Proletkült Hareketinin Kökenleri
Devrimin
ilk yıllarında Sovyet Rusya’da yaygınlık kazanan proleter kültürü hareketinin
karmaşık bir toplumsal ve düşünsel mirası vardır.
Bu
hareket, sol Bolşevik aydın Aleksandr Bogdanov’un kuramlarından doğrudan
doğruya feyz almıştır: Bogdanov, proleterlerin eski seçkin sınıfa karşı başarı
kazanabilmesi için yeni bir kültürel sistem, yani yeni bir ahlak, yeni bir
siyaset ve yeni bir sanat kurmaları gerektiğine inanır.
Öte
yandan, proleter kültürü başka anlamlar da taşıyan yaygın
bir slogan olup çıkmıştır.
Gerek
aydınlarla her tür bağı koparmaya hevesli işçilere gerekse Rusya’nın geçmişiyle
ilişkilenmek istemeyen kültür
alanındaki radikallere cazip görünmüştür.
Ayrıca
klasik Rus kültürüne dair bilgilerini kitlelerle paylaşmak isteyen liberal
reformculara da ilham vermiştir.
Çeşitli dışavurumları
itibarıyla Rus sosyalizmi hem siyasi hem
de eğitsel bir hareketti.
Ayrıcalıklı ve kültürlü
bir topluluğun temsilcileri olarak aydın sosyalist liderler, başarılı bir
siyasi başkaldırı için elzem olan Rusya’daki kitlelerle aralarındaki uçurumun
farkındaydılar.
Kitleleri gerçek
çıkarlarını idrak edecek şekilde eğiterek bu uçurumu aşmayı ümit ediyorlardı.
Böylelikle kitleleri
kökten bir siyasi değişim için hazırladıklarına da inanıyorlardı.
Eğitimcilerin takdire
şayan hedefleri vardı.
Öğrencilerine hem yüksek
Rus kültürüne dair bilgilerini aktarmaya çalışıyor, hem de bir devrime ihtiyaç
olduğunu telkin ediyorlardı.
Ama bütün bu iyi niyete
rağmen, kendilerini kültür hamili olarak gören öğretmenler ile, azimli ve
kadirşinas alımlayıcı rolü biçilmiş öğrenciler
arasında gerilimler mevcuttu.
Nitekim Aleksandr
Bogdanov proleter kültürü teorisini bu
gerilimi aşmak için tasavvur etmişti.
Halk çevrelerinde bizzat
yaşadığı tecrübelerden ilham alan Bogdanov işçileri tahakküm altına almadan
aydınlatmanın mümkün
olduğuna inanıyordu.
Bogdanov’un ilk hedefi
siyasi kuram ya da yüksek kültür aktarmak değildi.
Esas niyeti, işçileri
sosyalist hareketi bizzat sahiplenmeye teşvik etmekti.
Böylece bu benzersiz
didaktik süreç proleterlerin kendi sınıf ideolojisini ve ahlakını formüle
etmelerini sağlayacaktı, ki bu da nihayetinde gelecekteki sosyalist toplumun
temelini oluşturacaktı.
Bilfiil
halka ulaşma arzusu duyan pek çok aydın 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında
halka yönelik eğitim projeleri tasarlamıştı.
Her
cenahtan gitgide daha çok hayırsever, liberal, popülist ve sosyalist,
öğretmenliğe başlamış ve akşam sınıflarında, hafta sonu okullarında, halka açık
üniversitelerde ve kulüplerde ders vermeye girişmişti.
Ayrıca
bu insanların çabalarının teşvikiyle ortaya çıkan eğitici popüler basın-yayın
organları sayesinde genel olarak emekçi nüfus bilimsel bilgi ve çağdaş
edebiyatla tanışmış ve bir kültürel topluluk anlayışı kazanmıştı.
Proleter
kültürü tabiri de bu girişimleri kabaca betimliyordu.
Entelijansiya,
kültürü, ve toplumlarının en has sanatsal ve bilimsel başarılarını işçi
sınıfıyla buluşturuyordu.
Hem
bu değerli mirası paylaşmak hem de halka siyasi ve
toplumsal bir sorumluluk duygusu aşılamak istiyorlardı.
Çalışma
gruplarında ve 1905’ten sonra işçi hareketiyle ilişkili kurumlarda yetişen
azimli işçi-aydınlara göre, proletarya kültürü, seçkin aydınların kültür
alanındaki hâkimiyetine meydan okumanın ifadesiydi.
Hatta
kimi işçiler entelijansiyanın yardımını alenen reddetmiş ve kendi kendilerini eğitmeyi amaçladıklarını
beyan etmişti.
Her ne kadar bu camiaların üyeleri genelde
yüksek kültür ürünlerine göz dikmiş olsa da, aynı zamanda yoldaş işçileri kendi
sanatsal görüşlerini ifade etmek ve hem “burjuva kültürü”nü hem de onu idame
ettiren sınıfı eleştirmek konusunda teşvik ediyorlardı.
1917’de
Proletkült’ün ortaya çıkışında, bütün bu sıradışı failler bir ölçüde
sorumlulukları bulunduğunu iddia edebilirdi.
Bogdanov
ve yandaşları Proletkült ideolojisini proleter kültür liderliğine olan
bağlılıklarını ortaya koymak için biçimlendirmişlerdi.
Proletkült
hareketi, sendika kulüplerinde, halk üniversitelerinde, kendi kendine eğitimin
yapıldığı çevrelerde toplanan insanları birleştirmişti ve katılımcıların
burjuva kültürüne ve bunu haiz aydınlara karşı kuşkulu tavrını yansıtıyordu.
Ayrıca eğitime yönelik kapsayıcı, demokratik
yaklaşımı sayesinde, yetişkin eğitimi hareketinin liberal üyelerinden ve
takipçilerinden bir kısmını da bünyesine katmayı başarmıştı.
Nitekim
kültüre, siyasete ve proleter sınıfa dair bütün bu farklı anlayışlar
Proletkült’ü hem şekillendirecek hem de nihai sınırlarını belirleyecekti.
Sol Bolşevizm ve
Proletarya Kültürü
Proletkült hareketinin
düşünsel temelleri, başarısızlığa uğrayan 1905
Devrimi’nden sonraki yıllarda atılır.
Devrimci güçlerin
yaşadığı yenilgi Rus sosyalist hareketi ve
özellikle de Bolşevikler için büyük bir krizin başlangıcı olur.
Hükümet 1907’de
İkinci Duma’yı feshettikten sonra, polis zoruyla siyasi
partilerin ve yasal işçi gruplarının faaliyetlerini kısıtlayınca, Sosyal Demokratlar
kararsızlığa düşer: Parlamento seçimlerine mi katılacaklardır, yoksa yeraltı
faaliyetleri yoluyla devrimci
mücadeleye mi devam edeceklerdir?
Bu ikilem Bolşevikleri
iki cenaha böler.
Lenin’e göre, yasal
yollardan kaçınmanın hiçbir anlamı yoktur, zira yeni
bir devrim dalgasının oluşmasına daha çok zaman vardır.
Lenin’in karşısındaysa
Aleksandr Bogdanov liderliğindeki “sol Bolşevikler” grubu vardır: Sol
Bolşeviklere göre, devrim kısa bir süre sonra devam edecektir, o yüzden
Bolşevikler atıl parlamenterliğe kesinlikle bulaşmamalıdır.
Aralarında Bogdanov,
Anatoli Lunaçarski, Maksim Gorki ve Pavel Lebedev-Polianski gibi isimlerin
bulunduğu sol Bolşevikler, Lenin’in liderlik iddiasına ve parti siyaseti
anlayışına karşı çıkarlar.
Lenin’e üç cepheden saldırırlar: siyasi
strateji, parti örgütlenmesi ve en
önemlisi de sosyalist kuram.
Lenin’in parti
örgütlenmesine dair otoriter yöntemleri eleştiri oklarının hedefi olur.
Parti içindeki aydın
liderler tutuklamalar, ayrılmalar ve sürgünler yüzünden iyice azalınca, sol
Bolşevikler Rusya’daki işçilerin başıboş kaldığına dair bir korkuya kapılır.
Onlara göre, Bolşeviklerin
daha kolektif ve kapsayıcı örgütsel taktikler benimsemesi ve ileride çeşitli
makamlara gelebilecek işçi-liderlerin eğitimine daha çok kaynak ayırması
gerekiyordur.
Daha da önemlisi, sol
Bolşevikler Marksist kuramı yeniden yorumlayarak, ideolojiye ve kültüre daha
yaratıcı ve merkezî bir rol kazandırmayı arzularlar.
Lenin ve Plehanov’un katı
materyalizminin aksine, sol Bolşevikler ideolojik üstyapının toplumsal iktisadi
altyapının bir yansımasından ibaret olmadığı kanısındadır.
Lunaçarski sanatın siyasi eyleme yol
açma gücüne zaten
uzun zamandır büyük ilgi duyuyordur.
Lunaçarski ve Gorki’ye
göre, sosyalizm bir “insani din” meydana getirecek güçte olup bireylerin
kendilerinden daha yüce bir davaya, bütün insanlığın kaderini kapsayacak bir
davaya adanmalarını sağlayabilir.
Nitekim bu fikirler
topyekûn “tanrı inşası” diye anılagelmiştir.
1907 ile 1911 yılları
arasında sol cenah, Bolşevik merkez teşkilatının kontrolünü ele geçirmek için
ciddi bir rekabet yürütür.
İlk başta, başvurdukları
aktivist siyasi taktikler partinin alt kademesine çok cazip görünür.
İdeoloji ve toplum
hakkındaki fikirlerini sosyalist gazete ve dergilerde yayınlarlar.
Hatta Bogdanov, Mars’ta
başarıya ulaşan bir sosyalist devrimin sonuçlarını anlattığı Kızıl
Yıldız adında popüler bir bilimkurgu romanı kaleme alır.
Aynı zamanda akademik
sosyalist bir izler kitleye de ulaşmaya çalışır.
Ampiriyo-Monizm adlı kitabında
(Lenin’in yönelttiği sert eleştiriler sonucu meşhur olmuştur), Ernst Mach ve
Richard Avenarius gibi çağdaş
Batı Avrupalı düşünürlerin fikirlerinden yararlanır.
Bogdanov’a göre,
geleceğin dünyasının sosyalist politikası, hem
birey ile toplum arasında yeni bir farkındalığı, hem de etiğe, bilime, insani
değerlere ve sanata farklı bir yaklaşımı gerekli kılmaktadır.
Sol Bolşevikler parti
örgütlenmesi ve taktiklerini hayata geçirmek amacıyla, 1909-1911 arasında Capri
ve Bolonya’da işçi kadrolarına yönelik iki yurtdışı okul açarlar.
Programlarında eğitim ve
öğretim büyük yer tuttuğu için, bu
okullara çok önem verirler.
Okulların ilki, 1909
yazında Gorki’nin Capri Adası’ndaki villasında açılır.
Rusya parti komitesinde
sol Bolşeviklerin siyasi duruşuna sıcak bakanlar arasından on üç işçi-öğrenci
katılır bu okula.
Öğretmen kadrosu ise
Gorki, Bogdanov, Lunaçarski ve tarihçi Mihail Pokrovski gibi önde gelen
düşünürlerden oluşmaktadır.
Hazırladıkları iddialı
müfredatta sosyalist hareketin tarihi, edebiyat ve sanat tarihi konularında dersler
vardır.
Ayrıca okulda ajitasyon
teknikleri, gazetecilik ve propaganda gibi konularda pratiğe dönük dersler de
veriliyordur.
Bu ilk deneme,
düzenleyicilerin büyük umutlarını boşa çıkarır.
Öğretmenler arasında
ihtilaf çıkar ve Gorki nihayetinde Lunaçarski
ve Bogdanov’la yollarını ayırır.
Bütün bu olumsuzluklara
rağmen, Capri girişimi başta Bogdanov olmak üzere, pek çok sol Bolşevik için
öğretici bir deneyim olur.
Nitekim okulun
kapanmasının ardından, bir grup öğrenci ve öğretmen yeni bir isim altında
biraraya gelir: Vpered (İleri) topluluğu.
Bolşevik grup tarafından
sadece bir edebiyat topluluğu olarak kabul
gören Vpered’ciler, Lenin’e ve siyasetine yönelik eleştirilerine yeni bir unsur
eklerler: proletarya kültürü.
Bogdanov’un kaleme aldığı
Vpered tasarısında şunu savunurlar: Parti dar
kapsamlı siyasi ve iktisadi çıkarları aşıp, gelecek devrim için kendini
ideolojik olarak hazırlamalıdır.
Varılan sonuç tektir.
Eskinin burjuva
kültüründen yararlanarak, o kültüre karşı yeni
bir proletarya kültürü yaratılacak ve kitlelere ulaştırılacaktır.
Proletarya bilimi
geliştirilecek, proleterler arasında gerçek anlamda yoldaşça ilişkiler
kurulacak, proletarya felsefesi ortaya konacak ve sanat proletaryanın arzuları
ve deneyimi doğrultusunda yol alacaktır.
Bu dönemden itibaren,
proletarya kültürü Bogdanov’un siyasi yazılarında başat bir konu haline gelir.
Sadece sanatı, bilimi ya
da felsefeyi kastetmediğini de açıkça ortaya koyar Bogdanov: Ona göre, aslında
proletarya kültürü münferit bir sınıf ideolojisi anlamına geliyordur.
Kapitalist toplum içinde
nüve halinde zuhur eden ve proletaryanın yoldaşlığa dayalı kolektif
çalışma alışkanlıkları ve örgütsel yapıları aracılığıyla ifade bulan sosyalizm
ruhudur bu.
Bogdanov kültür kavramını
geniş bir anlamda kullanarak, insan algısını düzenleyen ve
dolayısıyla dünyevi faaliyetleri şekillendiren bir işlev olarak tanımlar.
Toplumsal sınıflar var
olduğu için, insan algısının yekpare, müşterek
bir temeli bulunamaz.
O halde proletarya kendi
ideolojisini yaratmalı ve insani deneyimi yapılandırmak için kendine bir yol
bulmalıdır.
Nitekim işçi sınıfı,
yoldaşça toplumsal ilişkileri geliştiren bir emek süreci sayesinde kolektif bir
yapı kazanmış olduğundan, proletarya kültürü, kendi selefi sınıf kültürlerine
kıyasla daha yekpare ve
uyumlu bir dünya görüşünü benimseyecektir.
Vpered’cilerin
asıl meramı, işçi sınıfını eğiterek devrime hazırlamaktır.
Proletaryaya
zafer kazandıracak silahlar da kültür, sanat, bilim ve felsefedir.
Şayet
işçi sınıfı kendini eğitime adarsa, kendi devrimci liderliğini ve sınıf
ideolojisini bizzat şekillendirirse, o zaman 1905 sonrası mücadele yıllarında
görülenin aksine, çaresizlikten ve bölünmüşlükten kurtulacaktır.
Ne
var ki Vpered’ciler devrime layıkıyla hazırlanmak konusunda kalem
oynatırken, devrim onları hazırlıksız yakalar.
Proletaryaya
Yönelik Kültür: Yetişkin Eğitimi
Vpered’cilerin kültür
tasarısının temelinde, Rus entelijansiyasının, işçi sınıfı
için güvenilir bir ortak olmadığına dair bir kanaat yatıyordur kısmen.
Rusya’da işçi sınıfı ile
entelijansiya arasında, daha doğrusu genel olarak eğitimli topluluklar ile alt
sınıflar arasında kökü geçmişe uzanan bir itimatsızlık mevcuttur; üstelik
başarısızlıkla sonuçlanan 1905
Devrimi bu gerilimi daha da artırmıştır.
Pek çok aydın, siyaseti
tamamen bırakır.
Kimisi eski entelijansiyanın ethos’una ve alt sınıflara yönelik geleneksel
sorumluluk duygusuna saldırmaya başlar.
Evvelce çalışmalarında
toplumsal ve siyasi sorunları ele alan sanatçı ve yazarlar –halkın alımlamakta
zorlandığı– modernist edebiyat ve soyut resim gibi yeni estetik yaklaşımlara
yönelir.
Görünen o ki
entelijansiya –şayet mümkünse– ne tür bir toplumsal role soyunacağı konusunda
kafası karışık ve bölünmüş bir vaziyettedir.
İşçi örgütleri ve sol
siyasi partiler söz konusu değişimleri çok
basit bir sebebe yorar: Devrim karşısında korkuya kapılan burjuva aydınlar
alt sınıflardan yüz çevirmiştir.
Gerçi bu genelleme
büsbütün haksız da değildir.
Pek çok aydın, baskı ve
zulüm yıllarında, yasadışı yeraltı faaliyetlerinden hakikaten vazgeçer; söz
konusu hareketlerde yer alan işçilerin adamakıllı idrak ettiği bir değişimdir
bu.
Bununla beraber,
aydınların hepsi toplumsal sorumluluk duygusunu kaybetmiş değildir.
Devrimden yüz
çevirmişlerse de, yasal çerçevede hem kültürel hem eğitsel
faaliyetlere devam ediyorlardır.
Entelijansiya mensupları,
kurslar, halk üniversiteleri, eğitim toplulukları, kütüphane ve tiyatrolar
gibi, yetişkin eğitimine yönelik pek
çok girişimde bulunurlar.
Bunlar 1906 ile 1914 arasında kent ve köylerde
hızla çoğalır.
Bu çalışmalar sayesinde
entelijansiya, 1905 Devrimi’nden önce de mevcut olan, alt sınıflara yönelik eğitim
faaliyetlerini daha zengin ve karmaşık bir eğitim ağı haline getirir.
Entelijansiyanın işçi
eğitim programlarına yönelik ilgisi, 19.
yüzyılda hafta sonu okulları hareketiyle başlamıştır.
Kiev’li bir eğitimcinin
yazılarından ilham alan üniversite öğrencileri ve kimi aydınlar
St. Petersburg, Moskova ve başka birkaç Rus kentinde alt sınıflara yönelik
olarak hafta sonları ve akşamları eğitim veren okullar açar.
Bu okullarda ders veren
aydınlar çoğunlukla kendi müfredatlarını oluşturur.
Eğitim tasarıları okuldan
okula değişir: Temel okuma yazma programlarından tutun toplum ve tabiat
bilimlerine yönelik girift eğitimlere kadar çeşitli tasarılar mevcuttur.
Bu ilk girişimlerin
akabinde gelişkin bir akşam ve hafta sonu okulu sistemi doğar.
19. yüzyıl sonlarında
daha kapsamlı eğitim programları ortaya çıkar.
Rağbet gören kimi hafta sonu ve akşam
okullarını temel alan bu
eğitim programları İngiltere’de işçilere yönelik yetişkin eğitimi
girişimlerinden feyz almıştır kısmen.
1905 Devrimi bu çabalara
müthiş bir ivme kazandırır ve akabinde önce 1906’da
St. Petersburg ve Moskova’da, ardından Ufa, Bakü, Varşova ve Tomsk
gibi yirmiyi aşkın kentte yeni okullar açılır.
“Halk üniversiteleri”
diye adlandırılan bu kurumlar pek çok yerel topluluk ve entelijansiya
tarafından desteklenir.
Sözgelimi
Yekaterinodar’daki Kuban Halk Üniversitesi’nde o bölgenin doktorları,
avukatları ve lise öğretmenleri ders verir.
Halk üniversitelerinin
yanı sıra gene halka yönelik sanat ve
müzik okulları da açılır.
1906’da kurulan Moskova
Halk Konservatuarı müzik erbabına emanet edilir.
Ders verenler arasında
Aleksandr Kastalski ve Arseni Avraamov gibi, sonraları
Proletkült’teki müzik eğitiminde önemli roller oynayacak şahsiyetler
vardır.
Keza 19. yüzyıl
sonlarında ortaya çıkan halk tiyatroları da 1905
Devrimi sonrasında yaygınlaşır.
Bu drama topluluklarının
amacı Gogol, Tolstoy ve özellikle Ostrovski
gibi en önemli Rus oyun yazarlarını alt sınıflara tanıtmaktır.
Her ne kadar bu
programlarda –konservatuar müfredatına halk müziğini dahil etmek gibi–
popüler beğeni uğruna birtakım tavizler
verilmişse de entelijansiya mensubu düzenleyiciler mükemmeliyetçiliklerini
nihayetinde ortaya koymuştur.
Bir başka eğitim ortamı
da “halk evleri”dir.
1905 Devrimi’nden önce,
şehir ve kasabalardaki kültürel faaliyetler genellikle halk evlerinde
düzenlenmiştir.
1905’ten sonra bunlar
daha bağımsız bir eğitim işlevi kazanır.
Ayrıca 1905 ile 1917
arasında Rusya’da iyice yaygınlaşan popüler
eğitim yayıncılığı da yetişkin eğitimi davasına arka çıkar.
Vestnik znaniia (Bilgi Elçisi)
ve Novyi jurnal dlia vseh (Halkın Yeni Gazetesi) gibi
yayınlar, özellikle kültür meraklısı beyaz yakalı çalışanlar arasında müthiş
rağbet görür.
Entelijansiya mensubu
editörlerin amacı, o dönemin en mühim bilimsel, toplumsal ve kültürel
meselelerini herkesin anlayabileceği bir biçimde sunmaktır.
Nitekim bu yayınlar kendi
kendine eğitim konusuna meraklılar için birer kılavuz
vazifesi görür.
Ne ki bu yayınlar,
memurlar, kalifiye işçiler ve ilkokul öğretmenleri arasında rağbet görmüş olsa
da, karmaşık meselelere ilişkin basite indirgeyici yaklaşımları yüzünden pek
çok aydının sert eleştirilerine maruz kalır, zira bu aydınlara göre, söz konusu
yayınlar ancak “üçüncü
sınıf halk üniversiteleri” seviyesindedir.
Aydınlar söz konusu
tasarılara farklı farklı saiklerle müdahil olmuştur.
Özellikle 1905 tecrübesi
sonrasında, “cahil” ve eğitimsiz Rus kitlelerinin kalkışacağı bir devrim
ihtimali, kimi aydınların üzerine heyüla
gibi çökerek onları korkutur.
Kimileri de, kültürel
değerlerine adeta hakaret teşkil eden, revaçtaki macera
romanlarına ve magazin gazetelerine dayalı popüler kültürün
yarattığı tehlikeyle mücadele etmeyi umar.
Siyasi aktivistler ise
yasal programları devrimci davanın hizmetine koşabilecekleri kanısındadır.
Ancak, o andaki saikleri
ya da siyasi itikatları ne olursa olsun, hepsi de
19. yüzyıl başlarında filizlenmiş, aydınlanmaya ve propagandaya dayalı bir
entelijansiya geleneğini sürdürüyordur.
Nitekim bu yeni kurumlar
sayesinde “kültür hamilleri” taşıdıkları sorumluluğu halka da aktarabilecekleri
ve böylece halkın kültürel mirasını şekillendirebilecekleri bir ortama
kavuşmuştur.
Hiç
şüphe yok ki bu entelektüellerin çoğunun hedefi Vpered’cilerinkinden farklıdır:
Onlara göre, “kültür” bir sınıf ideolojisine değil, Rus ve Avrupa medeniyetinin
en nadide eserlerine tekabül eder.
Onların
niyeti, sadece fabrikalardaki proletaryayı değil, bütün
emekçi kitleleri aydınlatmaktır.
Siyasi itikatlarından bağımsız olarak, müspet
bir toplumsal değişim yolunda en önemli adımın, yüksek kültürün aktarılması
olduğu kanısındadırlar.
Gelgelelim,
temeldeki bütün bu fikir ayrılıklarına rağmen, Vpered’ciler
ile reform yanlısı entelijansiya ortak bir zemini paylaşır.
İkisi de hem eğitimin özgürleşme yolunda elzem
olduğuna hem
de entelijansiyanın aydınlanma sürecinde rolü olduğuna inanır.
Her
ne kadar farklı açılardan da olsa, ikisi de Rusya’nın kültürel
mirasına değer verir.
O yüzden, yetişkin eğitimi projelerinde rol
almış pek çok kişinin Ekim Devrimi’nden sonra Proletkült’ün hizmetine girmesi
hiç şaşırtıcı gelmemelidir.
Bu
kişiler, artık proletarya diye adlandırılan kitlelere kültürü taşıma
işini Proletkült’te sürdürmüştür.
Proletaryanın
Yarattığı Kültür: İşçi Kurumları
1905 Devrimi bir başka
kültür ağının, bizzat işçi sınıfı kontrolünde olan bir ağın ortaya çıkışını da
teşvik eder.
1906’da yürürlükte olan
örgüt yasaları sayesinde hem resmen sendikalar kurulabilmekte, hem de işçi
hareketiyle yakından bağlantılı işçi kulüpleri ve eğitim cemiyetleri
açılabilmektedir.
“Aydınlanma”, “Eğitim” ve
“İlim” gibi adlar taşıyan bu topluluklar, bir
sendikaya mensup olsun olmasın, bütün işçiler arasında müthiş
rağbet görür.
Hedef alınan kitle kentli
proletaryadır; bu kitleyi tanımlamak her
zaman kolay olmasa da, hiç şüphe yok ki genel yetişkin eğitimiyle hedeflenenden
daha dar kapsamlı bir kitledir.
Keza kaynak sıkıntısından
dolayı programlar da daha dar kapsamlıdır.
Kültür topluluklarının
hızla serpilip gelişmesi, işçilerin eğitime ve
boş vakit faaliyetlerine ne kadar istekli olduğunu ortaya koyar.
Ayrıca entelijansiyaya
duydukları büyük güvensizliğin de ifadesidir bu.
Çoğu işçi, devrim
sırasında liberaller tarafından ihanete uğradığı kanısındadır ve sosyalist
aydınların siyasi mücadeleden yavaş yavaş yüz çevirmesi karşısında
sarsılmıştır.
Söz konusu yeni
oluşumlar, bizzat işçilerin kontrolündeki mecralar aracılığıyla, proletarya
içinden liderler çıkarmaya yönelik eğitim kurumlarıdır.
Bunlara katılanların
temennisi, bu topluluklar sayesinde bağımsız bir işçi sınıfı entelijansiyasının
ortaya çıkması ve böylece proletaryanın, 1905 Devrimi’nde olduğu gibi, güvenilmez
aydınlara bir daha bel bağlamak zorunda kalmamasıdır.
Sendika ve kulüplerin,
şaibeli liberal entelijansiyayla bağlantılı halk
üniversiteleri ve ilgili gruplarla netameli bir ilişkisi olagelmiştir.
İşçiler bu kurumlara
bizzat katılıyordur katılmasına, ama pek çoğuna göre, kendi kulüpleri ve
cemiyetleri bunların yerini almalı ve –bir sendika yayınındaki tabirle–
“[işçilerin] topyekûn düşünsel hayatının merkezi” haline gelmelidir.
Kendi kendine eğitimin arzulandığı
bu toplulukların amacı entelijansiyayı tamamen ihraç etmektir.
Fakat özerklik
konusundaki bütün bu ümitlere rağmen, kültür toplulukları, öğretmen ve eğitimci
vasfıyla aydınların yardımını hâlâ talep etmektedir.
Ancak, ihtiyaç ve
içerleme karışımı bu çelişkili duygular yüzünden işçiler ile eğitimli
topluluklar arasındaki ilişkiler daha da gerilir.
İşçi kulüplerinde ve
tiyatrolarında işlenen konulara bakıldığında, o dönemde
yaygın yüksek kültürün hâkim olduğu görülür.
Tarihe ve sosyalist harekete dair derslere
ilaveten, halk üniversiteleri ile halk evlerindekine benzer faaliyetler de yer
bulur kendine.
Akşam konserlerinde
Çaykovski ve Rimski-Korsakov’un eserleri icra edilir; ayrıca proletarya drama
topluluklarının repertuarı halk tiyatrolarınınkinden çok da farklı değildir.
Petrograd’da bulunan
Bilginin ve Işığın Kaynağı adlı işçi cemiyetindeki tiyatronun ilk sezonunda
Puşkin, Tolstoy ve Shakespeare sahnelenir.
Kulüp kütüphanelerinde en
çok Rus klasikleri rağbet görür.
Her ne kadar proletarya,
magazin basınının ve popüler macera romanlarının cazibesine kapılıyor olsa da,
bu cemiyetler “rafine” kültürel zevkleri teşvik etmeye çalışır.
Gelgelelim işçilerin
hepsi Rus klasiklerini sahiplenmeye teşne değildir.
Bir yanda proleter
kulüplerine katılanlar burjuva kültürünün değerini tartışırken, diğer yanda
işçilerin eseri olan yaratıcı bir edebiyat sosyalist basında yer almaya başlar.
Bir ölçüde Maksim
Gorki’den feyz alan bu proletarya yazarları, emek ve
siyaset mücadelesiyle geçen hayatlarını hikâyelere, şiirlere ve tiyatro oyunlarına konu eder.
Örneğin 19. yüzyıl
sonlarında işçi-şair Egor Neçayev siyasi özgürlük, sosyalizm ve fabrika yaşamı
gibi konuları işleyerek ün kazanır.
20. yüzyıl başında sosyalist gazete ve
dergiler fabrikayı ilk elden tecrübe etmiş
yazarların eserlerine gitgide daha çok yer verir.
Mihail Gerasimov, Vladimir Kirilov ve Aleksey
Samobytnik Maşirov gibi, Proletkült denince ilk akla gelen yazarların hepsi
1917 öncesindeki sol dergi ve gazetelerde eserlerini yayınlamaya başlar.
Nitekim proleter kültürü
yanlısı işçilere ve aydınlara göre, bu
yeni edebiyat, proletaryanın kendine özgü önemli bir sanatsal
kültür yaratabileceğinin kanıtıdır.
1912 ile 1914 arasındaki
çalkantılı yıllarda devrimci hareket yeniden ivme kazanınca, kültür ile siyaset
arasındaki bağlar adeta ete kemiğe bürünür.
İşçi kulüpleri ve eğitim cemiyetleri gitgide
siyasi bir vasıf kazanır, zira çoğu
katılımcı, ılımlı Menşevizmden ayrılıp Bolşevizme geçiyordur.
Sendikalar sıkı gözetim
altında olduğundan, kulüpler yeraltı faaliyetlerinin merkezi haline gelir.
Sözgelimi Bolşeviklerin
güdümündeki, St. Petersburg eğitim cemiyeti Bilim ve Hayat, 1914 Temmuz’unda
şehre damgasını vuran grevlerin planlandığı merkezdir.
Birinci Dünya Savaşı
patlak verince, işçilere ait kültür topluluklarının gelişimi akamete uğrar.
İşçi kaynaklı bir kargaşanın çıkmasından
korkan hükümet,
bağımsız işçi örgütleri üzerinde baskı
uygulamaya başlar.
Gelgelelim halk
üniversiteleri ve halk evleri aynı kaderi paylaşmaz.
Hükümet, büyük ölçüde
liberal entelijansiyayla ilişkili olan bu kurumları önemli bir tehdit olarak
görmez.
Hatta savaş sırasında
halk evleri ağı, iki ana sponsoru olan kooperatiflerin ve zemstva’nın
[reforma yönelik yerel yönetim kurumları] güçlenip sorumluluk alanlarını
genişletmesi sayesinde daha da büyür.
Neticede yasadışı
faaliyetleri sürdürmeye niyetli girişken işçiler, bu ılımlı
ortamda kendi propagandalarını yürütmeyi öğrenirler.
Baskıcı savaş yıllarında
bile işçiler kültürel faaliyetlerini bu mecrada sürdürür.
İşçi
toplulukları proletarya kültürünün anlamına dair bir mutabakata hiç
varmamıştır.
Eski
entelijansiyaya duydukları güvensizlik zemininde bir araya gelen bu
topluluklar, aydınların temsil ettiği kültür dünyasıyla karmaşık bir ilişki
kurarlar.
Seçkin
sınıfın kültürel inceliğe ve öğrenime dair tanımları pek
çok işçiyi etkisi altına alır.
Ne
var ki 1917’ye gelindiğinde, kimileri eskinin bu kültürel teşekkülünü,
ardındaki siyasi ve iktisadi kurumlarla beraber kaldırıp atmaya hazırdır.
Proletkült’ün Kuruluşu
1917
öncesinde ortaya çıkan çeşitli kültür tasarılarının tek bir amacı vardır: Hepsi
de siyasi değişime yönelik hazırlık dersi mahiyetindedir.
Bu
muhtelif tasarılarda rol alan aktivistler en temel konularda ihtilaf halinde
olsalar da, Rus toplumunun kalıcı ve anlamlı bir surette dönüşebilmesi için
kültürel eğitimin şart olduğu konusunda hemfikirdirler.
Örgütlü
siyasi partileri ve işçi topluluklarını hazırlıksız yakalayan 1917 Şubat
Devrimi, siyasi tartışmaları bir anda farklı bir bağlama oturtarak, kültür
alanındaki aktivistlerin varsayımlarını değiştirir.
Aydınlanma
tasarıları, devrimi sürdürmenin, sonuçlarını şekillendirmenin ve sarih hedefler
saptamanın bir yolu olmuştur artık.
Şubat Devrimi fabrika
komitelerinden sovyetlere kadar pek çok yeni
örgütlenmeye ön ayak olur ve bu örgütler daha en başından itibaren Geçici
Hükümet’in iktidarını tahkim etme çabasına karşı çıkar.
Lağvedilmiş Duma’dan
müteşekkil eğreti yeni hükümet, seçimlerin
yapılacağı zamana kadar idareyi eline alır.
Bu hükümeti denetim
altında tutan halk idaresindeki sovyetler sistemi siyasi değişime yönelik
olarak kendi gündemini oluşturur.
“İkili iktidar” diye
bilinen bu karmaşık yapılanma sadece siyasetle sınırlı da
değildir.
İktisadi alanda
kapitalistler karşılarında dik başlı fabrika komitelerini, toprak sahipleri de
toprağa aç köylü topluluklarını bulur.
Ayrıca kültür alanında da
bir bölünme vardır.
Halk tabanından pek çok
örgütlenme, kültürel dönüşüme dair kendi
tasavvurlarını dayatarak, hükümetin otoritesini sarsar.
Hükümet kararsız bir
vaziyetteyken, alternatif kültür tasarıları iyice yaygınlaşır.
Sendikalar ve fabrika
komiteleri, tıpkı siyasi partiler ve sovyetler gibi, kendi eğitim bölümlerini
kurar.
Sadece Petrograd’da bile,
iddiaya göre, işçi topluluklarına bağlı 150 kulüp ve
yüz bin üye vardır.
Bu oluşumlara katılanlar
yeni hükümeti halk eğitimi konusunda kayıtsızlıkla suçlar
ve akabinde devletin ataleti sayesinde söz
konusu katılımcılar siyasi ve ahlaki bir otorite kazanır.
Görünen o ki işçilerin
kültürel çıkarlarını kollayan hükümet değil, bu
insanlardır.
Böylece Geçici Hükümet ile muhalefet
arasındaki ihtilaflı alanlara kültür politikası
meselesi de eklenmiş olur.
Şubat
ile Ocak arasında, siyasi kutuplaşmaların yaşandığı zaman zarfında, ipleri
kimin eline alacağını kestirmek güçtür.
Şayet
Geçici Hükümet işin başında olmayacaksa, kim olacaktır?
1917 Haziran’ında
düzenlenen ulusal sendika konferansında Menşevik İvan Maiski, kültürel eğitim
konusunda esas sorumluluğun sendikalarda olduğunu öne sürer.
İşçi hareketi aynı
zamanda bir kültür hareketidir.
Ancak çevresinde olup
bitenle bilfiil ilgilenen bir işçi, itikatlı bir sosyalist ve sendika
hareketinin aktif bir katılımcısı olabilir.”
Maiski’ye göre,
sendikalar merkez komitesi Petrograd’da olmak üzere geniş çaplı bir ulusal
düzenek kurmak suretiyle
işçilerin kültürel-eğitsel
faaliyetlerini koordine etmelidir.
Bu yeni yapı, sendikalar,
sovyetler, kooperatifler ve Sosyal Demokrat partiler gibi farklı teşkilatlardan
gelen temsilcilerin katılımıyla oluşturulacaktır.
Ama sendika bürokrasisi
karşı karşıya kaldığı ivedi siyasi ve
ekonomik sorunlardan dolayı eğitim meselesine gereğince eğilemez.
Nitekim Maiski’nin
sunumuna bir ölçüde sitemkâr bir ton hâkimdir; kültürle daha çok
ilgilenilmesi konusunda meslektaşlarına yalvarır gibidir.
Tahmin edilebileceği gibi, sendikadaki çabalar
pek sonuç vermez.
Bir proletarya kültür ağı
kurma konusunda başarıya ulaşanlar, en
militan işçi örgütleri olan fabrika komiteleridir.
Aslında Rus ekonomisi baş
aşağı gitmeye başlayınca iş güvencesine yönelik savunma mekanizması gibi
tasarlanan bu teşkilatlar Şubat Devrimi’nden sonra hızla yaygınlaşır.
Çoğu fabrika komitesi,
fabrika bünyesinde eğitime, boş zaman faaliyetlerine ve ajitasyon çalışmalarına
yönelik kültür komisyonları oluşturur.
Bu kültür toplulukları
özellikle Petrograd’da etkindir.
1917 Ağustos’unda
Petrograd fabrika komiteleri kent çapında biraraya
geldiğinde, delegeler proletaryanın kültürel faaliyetlerini tek çatı
altında toplayıp yönetecek yeni bir teşkilat oluşturmayı önerir.
Bu fabrika komitelerinin
söz konusu girişimde başarıya ulaşmasının asıl sebebi, Vpered topluluğu mensubu
kültür aktivistlerinin çabalarıdır.
1917’de sürgünden dönen
topluluk üyeleri, Bogdanov hariç, Bolşevik
Parti’ye katılır yeniden.
Bunlar arasında en önemli
figür, Lenin’in peşinden İsviçre’den
gizli bir trenle gelen Lunaçarski’dir.
Zira Lunaçarski, Vpered
topluluğuna ait teorik görüşleri, gitgide
genişleyen proletarya kültür gruplarıyla biraraya getirmek suretiyle
Proletkült’ün temellerini atmıştır.
Lunaçarski Petrograd’a
varır varmaz, Gorki’nin Novaia jizn (Yeni Hayat) gazetesinde
çalışmaya başlar ve bu sayede kültürel dönüşüme dair düşüncelerini halka yayma
imkânına kavuşur.
Lunaçarski siyasi
partilere, sendikalara ve kooperatiflere ilaveten, işçi sınıfı
hareketinin “dördüncü biçimi”nin kültür teşkilatı olması gerektiğini açıkça
ortaya koyar.
İşçilere ait kültür
toplulukları için merkezî bir yapı oluşturulması, idari bir
faydadan ibaret değildir.
Bu yolla yeni bir
proletarya hareketi doğacak ve başlı başına bu hareket, devrimci değişimde
kültürün baş rol oynamasını temin edebilecektir.
Lunaçarski, 1917
Ağustos’undaki fabrika komiteleri toplantısında meramını açık seçik
anlatır.
Kültürü, siyasi durum
istikrara kavuşunca tadına varılacak bir nevi şekerleme gibi görenlere
karşı çıkar: “Kültür ve eğitim, işçi hareketinin diğer biçimleri kadar
önemlidir.
Bize kalırsa sadece
yetişkin eğitiminden ve okuma yazma kurslarından ibaret bir şey de değildir.
Esasen duyarlı, uyumlu
bir dünya görüşünün oluşturulmasıdır.”
İşçiler,
taleplerine uygun olan bir kurumsal yapıyı temin etmek için, kültür alanında
kendi yönetimlerini tesis etmek zorundadır.
Zira sovyetler ve
kent duma’sı tek bir sınıfa mahsus kurumlar olmadıklarından, sadece
işçileri temsil etmiyorlardır.
Tek bir sınıfa mahsus sendikalar ise öncelikle
teknik eğitimle ilgilenmektedir.
Dolayısıyla proletaryanın
tek çaresi kendine ait yeni bir merkez oluşturmaktır.
Neticede Lunaçarski’nin
argümanlarıyla ikna olan delegeler, işçi hareketinde kültürün başat bir rolü
olduğunu teyit eden bir karar çıkarır.
Bu fikirleri hayata geçirmek için konferansta
şu öneri sunulur: Önce
Petrograd’da sonra Rusya’nın her yanında, işçiler arasındaki bütün kültürel
faaliyetleri denetim altına alacak merkezî bir kültür
teşkilatı kurulacaktır.
Bu iddialı tasarının ilk
adımı, kentteki bütün proletarya kültür-eğitim örgütlerini bir konferansta
biraraya getirmektir.
Bu hazırlıklarda baş rol
Lunaçarski’nindir; yanında da sürgün yıllarından eski dostları
Lebedev-Polianski, Kalinin ve Pavel Bessalko vardır.
Başta I. I. Nikitin ve
Aleksey Samobytnik-Maşirov olmak üzere, yeni
kurulan Proleter Yazarlar Derneği üyeleri de bu hazırlıklara katılır.
Ayrıca düzenleyiciler
arasında avangard yazar Osip Brik, Bolşevik
sanat ve tiyatro uzmanı Platon Kerjentsev ve Vasili İgnatov adında bir proleter
aktör de vardır.
Brik haricinde, bütün bu
şahsiyetler gelecekte Proletkült’ün ilk yıllarında önemli roller oynayacaktır.
Ekim ortasında, Kışlık
Saray baskınından bir hafta önce, Petrograd
kent duma’sında ilk proletarya kültür-eğitim örgütleri konferansı
düzenlenir.
Bolşevikler silahlı bir
isyan için hazırlıklara çoktan başlamıştır; o
sıralar Petrograd’da ilk ulusal fabrika komiteleri konferansı da yapılmaktadır;
ayrıca garnizon komiteleri de toplanmıştır.
Petrograd’daki bütün
siyasi partiler yakında yapılacak olan Sovyetler Kongresi’ne hazırlanmaktadır.
İşte siyasi açıdan böyle
hummalı bir ortamda, iki yüze yakın işçi ve aydın, işçi sınıfı hareketinde
güzel sanatlar ve eğitimin rolünü tartışmak üzere biraraya gelir.
Sanatsal pratikler
konusundaki sunumları çoğunlukla aydınlar yapar.
Lunaçarski edebiyatla
ilgili meseleleri ele alırken, fütürist Osip Brik bütünsel bir
yaklaşımla sanatı tartışır, halk müziği uzmanı Arseni Avraamov da müzik
konusunda sunum yapar.
Hem Brik hem de Avraamov
devrim öncesi yetişkin eğitimi hareketinin değeri üzerinde durur.
Onların ümidi, yeni
örgütlenmenin de kitlelere sanatı ulaştırmaya çalışmasıdır.
Özellikle Brik liberal ve solcu aydın
eğitmenlerin diliyle konuşur.
Proletarya kültürüne hiç
atıfta bulunmaksızın, sanatı demokratikleştirme ihtiyacına vurgu yapar.
Şubat Devrimi, 1917’den
önce kültür alanındaki aktivistlerin ciddi ciddi ele almadığı yeni bir sorun
ortaya çıkarır: Bu yeni teşkilatın mevcut iktidarla ne tür bir ilişkisi
olacaktır?
Delegeler, Bolşevik aydın
D. I. Leşçenko ile şu konuda hemfikirdir: Kurdukları yapı
hükümetten tamamen bağımsız olmalıdır, ki
bu da Kerenski rejimine yönelik genel hoşnutsuzluğu yansıtan bir husustur.
Ancak işçilerin kendisi
eğitimlerinin devrimci, Marksist
bir içeriği olmasını temin edebilir.
Öte yandan konferans
katılımcıları, temsil ettikleri toplulukların kendi
bütünlüklerini korumaları gerektiğini de vurgularlar.
Yeni teşkilat,
bünyesindeki kulüplerin ve toplulukların uygulamalarına doğrudan müdahale
edemeyecektir.
Bu merkezî teşkilat
sadece kaynak ve personel değiş tokuşuna yönelik bir ortam olacak, ama hiçbir surette
yerel idareyi kısıtlamayacaktır.
Görünen
o ki en zor mesele proletarya kültürünü tanımlamaktır.
Sözgelimi
Osip Brik sınıf kültürü meselesine hiç değinmezken, Vasili İgnatov militanca bir tavır takınır.
İgnatov’a göre,
proletarya tiyatrosunda sadece proleter aktörler ve proleter
bir repertuar bulunmalı, aydınların yazdığı oyunlar da ancak işçi
sınıfının ihtiyaçlarını karşıladığı ölçüde yer almalıdır.
İzleyiciler de ihtilafa
düşer.
Kimi delegeler işçilerin
öncelikle klasik eserleri özümsemesi gerektiğini vurgularken, kimileri de
“burjuva” kültürünün işçilere kazandıracak bir şeyi olmadığını öne sürer.
Lunaçarski
orta yolu benimsemiş gibidir.
Proletarya
kültürü fikrini tamamen desteklemekle beraber, geçmişin
kültüründen öğrenecekleri çok şey olduğunu hatırlatır işçilere.
Neticede
Lunaçarski’nin görüşü baskın çıkar ve varılan nihai karar her iki tarafın destekleyebileceği şekilde
söze dökülür:
Gerek bilimde gerek sanatta
proletarya kendi bağımsız formlarını vaz edecektir, ama aynı zamanda geçmişin
ve bugünün kültürel kazanımlarından da faydalanacaktır…
Ancak, [proletarya] eski kültürün
eserlerine eleştirel bir tavırla yaklaşmalıdır.
O eserleri öğrenci vasfıyla değil,
bir inşaat ustası vasfıyla benimsemeli ve adeta eski binaların taşlarını
kullanarak yepyeni binalar inşa etmelidir.
Ekim konferansında bütün
hazırlıklar tamamlanmış olmasına rağmen, düzenleyici komite, ancak Bolşevikler
iktidara geldikten sonra, Kasım ayı ortalarında biraraya gelme fırsatı bulur.
Akabinde devlet eğitim
komisyonu içinde bir büro kurulur, ayrıca
bir tiyatro ve kütüphanenin temelleri atılır.
O sırada topluluk
sekreteri İgnatov, topluluğun sakil ismi yerine bir
kısaltma önerir.
Bundan böyle proletarya
kültür-eğitim teşkilatları kısaca Proletkült
diye adlandırılacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder