerden uzak
kalarak, sahte rahatlama sağlayıcı
bir sahte dünyada kaçmayı ve
hazzı tercih ederek, gerçekte ideolojik bir seçim yapmış olur.
Televizyon
toplumsal kültürün köklü
bir biçimde dönüştürülmesinde kullanılmış
bir iletişim aracıdır, bu
bakımdan televizyon toplumsal
ilişki biçimlerini, toplumların
eğlence, haberleşme anlayışlarını, dünyaya
ilişkin algımızı değiştirmiştir .
Televizyon
ile birlikte kapitalist
tüketim kültürü daha etkin
bir biçimde toplumsal
bilinç yapısının üst belirleyeni
haline gelmiştir.
Televizyon kültürü
egemen ideolojinin daha doğallaşmış bir biçimde
yeniden üretimini sağlamış ve
toplumsal kültürün
sömürgeleştirilmesini hızlandırmıştır.
Televizyon kültürü
egemen ideolojiyi ve
kültürünü basit ve anlaşılabilir formatlarda
tüm toplumsal kesimlere iletme gücüyle tüm
diğer medyalardan daha
etkili olmuştur.
Kitle
kültürünün günümüzdeki en
etkin üreticisi konumundaki
televizyon toplumsal kültürün kitschleşmesini sağlayan merkezi aygıt
konumundadır.
Televizyon
programlarının
kitschleşmesi, var olan
toplumsal kültürün ürünleri
bağlamında anlaşılabilir, bu bakımdan televizyon yayın akışlarının
incelenmesi kitsch kültürün nasıl toplumsal kültür haline
geldiğinin anlaşılmasını sağlayacaktır.
Televizyon
mantığı basitleştirme üzerine kurulmaktadır ve bu açıdan kitsch ile
benzeşmektedir, çünkü kitsch kültürde de “karmaşık konular radikal bir biçimde
basitleştirirler ve verili bir
gerçekliğin içerdiği farklılıklar
görmezden gelinir”.
Televizyonların
sabah kuşaklarındaki kadın
programları, çocuk programları, çizgi filmler,
evlilik programları, yarışmalar,
magazin programları, haber
bültenleri, tartışma programları
diziler, televizyon filmlerinin tümü kitschin mantığı bağlamında
üretilmektedir.
Birçok program en sahte, basit, bayağı,
duygusallaştırılmış, farklı düşüncelere, yaklaşımlara tahammülsüz, milliyetçi, ırkçı,
cinsiyetçi, nefret söylemi
içeren, saldırgan bir
formata sahiptir.
Televizyon programları
özellikle de günümüzün popüler hem yerli hem de yabancı televizyon dizileri
egemen mitleri, “kendi ırklarının üstünlüğü, erkek egemen ev yaşamının ahlaki
iyilikleri, dinin gücü ve alt sınıfların
kendine has asalete
sahip olduğu düşüncesi”ni yeniden üretmektedir.
Popüler
medya ürünleri aracılığıyla
kitleler için, süreğen
olarak düşünülmesi ve
sorgulanması gerekli
olmayan, yenilik içermeyen,
aşina bir kültürel
ortam yaratılmakta, kitleler
rahatsız edilmeden bilgilendirilmekte, eğlendirilmekte gerçekte ise
insani anlamda yok edilmektedir.
Adorno ve Horkheimer’a göre eğlencenin anlamı toplumsal alanda yaşanılan acıları düşünmek zorunda kalmamak
hatta bunları unutmaktır, ancak
eğlence değersiz basit gerçeklikten değil,
bu gerçekliğin yok edemediği direniş düşüncesinden kaçmaktır.
Bu anlamda,
kitleler için televizyonun kitschleşmiş
eğlence kültürü basit
bir kaçış olarak
değil ideolojik bir
şekillendirme olarak okunmalıdır.
Kitleler eğlenerek
kendi gerçek varoluş koşullarıyla karşı karşıya gelmelerine neden olacak, var
olan sistemin sömürücülüğünü dillendiren
muhalif ideolojiden kaçmaktadırlar, yani kendi insanlıklarından.
Kitsch kültür bu nedenle yeniden ürettiği gündelik
yaşamı farklı formatlarda hazırlanmış televizyon programlarında kitlelere
sunarak toplum için içinden çıkılmaz otoriteryan bir toplumsal yapıyı
sağlamlaştırmakta hem de
yoksulların gönüllü kulluklarını
garanti altına almaktadır.
Günümüzde popülerleşen evlilik programları, kadın
programları aslında bu durumun en açık göstergesidir, yoksul kitlelerin farklı
nedenlerle ama her zaman için toplumsal alanda görünür olmanın anlıkta olsa
zevkini yaşama isteğini taşıyan bir biçimde, televizyon programlarında kendi yaşamlarını, daha doğrusu bu
yaşamın trajik yanlarını,
mahremiyeti ihlal eden bir
biçimde ortaya dökmeleri ve
kitlelerin bunu seyrederek
zevk alması, eğlenmesi
gerçekte toplumsal kültürün anlaşılması için bir ayna işlevi
görmektedir.
Televizyon
kültürü toplumsal duyguları yoğun biçimde kullanarak en niteliksiz üretimlerle
kitleleri etkiler, televizyon programlarının melodramatik yapısı Kadın programlarında, evlilik
programlarında ve dizilerle
görülmektedir.
Melodramatikleşme
kitschleşmenin en açık
göstergelerindendir ve kitlelere
için düşüncenin reddedildiği
faşizan bir kültüre gönderme
yapmaktadır, çünkü Kolker’ın
da ortaya koyduğu gibi
“faşizm aslında melodramın ve
seyirliğin bir politikasıdır,” faşizm
bu anlamda estetize
edilmiş kültürü kullanarak duygular
üzerinden kitleleri yönlendirir
ve “duyguları önceden
belirlenmiş amaçlar yönünde
güdümler.”
Bu açıdan günümüz televizyon
kültürünün basitleştirilmiş, apolitikleştirilmiş
yapısı gerçekte tümüyle ideolojiktir, kitleler bu faşizan ideolojiyle yeniden üretilirler ve
gündelik yaşamın yapısı bu “sıradan faşizm”i yansıtmaktadır.
Televizyonda
kischleşmenin en popüler
örnekleri günümüz dizilerinde görülmektedir.
Yerli dizilerin çoğunluğu
kitschin mantığı bağlamında
üretilmektedir.
İzlenme
oranlarındaki başarıyı sağlayan
en önemli faktör bu açıdan kitschin kurallarını
uygulamaktır, basitlik, duygusallık, kolay anlaşılabilirlik, düşünsel
bir etkinliğe neden
olmamak yani yeni
ve farklı bir
düşünsel ileti taşımamak:
“1. Kitsch kitle
duyularıyla yüklemlenmiş nesne
ve temaları kullanır;
2. Kitschin kullandığı
nesne ve temalar çabucak ve emek harcamadan algılanır;
3. Kitsch, tasvir edilen nesne ve temalara
ilişkin algı ve düşüncelerimizi değiştirmez”.
Bu açıdan
televizyon dizilerinin toplumsal kültürün
kitschleşmesinde etkin bir
işleve sahip olduğu
savunulabilir.
Toplumsal yaşamdaki davranış biçimlerini etkileyen televizyon
iletileri, gündelik yaşamdaki politik davranış
ve tutumlar ile
toplumsal söylemden yola
çıkarak çözümlenebilir.
Toplumsal
anlamda erkek egemen anlayışın, cinsiyetçi şiddetin, ırkçılığın, faşizan
tüm söylem ve pratiklerin kökeninde kitschleştirilmiş kültür yatmaktadır.
Toplum kendisine yeni gelen ya da yabancı olandan
korkmakta ve onu tehdit olarak algılamaktadır.
Bu açıdan muhalifler, farklı etnik gruplar, farklı
cinsel tercihlere sahip olanlara karşı
söylemsel ve eylemsel
şiddet kullanmayı meşru
görebilmektedir.
Kısacası kitsch kültür şiddetin kültürüdür.
Kitsch otoriteryan bir toplumun yeniden üretilmesinde
ve toplumu parçalayan bir şiddet
kültürünün gündelik yaşamı
belirlemesine neden olmaktadır.
Bu nedenle, kitsch
masum ağlayan çocuk görüntüsünün ardına saklanmış şiddetle beslenen faşist bir
canavardan başka bir şey
değildir.
Günümüz
televizyon dizilerindeki bu
saldırganlık en belirgin biçimde
“Kurtlar Vadisi” (ATV)
dizisinde görülmektedir, dizi
kitsch kültürün tüm
öğelerini barındırmaktadır.
Hem faşizan bir
duygusallığın, hem de estetize edilmiş
şiddetin kullanıldığı dizi kitleleri yeni olmayan yeni bilgilerle,
tarihsel gerçeklik olarak sunduğu yalanlarla, sahte duygular ve tüm sorunların
çözümü olarak sunduğu şiddetle ideolojik olarak
biçimlendirmeyi amaçlamaktadır.
9
Dizinin
kitschliği en çok başkarakter
“Polat”ın “ağlayan çocuk
tablosuna” benzeyen sahteliğinde kendini
göstermekte, ayrıca faşizmi, faşist saldırganlığı meşrulaştırması,
sıradanlaştırması devletin şiddet
yüklü, milliyetçi, ırkçı
ideolojik yaklaşımlarının toplumsal
alana sirayet etmesine
hizmet
etmektedir.
Bu tür diziler
–Sakarya-Fırat (TRT), Tek
Türkiye (STV), “Ölümsüz
Kahramanlar” (STV)– toplumsal
alanda milliyetçiliğin yükselişi ve gündelik yaşamda ırkçı söylem ve eylemlerin
yaygınlaşmasında etkin bir biçimde
kullanılmaktadır.
Bunun
yanında, doğrudan politik göndermelere sahip
olmayan televizyon dizileri
de ideolojiden arınmış
değildir, nitelikli yerli yazınsal yapıtlara dayandıkları
iddiasıyla çekilen diziler –Aşk-ı Memnu (Kanal D), Yaprak Dökümü (Kanal D),
Hanımın Çiftliği (Kanal
D)– gibi toplumsal
bilinç yapısında muhalif
bir bakışı geliştirmeye yönelik
herhangi bir potansiyel taşımayan, var olan
toplumsal ilişkileri olumlayan ya
da yeniden üreten tüm diziler –kitsch kültürü kullanan melodramatik
yapılarıyla– toplumsal kültürü
kitschleştirmekte, kitleleri melodramların sahte duygusallığında
yakalayarak, sahte hazlarla sisteme karşı
direniş düşüncesinden uzak
tutmaktadırlar.
Toplumsal
ilişkilerin yeni ekonomik
ilişkilere uygun biçimde dönüştürülmesi süreci
bağlamında kitleler tüketimciliğe, sahteliğe,
pasifliğe, apolitikliğe yönlendirilen kitleler sahte gündelik
ilişkilerdeki duygusallıklarıyla, egemen ideolojiyi yeniden üreten duygusal-politik yaklaşımlarıyla, bu anlamıyla
ırkçı, faşist tepkisellikleriyle kendi varoluş koşullarını
imleyen gerçekliklerinden kaçarak
sahteliğe dayanan bir
gerçeklik içerisinde sahte
eğlencelerle sahte mutluluklar yaşarlar.
Kitsch
veya kitle kültürü
toplumsal anlamda olumsal
etkide bulunabilecek üretimler gerçekleştirebileceğini savunan
düşünceler, sınıfsal anlamda
egemenlere eklemlenmiş bir ideolojinin yansımalarıdır.
Kitle kültürünün ürünleri toplumlar için hiçbir olumsal gelişim olanağı taşımazlar aksine ezilenler için süreğen
olarak karanlık bir dünyanın yeniden üretilmesini garanti altına
alırlar.
Kitsch “öldüren
bir eğlence”dir, düşüncenin uyuşturulmasıdır, hem Hollywood filmleri hem de
günümüzdeki tüm ticari yerli filmler
kitschin mantığı bağlamında üretilmişlerdir.
Örneğin oldukça
popüler olmuş “Recep
İvedik” film serisi
“kitsch film”in en
önemli göstergelerinden birisidir
ve bazı
yorumcular filmi olumsal anlamda
ele alarak sınıfsal
ve kültürel bir karşı
koyuş içerdiğini ileri sürdü.
Gerçekte ise “Recep İvedik” yoksullaşmış,
akılsızlaştırılmış, apolitik, lümpen, erkek
egemen, cinsiyetçi, milliyetçi,
saldırgan vb. özellikleriyle toplumsal
çöküşün en açık göstergelerinden biridir ve bu
stereotipi eleştirmekten çok olumlamakta ve bizlere sempatik kılmaya çalışmaktadır.
“Recep İvedik” kitch
kültürün bir ürünüdür ve
toplumsal yaşamın
“basitleştirilmiş, karikatürize edilmiş” bir yansımasıdır, söz konusu tipleme sistemin
ürettiği sorunların karşısındaki çaresizliğini
kendisi gibi küçük insanlardan
çıkartmaya çalışmakta, küfürleriyle
sahte bir sınıfsal karşı koyuş
sergilemektedir.
Sınıf
mücadelesine karşı, kitle
kültürünün haz veren
eğlencelikleri üzerinden
iktidara, yönetici sınıflara
lümpence küfretmenin komedisi
gerçekte çok trajik
bir görünüme sahiptir.
Çünkü,
ezilenler sınıfsal anlamda yaşanan sömürüye karşı koymak yerine, bunu kabullenip kendi çaresizleşmiş
yaşamını sürdürmeyi yeterli bulmakta, “şükretmeyi” öğrenmektedir.
Ezilen sınıflar
tam da kaçmamaları, cesaretle yüzleşmeleri gereken kendi gerçekliklerinden korku duyarak
görmezden gelmeleri ve buna karşı direnmekten kaçmaları olumsal bir eylem
değildir, tam aksine toplumsal anlamda karşı konulması gereken siyasal bir
sorundur.
Bu durum, akılsızlığını bir güç gibi
sunan lümpen proletaryanın
var olamamasının dayanılmaz
ağırlığıdır; komedi ögesini yaratan, ama gerçeklikte kitlelerin güldüğü şey kendi trajik
yaşamlarından başka bir
şey değildir.
Kitleler kendilerini parçalayan, yok eden sistemin karşısında niteliksiz güldürülerle kendilerini de süreğen bir
biçimde sahteleştirerek, basitleştirerek, kısacası yabancılaştırarak haz almaya
çalışarak, bu “kalpsiz dünya”ya
dayanmaya, tahammül etmeye
çalışırlar; gerçekliği dönüştürmek
için mücadele etmektense kendilere
dair gerçekliği görmezden
gelirler, insani olana sahip çıkmaktan kaçarlar.
Sonuç
Medya tüm kültürel
ürünlerinde toplumsal kaçışı
olanaklı kılar, “boş
zaman” olarak sunulan özgür zamanda kitlelerin üretim
sürecine yeniden dahil olabilmesi için dinlendirilmesi gerekir;
bu süreçte tüketimle gerçekleştirilir, ya
alış-veriş yaparak ya
da kültür endüstrisinin
haz veren ürünlerini tüketerek kitleler yenilenirler ve daha fazla
tüketebilmek için kendilerini tüketen “ücretli köleliği” gönüllü
olarak kabul ederler.
Kitleler sorunlarının
gerçek nedeni olan
sistemle karşı karşıya kalmaktan
kaçınır, ancak ona
karşı küçük karşı koyuşlar ve
boşalımlar yaşamalarını sağlayan yanılsamalarla, sahte bir
yaşamı yeniden-üreten kitsch kültürü sunan
medya ürünleriyle eğlenmeyi, oyalanmayı tercih ederler.
Çünkü, eyleme geçen sistem-karşıtı bir mücadele tüm
sıradan
yaşam
döngüsünü altüst edecek
riskler barındırmaktadır.
Bu nedenle
kitleler, muhalif medyanın onlara
dair gerçekliği yansıtmasından rahatsız
olurlar, kendilerini çıplak
gösteren bir ayna
olarak muhaliflerden kaçma eğilimi
duyarlar.
Varoluşlarını
sorgulamalarına neden olduğu
için muhalif ideolojilerden
egemen sistemin eğlence kültürü ile uzak tutulurlar, gerçekte sınıfsal anlamda
onları savunan farklı düşüncelere
tahammül edemezler, sisteme
sarılarak daha çok
acı çekmeyi tercih ederler, “işkencecilerine duydukları
aşk” ile muhalif örgütlenmelere, yani kendi gibi olanlara karşı saldırgan bir
yaklaşım geliştirirler.
Toplumsal
düşüncenin kitschleşen kültüre
koşut olarak faşistleşmesinin
sonucunda, toplumsal gelecek daha da karanlık bir hal alır.
Kitschleşen toplumsal kültür muhafazakar, faşizan bir hal alarak gündelik yaşamın parçalanmış, çatışmacı, şiddet üreten bir biçim almasına neden olur.
Sonuç olarak medyanın özellikle de televizyonun etkin bir biçimde ürettiği kitsch kültür toplumun kendi yok oluşuyla yaşadığı cehennemi/mahşeri, karanlık, çürük, kısacası pornografik
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder