BOGDANOV VE KIZIL MARS
Kızıl Mars
Kızıl Yıldız (1908)
ütopya öyküsü ve öncesini anlattığı ikinci kitabı Mühendis Menni (1913), Bogdanov’un emek, doğa ve devrim üzerine
düşüncelerini halkın seveceği biçimde sunan didaktik metinlerdir.
İkisi de Mars’ta geçer.
Daha yaşlı ve Güneş’ten daha
uzak olan Mars’ta hayat Dünya’ya göre daha az enerji dolu, daha şiddetsiz
ve daha ileridir.
İki kitap bir arada ele
alındığında paralel bir gezegen üzerinde yürütülen düşünce deneyleridir.
Kimi değişkenler eksiktir –Mars’ta
birbiriyle rekabet eden devletler yoktur– ama devrim-öncesi Mars, […] yirmi
birinci yüzyılda Dünya’nın aldığı halden esas itibarıyla çok da farklı
değildir.
[…] Kızıl Yıldız’ın
hikâyesi, Mühendis Menni’de anlatılanlardan sonra, sosyalist
Mars’ta geçer.
Eril normlar üzerinden
şekillenmiş olmakla birlikte cinsiyet eşitliği hüküm sürmektedir.
Marslılar, duygusal karmaşıklıktan
olmasa da ahlaki baskıcılıktan uzaklaşmış bir cinsel özgürlüğün keyfini
yaşamaktadır.
Bolşevik feminist Aleksandra
Kollontay’ın tasavvur ettiği gibi bir manzaradır bu.
Mars tıbbı elbette gelişkindir.
Kan nakli bir onarıcı tedavi yöntemi
olarak kullanılmaktadır.
Bogdanov burada insan bedenine
ait dokuların yatay olarak bedenden bedene aktarılmasına ilişkin
insan-ötesi teknikleri akıl ermez bir biçimde sezip sezdirmektedir.
Ömrünün son aşamasında, katkıda
bulunmak için kendisini bile sunacağı bir alandır bu.
Mars’ta emek tamamen
toplumsallaşmıştır.
İnsan-anlatıcı daha
ileri Marslılar için emeğin neye dönüştüğünü algılamakta
zorlanır: “İnsanların yumuşak beynini makinenin kırılmaz, sert
organlarıyla bağlayan belirsiz ve görülmez ipler vardı sanki.”
Dünyamızdaki sınıf
mücadelesini paranteze alıp bir yana koymak için, Bogdanov’un metni neredeyse
sürtünmesiz, bilgisayar aracılığıyla koordine edilen bir emek ütopyası
kurar ve sınıf mücadelesinin nasıl bir diğer mücadeleyi, emek ile doğa
arasındakini gizlediğini gösterir.
Piyasadan daha etkili ve verimli bir
bilişim tarzına dayalı yeni bir üretim tarzı olan bir tür siber-komünizm için
en eski tasarımlardan biri belki de budur.
Bogdanov’un ütopyası Platoncu
bir ebedi denge hali değildir.
Doğada ve doğaya karşı mücadele
sürer.
Bir Marslının şaşkına dönmüş
Dünyalı bir ziyaretçiye açıkladığı gibi: “Mutlu mu?
Barış içinde mi?
Nereden çıkarıyorsunuz bunları?
İnsanlarımızın arasında barış
hüküm sürüyor, bu doğru, ama doğadaki düzensizlikle aramızda barış yok ve
olamaz da.”
Kendisinden önce H.G.Wells’in
yaptığı gibi, tarihsel zamanın ufkunun ötesinde ideal devletler varsayımıyla
artık iş göremeyecek olan ütopya yazımı açısından Darwin’in önemini Bogdanov da
kavramıştı.
Darwin’den sonra ütopya, tepedeki
ebedi şehre değil, fırtınaların savurduğu gemiye dair bir şey olmalıydı.
Marslılar sadece bilim ve teknolojiye
değil, yeni bir sanat formuna da ilgi duyar: bütünün
trajedisi.
Bogdanov: “Sınıfların, grupların,
bireylerin mücadelesi sizi bütünlük düşüncesinden, bu düşüncenin
beraberinde getireceği mutluluktan da, acılardan da yoksun
bırakıyor.”
Bir canlı türü olarak harcadığımız
emeğe direnen bir dünyanın içinde ve karşısında insanlığın çabalarının
bütününü örgütleme mücadelesinde aşılması gereken fetişlerden biridir, bir
sınıfın bir diğer sınıfı sömürmesi.
Ancak daha temel nitelikteki
hikâyenin, o sonsuz doğal tarihin bir bitiş noktası yoktur.
Bogdanov ütopya edebiyat biçimini
emek bakış açısından yazar, ama sermayenin sınırladığı ve kuşattığı emeğin
bakış açısıyla sınırlamaz kendini.
Bütünün mutluluk ve acıları
Bogdanov’un öğretisinin merkezindedir.
Emek, sanat ve bilim aracılığıyla
bütünün trajedisinin peşine düşmelidir.
Kızıl Yıldız, kimi hedeflerini ima ederek işçi hareketinin donanımını geliştirmeyi
amaç edinmekle yetinmez; kökeni ve nihai hedefi açısından emeğin mücadelesinin
temelde egemen sınıfa karşı olmadığını, daha ziyade içinde yaşamın artığını
büyüteceği bir bütünlük bulmak ve kurmak için bir arayış olduğunu öne sürmeyi
amaçlar.
Emeğin büyük görevi hâlâ bu
değil midir?
Proletarya kendi fetişlerini aşmak ve
sadece kendi eylemlerini değil, eylemlerin bütününü emek bakış açısından
anlamak zorundadır.
Bogdanov’un daha
sonra uğruna tektolojisini inşa edeceği proje
buydu.
Tektoloji, toplumsal emeğin
koordinasyonu konusundaki acil ihtiyaca dair geçmişten
gelen bir işaret.
Proletkült ise, işbirliği içinde emeğin yetenekleri,
sınırları ve sorunlarına dair yeni bir halk bilgisi geliştirme konusundaki bir
o kadar acil ihtiyacın geçmişteki işareti.
Marx’tan Proletkült’e
Ekim Devrimi’nden sonra, Proletkült
ile Bogdanov’un eski dostu ve Capri okulu günlerinden yoldaşı Anatoli Lunaçarski’nin başında
bulunduğu Aydınlanma Komiserliği arasındaki ilişkiler hep sıkıntılı oldu.
Komiserlik eski Çarlık devletinin
kültür ve eğitim alanındaki faaliyetlerini devralmıştı.
Öte yandan Proletkült özel
olarak proleter bir kültürle ilgiliydi.
Lunaçarski Proletkült’e
karşı olumsuz bir tavır içinde olmasa da desteği ya da hoşgörüsü ancak
kısmi olabilirdi.
Bakanlığının en büyük sorunu –ve en
büyük başarısı– okuryazarlık oranını yükseltmekti.
Kültürel solda yer alan çeşitli
klik ve gruplara destek veriyordu ve Proletkült bunlardan sadece biriydi.
Bolşevik liderler arasında yalnızca
Buharin Proletkült’ü destekliyordu.
Desteklemeyenler arasında Lenin
başta geliyordu.
Proletkült, bütçesini
Aydınlanma Komiserliği’nden, yani Bolşeviklerin denetimindeki devletten aldığı
için, özerk proleter kültür konusundaki arzusunda hep uzlaşmacı bir yan vardı.
Yine de bir süre için sınıf bilinçli
işçiler arasında da olmak üzere kayda değer bir coşku yarattı.
Bogdanov, Bolşeviklerin
gösterisi içinde ve ona karşı kendi karşı-gösterisini neredeyse yaratmak
üzereydi.
Bogdanov için biliminsanları,
sanatçılar, filozoflar “deneyim örgütleyicileri” idi ve proleter devrim de
onların emeğini belli bir şekilde örgütlemeliydi.
Eğer kültür üretim ve mübadele
ilişkileri içinde özel birtakım deneyimlerden gelişiyorsa, proletarya burjuva
kültürünü öylece benimseyip kendine uyarlayamazdı.
Proleter kültür eski biçimler içinde yeni içerik olarak
değil, tamamen yeni bir kültür biçimi olarak geliştirilmeliydi.
En önemlisi, proleter kültür
işbirliği içindeki emeğin deneyiminden organik olarak gelişmeliydi.
Burjuva bireyciliğinin değerler
bütünü rekabetçi piyasa içinde serpilip gelişmişti; proleter işbirliğinin
değerler bütünü en ileri sanayi dallarındaki emeğin özörgütlenmesi içinde
serpilip gelişecekti.
Proletkült, sanat alanındakiler daha
başarılı olmak üzere hem sanat hem de bilim alanında bir atölyeler ağı
oluşturdu.
Amaç propaganda ve bilinç yükseltme
olmak çok işçilerin özyönetime dayalı etkinliğini yaratmaktı.
Proletkült otorite, öznellik,
mülkiyet gibi fetişlerden kurtulmanın peşindeydi.
Bogdanov, burjuva ilkelerin gündelik
hayata neredeyse hiç değmediği Rusya’da bunun başka yerlerden daha kolay
olacağını bile düşünüyordu.
Proletkült misyonu olan bir
hareketti: sanat ile emeği kaynaştırarak emeği dönüştürmek; şehirde
işbirliği içinde bir hayat geliştirerek ve cinsiyet rolleriyle kurallarını
değiştirerek gündelik hayatı dönüştürmek; yeni duygu yapıları
yaratarak, doğayı kendi arzularına göre örgütleyecek emeğin örgütlenmesindeki
duygusal sürtünmeyi gidererek duygulanımı dönüştürmek.
Proletkült’ün misyonunu
gerçekleştirmek üç boyutlu bir pratik ile hedefleniyordu:
Yaratıcılık – yaratıcı birey fetişini tersyüz etmek; yaratıcılıkta bilinçdışının
rolünü açığa çıkarmak.
Gazete kolektif yaratıcılık
modeliydi.
Bizzat Marx’tan başlayarak,
önemli Marksistlerin hepsinin aynı zamanda büyük gazeteciler olduğu, çoğunun
editörlük ve yayıncılık da yaptığı unutulmasın.
Ortaklaşacılık –
Topluluklar halinde çalışmak ve topluluk hayatının duygularını dile
getirmek.
Bununla birlikte, Bogdanov
tekillikleri boğmayı istememişti.
Onunki, ortak bir şeyleri
olmayanların ortaklığıydı.
Mesela Bogdanov’un Marslıları
birbirinden farkı olmayan kalabalıklar değildi, aralarındaki işbirliği de
kusursuz olmaktan uzaktı.
Evrenselcilik – İşbölümünü
yıkmak.
Bu da, profesyonellik
meselesini gündeme getiriyordu: Proletkült içinde profesyonel sanatçılar
olmalı mıydı?
İşler iç savaşta olduğu gibi
tuhaflaştığında, Andrey Platanov gibi tuhaf bir yazar bile, neticede
profesyonel başarısı pek cılız kalsa da, profesyonelliğe soyunabiliyordu.
Mesleki uzmanlaşma, hareketin bütün
yaşamı boyunca kavramsal bir sorun olarak kaldı.
Proleter kültür kendi başına
bir amaç değildir; bu bakımdan Proletkült her renkten uvriyerizmden
farklıdır.
Dünya deneyiminin en genel dökümüne
doğru açılmayı denemek yerine kendi sınırlı perspektifini bir biçimde
fetişleştirme eğilimine kapılabilir.
Burjuva kültürünü şiddetle
reddetmek naif ateizmden daha iyi değildir.
Alternatif bir şey inşa edemez.
Proletarya geçmişi özümsemek için bir
bakış açısına gereksinim duyar.
Dolayısıyla proletaryanın saptırma
uygulaması “devrimci” gibi görünen parçaları seçip alma meselesi değildir.
Proletarya kendini
destanlaştırmamalı, geliştirmelidir.
Bogdanov, Henri Lefebvre gibi
proletaryanın kendi kaderini tayin edişinin odak noktasını salt fabrika
zemininden alıp bir bütün olarak şehirdeki gündelik hayat alanına taşıyan
kişilerin öncülüdür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder