19 Ocak 2023 Perşembe

 Proletkült Hareketinin Kökenleri

 

Devrimin ilk yıllarında Sovyet Rusya’da yaygınlık kazanan proleter kültürü hareketinin karmaşık bir toplumsal ve düşünsel mirası vardır.

 

Bu hareket, sol Bolşevik aydın Aleksandr Bogdanov’un kuramlarından doğrudan doğruya feyz almıştır: Bogdanov, proleterlerin eski seçkin sınıfa karşı başarı kazanabilmesi için yeni bir kültürel sistem, yani yeni bir ahlak, yeni bir siyaset ve yeni bir sanat kurmaları gerektiğine inanır.

 

Öte yandan, proleter kültürü başka anlamlar da taşıyan                                               yaygın bir slogan olup çıkmıştır.

 

Gerek aydınlarla her tür bağı koparmaya hevesli işçilere                                        gerekse Rusya’nın geçmişiyle ilişkilenmek istemeyen                                                     kültür alanındaki radikallere cazip görünmüştür.

 

Ayrıca klasik Rus kültürüne dair bilgilerini kitlelerle paylaşmak isteyen liberal reformculara da ilham vermiştir.

 

Çeşitli dışavurumları itibarıyla Rus sosyalizmi hem siyasi                                                 hem de eğitsel bir hareketti.

 

 

Ayrıcalıklı ve kültürlü bir topluluğun temsilcileri olarak aydın sosyalist liderler, başarılı bir siyasi başkaldırı için elzem olan Rusya’daki kitlelerle aralarındaki uçurumun farkındaydılar.

 

 

Kitleleri gerçek çıkarlarını idrak edecek şekilde eğiterek bu uçurumu aşmayı ümit ediyorlardı.

Böylelikle kitleleri kökten bir siyasi değişim için hazırladıklarına da inanıyorlardı.

 

Eğitimcilerin takdire şayan hedefleri vardı.

 

Öğrencilerine hem yüksek Rus kültürüne dair bilgilerini aktarmaya çalışıyor, hem de bir devrime ihtiyaç olduğunu telkin ediyorlardı.

 

Ama bütün bu iyi niyete rağmen, kendilerini kültür hamili olarak gören öğretmenler ile, azimli ve kadirşinas alımlayıcı rolü                             biçilmiş öğrenciler arasında gerilimler mevcuttu.

 

Nitekim Aleksandr Bogdanov proleter kültürü teorisini                                                         bu gerilimi aşmak için tasavvur etmişti.

 

Halk çevrelerinde bizzat yaşadığı tecrübelerden ilham alan Bogdanov işçileri tahakküm altına almadan aydınlatmanın                                                     mümkün olduğuna inanıyordu. 

 

Bogdanov’un ilk hedefi siyasi kuram ya da yüksek kültür aktarmak değildi.

 

Esas niyeti, işçileri sosyalist hareketi bizzat sahiplenmeye teşvik etmekti.

 

Böylece bu benzersiz didaktik süreç proleterlerin kendi sınıf ideolojisini ve ahlakını formüle etmelerini sağlayacaktı, ki bu da nihayetinde gelecekteki sosyalist toplumun temelini oluşturacaktı.

 

Bilfiil halka ulaşma arzusu duyan pek çok aydın 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında halka yönelik eğitim projeleri tasarlamıştı.

 

Her cenahtan gitgide daha çok hayırsever, liberal, popülist ve sosyalist, öğretmenliğe başlamış ve akşam sınıflarında, hafta sonu okullarında, halka açık üniversitelerde ve kulüplerde ders vermeye girişmişti.

 

Ayrıca bu insanların çabalarının teşvikiyle ortaya çıkan eğitici popüler basın-yayın organları sayesinde genel olarak emekçi nüfus bilimsel bilgi ve çağdaş edebiyatla tanışmış ve bir kültürel topluluk anlayışı kazanmıştı.

 

Proleter kültürü tabiri de bu girişimleri kabaca betimliyordu.

 

Entelijansiya, kültürü, ve toplumlarının en has sanatsal ve bilimsel başarılarını işçi sınıfıyla buluşturuyordu.

 

Hem bu değerli mirası paylaşmak hem de halka siyasi                                                    ve toplumsal bir sorumluluk duygusu aşılamak istiyorlardı.

 

Çalışma gruplarında ve 1905’ten sonra işçi hareketiyle ilişkili kurumlarda yetişen azimli işçi-aydınlara göre, proletarya kültürü, seçkin aydınların kültür alanındaki hâkimiyetine meydan okumanın ifadesiydi.

 

Hatta kimi işçiler entelijansiyanın yardımını alenen reddetmiş                                             ve kendi kendilerini eğitmeyi amaçladıklarını beyan etmişti.

 

 Her ne kadar bu camiaların üyeleri genelde yüksek kültür ürünlerine göz dikmiş olsa da, aynı zamanda yoldaş işçileri kendi sanatsal görüşlerini ifade etmek ve hem “burjuva kültürü”nü hem de onu idame ettiren sınıfı eleştirmek konusunda teşvik ediyorlardı.

 

1917’de Proletkült’ün ortaya çıkışında, bütün bu sıradışı failler                                          bir ölçüde sorumlulukları bulunduğunu iddia edebilirdi.

 

Bogdanov ve yandaşları Proletkült ideolojisini proleter kültür liderliğine olan bağlılıklarını ortaya koymak için biçimlendirmişlerdi.

 

Proletkült hareketi, sendika kulüplerinde, halk üniversitelerinde, kendi kendine eğitimin yapıldığı çevrelerde toplanan insanları birleştirmişti ve katılımcıların burjuva kültürüne ve bunu haiz aydınlara karşı kuşkulu tavrını yansıtıyordu.

 

 Ayrıca eğitime yönelik kapsayıcı, demokratik yaklaşımı sayesinde, yetişkin eğitimi hareketinin liberal üyelerinden ve takipçilerinden bir kısmını da bünyesine katmayı başarmıştı.

 

Nitekim kültüre, siyasete ve proleter sınıfa dair bütün bu farklı anlayışlar Proletkült’ü hem şekillendirecek hem de nihai sınırlarını belirleyecekti.

 

Sol Bolşevizm ve Proletarya Kültürü

 

Proletkült hareketinin düşünsel temelleri, başarısızlığa uğrayan                                     1905 Devrimi’nden sonraki yıllarda atılır.

 

Devrimci güçlerin yaşadığı yenilgi Rus sosyalist hareketi                                                    ve özellikle de Bolşevikler için büyük bir krizin başlangıcı olur.

 

Hükümet 1907’de İkinci Duma’yı feshettikten sonra, polis zoruyla                                siyasi partilerin ve yasal işçi gruplarının faaliyetlerini kısıtlayınca,                             Sosyal Demokratlar kararsızlığa düşer: Parlamento seçimlerine mi katılacaklardır, yoksa yeraltı faaliyetleri yoluyla                                                        devrimci mücadeleye mi devam edeceklerdir?

 

Bu ikilem Bolşevikleri iki cenaha böler.

 

Lenin’e göre, yasal yollardan kaçınmanın hiçbir anlamı yoktur,                                        zira yeni bir devrim dalgasının oluşmasına daha çok zaman vardır.

 

Lenin’in karşısındaysa Aleksandr Bogdanov liderliğindeki “sol Bolşevikler” grubu vardır: Sol Bolşeviklere göre, devrim kısa bir süre sonra devam edecektir, o yüzden Bolşevikler atıl parlamenterliğe kesinlikle bulaşmamalıdır.

 

Aralarında Bogdanov, Anatoli Lunaçarski, Maksim Gorki ve Pavel Lebedev-Polianski gibi isimlerin bulunduğu sol Bolşevikler, Lenin’in liderlik iddiasına ve parti siyaseti anlayışına karşı çıkarlar.

 

 Lenin’e üç cepheden saldırırlar: siyasi strateji, parti örgütlenmesi                                      ve en önemlisi de sosyalist kuram.

 

Lenin’in parti örgütlenmesine dair otoriter yöntemleri eleştiri oklarının hedefi olur.

 

Parti içindeki aydın liderler tutuklamalar, ayrılmalar ve sürgünler yüzünden iyice azalınca, sol Bolşevikler Rusya’daki işçilerin başıboş kaldığına dair bir korkuya kapılır.

 

Onlara göre, Bolşeviklerin daha kolektif ve kapsayıcı örgütsel taktikler benimsemesi ve ileride çeşitli makamlara gelebilecek işçi-liderlerin eğitimine daha çok kaynak ayırması gerekiyordur.

 

Daha da önemlisi, sol Bolşevikler Marksist kuramı yeniden yorumlayarak, ideolojiye ve kültüre daha yaratıcı ve merkezî bir rol kazandırmayı arzularlar.

 

Lenin ve Plehanov’un katı materyalizminin aksine, sol Bolşevikler                                ideolojik üstyapının toplumsal iktisadi altyapının bir yansımasından                           ibaret olmadığı kanısındadır. 

 

Lunaçarski sanatın siyasi eyleme yol açma gücüne                                                         zaten uzun zamandır büyük ilgi duyuyordur. 

 

Lunaçarski ve Gorki’ye göre, sosyalizm bir “insani din” meydana getirecek güçte olup bireylerin kendilerinden daha yüce bir davaya, bütün insanlığın kaderini kapsayacak bir davaya adanmalarını sağlayabilir.

 

Nitekim bu fikirler topyekûn “tanrı inşası” diye anılagelmiştir.

 

1907 ile 1911 yılları arasında sol cenah, Bolşevik merkez teşkilatının                   kontrolünü ele geçirmek için ciddi bir rekabet yürütür.

 

İlk başta, başvurdukları aktivist siyasi taktikler partinin alt kademesine çok cazip görünür. 

 

İdeoloji ve toplum hakkındaki fikirlerini sosyalist gazete ve dergilerde yayınlarlar.

 

Hatta Bogdanov, Mars’ta başarıya ulaşan bir sosyalist devrimin sonuçlarını anlattığı Kızıl Yıldız adında popüler bir bilimkurgu romanı kaleme alır.

 

Aynı zamanda akademik sosyalist bir izler kitleye de ulaşmaya çalışır. 

 

Ampiriyo-Monizm adlı kitabında (Lenin’in yönelttiği sert eleştiriler sonucu meşhur olmuştur), Ernst Mach ve Richard Avenarius gibi                                             çağdaş Batı Avrupalı düşünürlerin fikirlerinden yararlanır.

 

 Bogdanov’a göre, geleceğin dünyasının sosyalist politikası,                                           hem birey ile toplum arasında yeni bir farkındalığı, hem de etiğe,                          bilime, insani değerlere ve sanata farklı bir yaklaşımı gerekli kılmaktadır.

 

Sol Bolşevikler parti örgütlenmesi ve taktiklerini hayata geçirmek amacıyla, 1909-1911 arasında Capri ve Bolonya’da işçi kadrolarına yönelik iki yurtdışı okul açarlar. 

 

Programlarında eğitim ve öğretim büyük yer tuttuğu için,                                                  bu okullara çok önem verirler.

 

Okulların ilki, 1909 yazında Gorki’nin Capri Adası’ndaki villasında açılır.

 

Rusya parti komitesinde sol Bolşeviklerin siyasi duruşuna sıcak bakanlar arasından on üç işçi-öğrenci katılır bu okula.

 

Öğretmen kadrosu ise Gorki, Bogdanov, Lunaçarski ve tarihçi Mihail Pokrovski gibi önde gelen düşünürlerden oluşmaktadır.

 

Hazırladıkları iddialı müfredatta sosyalist hareketin tarihi,                                           edebiyat ve sanat tarihi konularında dersler vardır.

 

Ayrıca okulda ajitasyon teknikleri, gazetecilik ve propaganda gibi konularda pratiğe dönük dersler de veriliyordur.

 

Bu ilk deneme, düzenleyicilerin büyük umutlarını boşa çıkarır.

 

Öğretmenler arasında ihtilaf çıkar ve Gorki nihayetinde                                           Lunaçarski ve Bogdanov’la yollarını ayırır.

 

Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Capri girişimi başta Bogdanov olmak üzere, pek çok sol Bolşevik için öğretici bir deneyim olur.

 

Nitekim okulun kapanmasının ardından, bir grup öğrenci ve öğretmen yeni bir isim altında biraraya gelir: Vpered (İleri) topluluğu. 

 

Bolşevik grup tarafından sadece bir edebiyat topluluğu olarak                                      kabul gören Vpered’ciler, Lenin’e ve siyasetine yönelik eleştirilerine yeni bir unsur eklerler: proletarya kültürü.

 

Bogdanov’un kaleme aldığı Vpered tasarısında şunu savunurlar:                                    Parti dar kapsamlı siyasi ve iktisadi çıkarları aşıp, gelecek devrim için kendini ideolojik olarak hazırlamalıdır.

 

Varılan sonuç tektir.

 

Eskinin burjuva kültüründen yararlanarak, o kültüre karşı                                                 yeni bir proletarya kültürü yaratılacak ve kitlelere ulaştırılacaktır.

 

Proletarya bilimi geliştirilecek, proleterler arasında gerçek anlamda yoldaşça ilişkiler kurulacak, proletarya felsefesi ortaya konacak ve sanat proletaryanın arzuları ve deneyimi doğrultusunda yol alacaktır.

 

Bu dönemden itibaren, proletarya kültürü Bogdanov’un siyasi yazılarında başat bir konu haline gelir.

 

Sadece sanatı, bilimi ya da felsefeyi kastetmediğini de açıkça ortaya koyar Bogdanov: Ona göre, aslında proletarya kültürü münferit bir sınıf ideolojisi anlamına geliyordur.

 

Kapitalist toplum içinde nüve halinde zuhur eden ve proletaryanın                    yoldaşlığa dayalı kolektif çalışma alışkanlıkları ve örgütsel yapıları aracılığıyla ifade bulan sosyalizm ruhudur bu. 

 

Bogdanov kültür kavramını geniş bir anlamda kullanarak,                                        insan algısını düzenleyen ve dolayısıyla dünyevi faaliyetleri şekillendiren bir işlev olarak tanımlar.

 

Toplumsal sınıflar var olduğu için, insan algısının yekpare,                                       müşterek bir temeli bulunamaz.

 

O halde proletarya kendi ideolojisini yaratmalı ve insani deneyimi yapılandırmak için kendine bir yol bulmalıdır.

 

Nitekim işçi sınıfı, yoldaşça toplumsal ilişkileri geliştiren bir emek süreci sayesinde kolektif bir yapı kazanmış olduğundan, proletarya kültürü, kendi selefi sınıf kültürlerine kıyasla daha yekpare                                                              ve uyumlu bir dünya görüşünü benimseyecektir.

 

Vpered’cilerin asıl meramı, işçi sınıfını eğiterek devrime hazırlamaktır.

 

Proletaryaya zafer kazandıracak silahlar da kültür, sanat, bilim ve felsefedir.

 

Şayet işçi sınıfı kendini eğitime adarsa, kendi devrimci liderliğini                                      ve sınıf ideolojisini bizzat şekillendirirse, o zaman 1905 sonrası mücadele yıllarında görülenin aksine, çaresizlikten ve bölünmüşlükten kurtulacaktır.

 

Ne var ki Vpered’ciler devrime layıkıyla hazırlanmak konusunda                                   kalem oynatırken, devrim onları hazırlıksız yakalar.

 

 

Proletaryaya Yönelik Kültür: Yetişkin Eğitimi

 

Vpered’cilerin kültür tasarısının temelinde, Rus entelijansiyasının,                                    işçi sınıfı için güvenilir bir ortak olmadığına dair bir kanaat yatıyordur kısmen.

 

Rusya’da işçi sınıfı ile entelijansiya arasında, daha doğrusu genel olarak eğitimli topluluklar ile alt sınıflar arasında kökü geçmişe uzanan bir itimatsızlık mevcuttur; üstelik başarısızlıkla sonuçlanan                                            1905 Devrimi bu gerilimi daha da artırmıştır.

 

Pek çok aydın, siyaseti tamamen bırakır.

 

Kimisi eski entelijansiyanın ethos’una ve alt sınıflara yönelik                                geleneksel sorumluluk duygusuna saldırmaya başlar. 

 

Evvelce çalışmalarında toplumsal ve siyasi sorunları ele alan sanatçı ve yazarlar –halkın alımlamakta zorlandığı– modernist edebiyat ve soyut resim gibi yeni estetik yaklaşımlara yönelir.

 

Görünen o ki entelijansiya –şayet mümkünse– ne tür bir toplumsal role soyunacağı konusunda kafası karışık ve bölünmüş bir vaziyettedir.

 

İşçi örgütleri ve sol siyasi partiler söz konusu değişimleri                                                   çok basit bir sebebe yorar: Devrim karşısında korkuya kapılan                              burjuva aydınlar alt sınıflardan yüz çevirmiştir. 

 

Gerçi bu genelleme büsbütün haksız da değildir.

 

Pek çok aydın, baskı ve zulüm yıllarında, yasadışı yeraltı faaliyetlerinden hakikaten vazgeçer; söz konusu hareketlerde yer alan işçilerin adamakıllı idrak ettiği bir değişimdir bu. 

 

Bununla beraber, aydınların hepsi toplumsal sorumluluk duygusunu                   kaybetmiş değildir.

 

Devrimden yüz çevirmişlerse de, yasal çerçevede hem kültürel                                   hem eğitsel faaliyetlere devam ediyorlardır.

 

Entelijansiya mensupları, kurslar, halk üniversiteleri, eğitim toplulukları, kütüphane ve tiyatrolar gibi, yetişkin eğitimine yönelik                                                      pek çok girişimde bulunurlar.

 

 Bunlar 1906 ile 1914 arasında kent ve köylerde hızla çoğalır.

 

Bu çalışmalar sayesinde entelijansiya, 1905 Devrimi’nden önce de                        mevcut olan, alt sınıflara yönelik eğitim faaliyetlerini daha zengin ve karmaşık bir eğitim ağı haline getirir.

 

Entelijansiyanın işçi eğitim programlarına yönelik ilgisi,                                                      19. yüzyılda hafta sonu okulları hareketiyle başlamıştır.

 

Kiev’li bir eğitimcinin yazılarından ilham alan üniversite öğrencileri                                ve kimi aydınlar St. Petersburg, Moskova ve başka birkaç Rus kentinde alt sınıflara yönelik olarak hafta sonları ve akşamları eğitim veren okullar açar.

 

Bu okullarda ders veren aydınlar çoğunlukla kendi müfredatlarını oluşturur.

 

Eğitim tasarıları okuldan okula değişir: Temel okuma yazma programlarından tutun toplum ve tabiat bilimlerine yönelik girift eğitimlere kadar çeşitli tasarılar mevcuttur.

 

Bu ilk girişimlerin akabinde gelişkin bir akşam ve hafta sonu okulu sistemi doğar.

 

19. yüzyıl sonlarında daha kapsamlı eğitim programları ortaya çıkar.

 

 Rağbet gören kimi hafta sonu ve akşam okullarını temel alan                                        bu eğitim programları İngiltere’de işçilere yönelik yetişkin eğitimi girişimlerinden feyz almıştır kısmen.

 

1905 Devrimi bu çabalara müthiş bir ivme kazandırır ve akabinde                                 önce 1906’da St. Petersburg ve Moskova’da, ardından Ufa, Bakü,                            Varşova ve Tomsk gibi yirmiyi aşkın kentte yeni okullar açılır.

 

“Halk üniversiteleri” diye adlandırılan bu kurumlar pek çok yerel topluluk ve entelijansiya tarafından desteklenir.

 

Sözgelimi Yekaterinodar’daki Kuban Halk Üniversitesi’nde o bölgenin doktorları, avukatları ve lise öğretmenleri ders verir.

 

Halk üniversitelerinin yanı sıra gene halka yönelik sanat                                                     ve müzik okulları da açılır.

 

1906’da kurulan Moskova Halk Konservatuarı müzik erbabına emanet edilir.

 

Ders verenler arasında Aleksandr Kastalski ve Arseni Avraamov gibi, sonraları Proletkült’teki müzik eğitiminde önemli roller oynayacak şahsiyetler vardır. 

 

Keza 19. yüzyıl sonlarında ortaya çıkan halk tiyatroları da                                               1905 Devrimi sonrasında yaygınlaşır.

 

Bu drama topluluklarının amacı Gogol, Tolstoy ve özellikle                                       Ostrovski gibi en önemli Rus oyun yazarlarını alt sınıflara tanıtmaktır. 

 

Her ne kadar bu programlarda –konservatuar müfredatına                                              halk müziğini dahil etmek gibi– popüler beğeni uğruna birtakım                               tavizler verilmişse de entelijansiya mensubu düzenleyiciler mükemmeliyetçiliklerini nihayetinde ortaya koymuştur.

 

Bir başka eğitim ortamı da “halk evleri”dir.

 

1905 Devrimi’nden önce, şehir ve kasabalardaki kültürel faaliyetler                     genellikle halk evlerinde düzenlenmiştir.

 

1905’ten sonra bunlar daha bağımsız bir eğitim işlevi kazanır.

 

Ayrıca 1905 ile 1917 arasında Rusya’da iyice yaygınlaşan                                            popüler eğitim yayıncılığı da yetişkin eğitimi davasına arka çıkar. 

 

Vestnik znaniia (Bilgi Elçisi) ve Novyi jurnal dlia vseh (Halkın Yeni Gazetesi) gibi yayınlar, özellikle kültür meraklısı beyaz yakalı çalışanlar arasında müthiş rağbet görür. 

 

Entelijansiya mensubu editörlerin amacı, o dönemin en mühim bilimsel, toplumsal ve kültürel meselelerini herkesin anlayabileceği bir biçimde sunmaktır.

 

Nitekim bu yayınlar kendi kendine eğitim konusuna meraklılar için                              birer kılavuz vazifesi görür.

 

Ne ki bu yayınlar, memurlar, kalifiye işçiler ve ilkokul öğretmenleri arasında rağbet görmüş olsa da, karmaşık meselelere ilişkin basite indirgeyici yaklaşımları yüzünden pek çok aydının sert eleştirilerine maruz kalır, zira bu aydınlara göre, söz konusu yayınlar ancak                                                    “üçüncü sınıf halk üniversiteleri” seviyesindedir.

 

Aydınlar söz konusu tasarılara farklı farklı saiklerle müdahil olmuştur.

 

Özellikle 1905 tecrübesi sonrasında, “cahil” ve eğitimsiz Rus kitlelerinin kalkışacağı bir devrim ihtimali, kimi aydınların üzerine                                                  heyüla gibi çökerek onları korkutur.

 

Kimileri de, kültürel değerlerine adeta hakaret teşkil eden,                                      revaçtaki macera romanlarına ve magazin gazetelerine dayalı                              popüler kültürün yarattığı tehlikeyle mücadele etmeyi umar. 

 

Siyasi aktivistler ise yasal programları devrimci davanın hizmetine koşabilecekleri kanısındadır.

 

Ancak, o andaki saikleri ya da siyasi itikatları ne olursa olsun,                                       hepsi de 19. yüzyıl başlarında filizlenmiş, aydınlanmaya ve propagandaya dayalı bir entelijansiya geleneğini sürdürüyordur.

 

Nitekim bu yeni kurumlar sayesinde “kültür hamilleri” taşıdıkları sorumluluğu halka da aktarabilecekleri ve böylece halkın kültürel mirasını şekillendirebilecekleri bir ortama kavuşmuştur.

 

Hiç şüphe yok ki bu entelektüellerin çoğunun hedefi Vpered’cilerinkinden farklıdır: Onlara göre, “kültür” bir sınıf ideolojisine değil, Rus ve Avrupa medeniyetinin en nadide eserlerine tekabül eder.

 

Onların niyeti, sadece fabrikalardaki proletaryayı değil,                                              bütün emekçi kitleleri aydınlatmaktır.

 

 Siyasi itikatlarından bağımsız olarak, müspet bir toplumsal değişim yolunda en önemli adımın, yüksek kültürün aktarılması olduğu kanısındadırlar.

 

Gelgelelim, temeldeki bütün bu fikir ayrılıklarına rağmen,                                      Vpered’ciler ile reform yanlısı entelijansiya ortak bir zemini paylaşır.

 

 İkisi de hem eğitimin özgürleşme yolunda elzem olduğuna                                           hem de entelijansiyanın aydınlanma sürecinde rolü olduğuna inanır.

 

Her ne kadar farklı açılardan da olsa, ikisi de Rusya’nın                                            kültürel mirasına değer verir.

 

 O yüzden, yetişkin eğitimi projelerinde rol almış pek çok kişinin Ekim Devrimi’nden sonra Proletkült’ün hizmetine girmesi hiç şaşırtıcı gelmemelidir.

 

Bu kişiler, artık proletarya diye adlandırılan kitlelere kültürü                                        taşıma işini Proletkült’te sürdürmüştür.

 

Proletaryanın Yarattığı Kültür: İşçi Kurumları

 

1905 Devrimi bir başka kültür ağının, bizzat işçi sınıfı kontrolünde olan bir ağın ortaya çıkışını da teşvik eder.

 

1906’da yürürlükte olan örgüt yasaları sayesinde hem resmen sendikalar kurulabilmekte, hem de işçi hareketiyle yakından bağlantılı işçi kulüpleri ve eğitim cemiyetleri açılabilmektedir.

 

“Aydınlanma”, “Eğitim” ve “İlim” gibi adlar taşıyan bu topluluklar,                                      bir sendikaya mensup olsun olmasın, bütün işçiler arasında                                         müthiş rağbet görür. 

 

Hedef alınan kitle kentli proletaryadır; bu kitleyi tanımlamak                                             her zaman kolay olmasa da, hiç şüphe yok ki genel yetişkin eğitimiyle hedeflenenden daha dar kapsamlı bir kitledir.

 

Keza kaynak sıkıntısından dolayı programlar da daha dar kapsamlıdır.

 

Kültür topluluklarının hızla serpilip gelişmesi, işçilerin eğitime                                            ve boş vakit faaliyetlerine ne kadar istekli olduğunu ortaya koyar.

 

Ayrıca entelijansiyaya duydukları büyük güvensizliğin de ifadesidir bu.

 

Çoğu işçi, devrim sırasında liberaller tarafından ihanete uğradığı kanısındadır ve sosyalist aydınların siyasi mücadeleden yavaş yavaş yüz çevirmesi karşısında sarsılmıştır.

 

Söz konusu yeni oluşumlar, bizzat işçilerin kontrolündeki mecralar aracılığıyla, proletarya içinden liderler çıkarmaya yönelik eğitim kurumlarıdır.

 

Bunlara katılanların temennisi, bu topluluklar sayesinde bağımsız bir işçi sınıfı entelijansiyasının ortaya çıkması ve böylece proletaryanın, 1905 Devrimi’nde olduğu gibi, güvenilmez aydınlara bir daha bel bağlamak zorunda kalmamasıdır.

 

Sendika ve kulüplerin, şaibeli liberal entelijansiyayla bağlantılı                                     halk üniversiteleri ve ilgili gruplarla netameli bir ilişkisi olagelmiştir.

 

İşçiler bu kurumlara bizzat katılıyordur katılmasına, ama pek çoğuna göre, kendi kulüpleri ve cemiyetleri bunların yerini almalı ve –bir sendika yayınındaki tabirle– “[işçilerin] topyekûn düşünsel hayatının merkezi” haline gelmelidir.

 

Kendi kendine eğitimin arzulandığı bu toplulukların amacı entelijansiyayı tamamen ihraç etmektir.

 

Fakat özerklik konusundaki bütün bu ümitlere rağmen, kültür toplulukları, öğretmen ve eğitimci vasfıyla aydınların yardımını hâlâ talep etmektedir.

 

Ancak, ihtiyaç ve içerleme karışımı bu çelişkili duygular yüzünden                            işçiler ile eğitimli topluluklar arasındaki ilişkiler daha da gerilir.

 

İşçi kulüplerinde ve tiyatrolarında işlenen konulara bakıldığında,                                       o dönemde yaygın yüksek kültürün hâkim olduğu görülür.

 

 Tarihe ve sosyalist harekete dair derslere ilaveten, halk üniversiteleri ile halk evlerindekine benzer faaliyetler de yer bulur kendine.

 

Akşam konserlerinde Çaykovski ve Rimski-Korsakov’un eserleri icra edilir; ayrıca proletarya drama topluluklarının repertuarı halk tiyatrolarınınkinden çok da farklı değildir.

Petrograd’da bulunan Bilginin ve Işığın Kaynağı adlı işçi cemiyetindeki tiyatronun ilk sezonunda Puşkin, Tolstoy ve Shakespeare sahnelenir.

 

Kulüp kütüphanelerinde en çok Rus klasikleri rağbet görür.

 

Her ne kadar proletarya, magazin basınının ve popüler macera romanlarının cazibesine kapılıyor olsa da, bu cemiyetler “rafine” kültürel zevkleri teşvik etmeye çalışır.

 

Gelgelelim işçilerin hepsi Rus klasiklerini sahiplenmeye teşne değildir.

 

Bir yanda proleter kulüplerine katılanlar burjuva kültürünün değerini tartışırken, diğer yanda işçilerin eseri olan yaratıcı bir edebiyat sosyalist basında yer almaya başlar.

 

Bir ölçüde Maksim Gorki’den feyz alan bu proletarya yazarları,                                      emek ve siyaset mücadelesiyle geçen hayatlarını hikâyelere,                                   şiirlere ve tiyatro oyunlarına konu eder.

 

Örneğin 19. yüzyıl sonlarında işçi-şair Egor Neçayev siyasi özgürlük, sosyalizm ve fabrika yaşamı gibi konuları işleyerek ün kazanır.

 

 20. yüzyıl başında sosyalist gazete ve dergiler fabrikayı ilk elden                            tecrübe etmiş yazarların eserlerine gitgide daha çok yer verir.

 

 Mihail Gerasimov, Vladimir Kirilov ve Aleksey Samobytnik Maşirov gibi, Proletkült denince ilk akla gelen yazarların hepsi 1917 öncesindeki sol dergi ve gazetelerde eserlerini yayınlamaya başlar.

 

Nitekim proleter kültürü yanlısı işçilere ve aydınlara göre,                                                   bu yeni edebiyat, proletaryanın kendine özgü önemli bir                                         sanatsal kültür yaratabileceğinin kanıtıdır.

 

1912 ile 1914 arasındaki çalkantılı yıllarda devrimci hareket yeniden ivme kazanınca, kültür ile siyaset arasındaki bağlar adeta ete kemiğe bürünür.

 

 İşçi kulüpleri ve eğitim cemiyetleri gitgide siyasi bir vasıf kazanır,                                  zira çoğu katılımcı, ılımlı Menşevizmden ayrılıp Bolşevizme geçiyordur.

 

Sendikalar sıkı gözetim altında olduğundan, kulüpler yeraltı faaliyetlerinin merkezi haline gelir.

 

Sözgelimi Bolşeviklerin güdümündeki, St. Petersburg eğitim cemiyeti Bilim ve Hayat, 1914 Temmuz’unda şehre damgasını vuran grevlerin planlandığı merkezdir.

 

Birinci Dünya Savaşı patlak verince, işçilere ait kültür topluluklarının gelişimi akamete uğrar.

 

 İşçi kaynaklı bir kargaşanın çıkmasından korkan hükümet,                                   bağımsız işçi örgütleri üzerinde baskı uygulamaya başlar.

 

Gelgelelim halk üniversiteleri ve halk evleri aynı kaderi paylaşmaz.

 

Hükümet, büyük ölçüde liberal entelijansiyayla ilişkili olan bu kurumları önemli bir tehdit olarak görmez.

 

Hatta savaş sırasında halk evleri ağı, iki ana sponsoru olan kooperatiflerin ve zemstva’nın [reforma yönelik yerel yönetim kurumları] güçlenip sorumluluk alanlarını genişletmesi sayesinde daha da büyür.

 

Neticede yasadışı faaliyetleri sürdürmeye niyetli girişken işçiler,                                       bu ılımlı ortamda kendi propagandalarını yürütmeyi öğrenirler.

 

Baskıcı savaş yıllarında bile işçiler kültürel faaliyetlerini bu mecrada sürdürür.

 

İşçi toplulukları proletarya kültürünün anlamına dair bir mutabakata hiç varmamıştır.

 

Eski entelijansiyaya duydukları güvensizlik zemininde bir araya gelen bu topluluklar, aydınların temsil ettiği kültür dünyasıyla karmaşık bir ilişki kurarlar.

 

Seçkin sınıfın kültürel inceliğe ve öğrenime dair tanımları                                                 pek çok işçiyi etkisi altına alır.

 

Ne var ki 1917’ye gelindiğinde, kimileri eskinin bu kültürel teşekkülünü, ardındaki siyasi ve iktisadi kurumlarla beraber kaldırıp atmaya hazırdır.

 

Proletkült’ün Kuruluşu

 

1917 öncesinde ortaya çıkan çeşitli kültür tasarılarının tek bir amacı vardır: Hepsi de siyasi değişime yönelik hazırlık dersi mahiyetindedir.

 

Bu muhtelif tasarılarda rol alan aktivistler en temel konularda ihtilaf halinde olsalar da, Rus toplumunun kalıcı ve anlamlı bir surette dönüşebilmesi için kültürel eğitimin şart olduğu konusunda hemfikirdirler.

 

Örgütlü siyasi partileri ve işçi topluluklarını hazırlıksız yakalayan                                   1917 Şubat Devrimi, siyasi tartışmaları bir anda farklı bir bağlama oturtarak, kültür alanındaki aktivistlerin varsayımlarını değiştirir.

 

Aydınlanma tasarıları, devrimi sürdürmenin, sonuçlarını şekillendirmenin ve sarih hedefler saptamanın bir yolu olmuştur artık.

 

Şubat Devrimi fabrika komitelerinden sovyetlere kadar pek çok                                     yeni örgütlenmeye ön ayak olur ve bu örgütler daha en başından itibaren Geçici Hükümet’in iktidarını tahkim etme çabasına karşı çıkar. 

 

Lağvedilmiş Duma’dan müteşekkil eğreti yeni hükümet,                                        seçimlerin yapılacağı zamana kadar idareyi eline alır.

 

Bu hükümeti denetim altında tutan halk idaresindeki sovyetler sistemi siyasi değişime yönelik olarak kendi gündemini oluşturur.

 

“İkili iktidar” diye bilinen bu karmaşık yapılanma sadece siyasetle                                sınırlı da değildir.

 

İktisadi alanda kapitalistler karşılarında dik başlı fabrika komitelerini, toprak sahipleri de toprağa aç köylü topluluklarını bulur.

 

Ayrıca kültür alanında da bir bölünme vardır.

 

Halk tabanından pek çok örgütlenme, kültürel dönüşüme dair                                    kendi tasavvurlarını dayatarak, hükümetin otoritesini sarsar.

 

Hükümet kararsız bir vaziyetteyken, alternatif kültür tasarıları iyice yaygınlaşır.

 

Sendikalar ve fabrika komiteleri, tıpkı siyasi partiler ve sovyetler gibi, kendi eğitim bölümlerini kurar.

 

Sadece Petrograd’da bile, iddiaya göre, işçi topluluklarına bağlı                                  150 kulüp ve yüz bin üye vardır. 

 

Bu oluşumlara katılanlar yeni hükümeti halk eğitimi konusunda                            kayıtsızlıkla suçlar ve akabinde devletin ataleti sayesinde                                                 söz konusu katılımcılar siyasi ve ahlaki bir otorite kazanır.

 

Görünen o ki işçilerin kültürel çıkarlarını kollayan hükümet değil,                                   bu insanlardır.

 

 Böylece Geçici Hükümet ile muhalefet arasındaki ihtilaflı alanlara                            kültür politikası meselesi de eklenmiş olur.

 

Şubat ile Ocak arasında, siyasi kutuplaşmaların yaşandığı zaman zarfında, ipleri kimin eline alacağını kestirmek güçtür.

 

Şayet Geçici Hükümet işin başında olmayacaksa, kim olacaktır?

 

1917 Haziran’ında düzenlenen ulusal sendika konferansında                                     Menşevik İvan Maiski, kültürel eğitim konusunda esas sorumluluğun sendikalarda olduğunu öne sürer.

 

İşçi hareketi aynı zamanda bir kültür hareketidir.

 

Ancak çevresinde olup bitenle bilfiil ilgilenen bir işçi, itikatlı bir sosyalist ve sendika hareketinin aktif bir katılımcısı olabilir.”

 

 Maiski’ye göre, sendikalar merkez komitesi Petrograd’da olmak üzere geniş çaplı bir ulusal düzenek kurmak suretiyle                                                          işçilerin kültürel-eğitsel faaliyetlerini koordine etmelidir.

 

Bu yeni yapı, sendikalar, sovyetler, kooperatifler ve Sosyal Demokrat partiler gibi farklı teşkilatlardan gelen temsilcilerin katılımıyla oluşturulacaktır. 

 

Ama sendika bürokrasisi karşı karşıya kaldığı ivedi siyasi                                                     ve ekonomik sorunlardan dolayı eğitim meselesine gereğince eğilemez.

 

Nitekim Maiski’nin sunumuna bir ölçüde sitemkâr bir ton hâkimdir;                          kültürle daha çok ilgilenilmesi konusunda meslektaşlarına yalvarır gibidir.

 

 Tahmin edilebileceği gibi, sendikadaki çabalar pek sonuç vermez.

 

Bir proletarya kültür ağı kurma konusunda başarıya ulaşanlar,                                         en militan işçi örgütleri olan fabrika komiteleridir.

 

Aslında Rus ekonomisi baş aşağı gitmeye başlayınca iş güvencesine yönelik savunma mekanizması gibi tasarlanan bu teşkilatlar Şubat Devrimi’nden sonra hızla yaygınlaşır. 

 

Çoğu fabrika komitesi, fabrika bünyesinde eğitime, boş zaman faaliyetlerine ve ajitasyon çalışmalarına yönelik kültür komisyonları oluşturur.

 

Bu kültür toplulukları özellikle Petrograd’da etkindir. 

 

1917 Ağustos’unda Petrograd fabrika komiteleri kent çapında                               biraraya geldiğinde, delegeler proletaryanın kültürel faaliyetlerini                                 tek çatı altında toplayıp yönetecek yeni bir teşkilat oluşturmayı önerir.

 

Bu fabrika komitelerinin söz konusu girişimde başarıya ulaşmasının asıl sebebi, Vpered topluluğu mensubu kültür aktivistlerinin çabalarıdır.

 

1917’de sürgünden dönen topluluk üyeleri, Bogdanov hariç,                                    Bolşevik Parti’ye katılır yeniden.

 

Bunlar arasında en önemli figür, Lenin’in peşinden                                              İsviçre’den gizli bir trenle gelen Lunaçarski’dir. 

 

Zira Lunaçarski, Vpered topluluğuna ait teorik görüşleri,                                          gitgide genişleyen proletarya kültür gruplarıyla biraraya getirmek suretiyle Proletkült’ün temellerini atmıştır.

 

Lunaçarski Petrograd’a varır varmaz, Gorki’nin Novaia jizn (Yeni Hayat) gazetesinde çalışmaya başlar ve bu sayede kültürel dönüşüme dair düşüncelerini halka yayma imkânına kavuşur.

 

Lunaçarski siyasi partilere, sendikalara ve kooperatiflere ilaveten,                                işçi sınıfı hareketinin “dördüncü biçimi”nin kültür teşkilatı olması gerektiğini açıkça ortaya koyar.

 

İşçilere ait kültür toplulukları için merkezî bir yapı oluşturulması,                                      idari bir faydadan ibaret değildir.

 

Bu yolla yeni bir proletarya hareketi doğacak ve başlı başına bu hareket, devrimci değişimde kültürün baş rol oynamasını temin edebilecektir.

 

Lunaçarski, 1917 Ağustos’undaki fabrika komiteleri toplantısında                            meramını açık seçik anlatır.

 

Kültürü, siyasi durum istikrara kavuşunca tadına varılacak bir nevi                        şekerleme gibi görenlere karşı çıkar: “Kültür ve eğitim, işçi hareketinin diğer biçimleri kadar önemlidir.

 

Bize kalırsa sadece yetişkin eğitiminden ve okuma yazma kurslarından ibaret bir şey de değildir.

 

Esasen duyarlı, uyumlu bir dünya görüşünün oluşturulmasıdır.”

 

 İşçiler, taleplerine uygun olan bir kurumsal yapıyı temin etmek için, kültür alanında kendi yönetimlerini tesis etmek zorundadır.

 

Zira sovyetler ve kent duma’sı tek bir sınıfa mahsus kurumlar olmadıklarından, sadece işçileri temsil etmiyorlardır.

 

 Tek bir sınıfa mahsus sendikalar ise öncelikle teknik eğitimle ilgilenmektedir.

 

Dolayısıyla proletaryanın tek çaresi kendine ait yeni bir merkez oluşturmaktır. 

 

Neticede Lunaçarski’nin argümanlarıyla ikna olan delegeler,                                         işçi hareketinde kültürün başat bir rolü olduğunu teyit eden bir karar çıkarır.

 

 Bu fikirleri hayata geçirmek için konferansta şu öneri sunulur:                                     Önce Petrograd’da sonra Rusya’nın her yanında, işçiler arasındaki                             bütün kültürel faaliyetleri denetim altına alacak merkezî bir                                        kültür teşkilatı kurulacaktır.

 

Bu iddialı tasarının ilk adımı, kentteki bütün proletarya kültür-eğitim örgütlerini bir konferansta biraraya getirmektir.

 

Bu hazırlıklarda baş rol Lunaçarski’nindir; yanında da sürgün yıllarından eski dostları Lebedev-Polianski, Kalinin ve Pavel Bessalko vardır.

 

Başta I. I. Nikitin ve Aleksey Samobytnik-Maşirov olmak üzere,                                     yeni kurulan Proleter Yazarlar Derneği üyeleri de bu hazırlıklara katılır.

 

Ayrıca düzenleyiciler arasında avangard yazar Osip Brik,                                       Bolşevik sanat ve tiyatro uzmanı Platon Kerjentsev ve Vasili İgnatov adında bir proleter aktör de vardır. 

 

Brik haricinde, bütün bu şahsiyetler gelecekte Proletkült’ün ilk yıllarında önemli roller oynayacaktır.

 

Ekim ortasında, Kışlık Saray baskınından bir hafta önce,                                      Petrograd kent duma’sında ilk proletarya kültür-eğitim örgütleri konferansı düzenlenir.

 

Bolşevikler silahlı bir isyan için hazırlıklara çoktan başlamıştır;                                          o sıralar Petrograd’da ilk ulusal fabrika komiteleri konferansı da yapılmaktadır; ayrıca garnizon komiteleri de toplanmıştır.

 

Petrograd’daki bütün siyasi partiler yakında yapılacak olan                                Sovyetler Kongresi’ne hazırlanmaktadır.

 

İşte siyasi açıdan böyle hummalı bir ortamda, iki yüze yakın işçi ve aydın, işçi sınıfı hareketinde güzel sanatlar ve eğitimin rolünü tartışmak üzere biraraya gelir.

 

Sanatsal pratikler konusundaki sunumları çoğunlukla aydınlar yapar.

 

Lunaçarski edebiyatla ilgili meseleleri ele alırken, fütürist Osip Brik                          bütünsel bir yaklaşımla sanatı tartışır, halk müziği uzmanı Arseni Avraamov da müzik konusunda sunum yapar.

 

Hem Brik hem de Avraamov devrim öncesi yetişkin eğitimi hareketinin değeri üzerinde durur.

 

Onların ümidi, yeni örgütlenmenin de kitlelere sanatı ulaştırmaya çalışmasıdır.

 

 Özellikle Brik liberal ve solcu aydın eğitmenlerin diliyle konuşur.

 

Proletarya kültürüne hiç atıfta bulunmaksızın, sanatı demokratikleştirme ihtiyacına vurgu yapar.

 

Şubat Devrimi, 1917’den önce kültür alanındaki aktivistlerin ciddi ciddi ele almadığı yeni bir sorun ortaya çıkarır: Bu yeni teşkilatın mevcut iktidarla ne tür bir ilişkisi olacaktır?

 

Delegeler, Bolşevik aydın D. I. Leşçenko ile şu konuda hemfikirdir:                          Kurdukları yapı hükümetten tamamen bağımsız olmalıdır,                                                  ki bu da Kerenski rejimine yönelik genel hoşnutsuzluğu yansıtan bir husustur.

 

Ancak işçilerin kendisi eğitimlerinin devrimci,                                                            Marksist bir içeriği olmasını temin edebilir. 

 

Öte yandan konferans katılımcıları, temsil ettikleri toplulukların                                  kendi bütünlüklerini korumaları gerektiğini de vurgularlar.

 

Yeni teşkilat, bünyesindeki kulüplerin ve toplulukların uygulamalarına doğrudan müdahale edemeyecektir.

 

Bu merkezî teşkilat sadece kaynak ve personel değiş tokuşuna  yönelik bir ortam olacak, ama hiçbir surette yerel idareyi kısıtlamayacaktır.

 

Görünen o ki en zor mesele proletarya kültürünü tanımlamaktır.

 

Sözgelimi Osip Brik sınıf kültürü meselesine hiç değinmezken,                                       Vasili İgnatov militanca bir tavır takınır.

 

İgnatov’a göre, proletarya tiyatrosunda sadece proleter aktörler                                    ve proleter bir repertuar bulunmalı, aydınların yazdığı oyunlar da                              ancak işçi sınıfının ihtiyaçlarını karşıladığı ölçüde yer almalıdır.

 

İzleyiciler de ihtilafa düşer.

 

Kimi delegeler işçilerin öncelikle klasik eserleri özümsemesi gerektiğini vurgularken, kimileri de “burjuva” kültürünün işçilere kazandıracak bir şeyi olmadığını öne sürer.

 

Lunaçarski orta yolu benimsemiş gibidir.

 

Proletarya kültürü fikrini tamamen desteklemekle beraber,                                 geçmişin kültüründen öğrenecekleri çok şey olduğunu hatırlatır işçilere.

 

Neticede Lunaçarski’nin görüşü baskın çıkar ve varılan nihai karar                              her iki tarafın destekleyebileceği şekilde söze dökülür:

 

Gerek bilimde gerek sanatta proletarya kendi bağımsız formlarını vaz edecektir, ama aynı zamanda geçmişin ve bugünün kültürel kazanımlarından da faydalanacaktır…

 

Ancak, [proletarya] eski kültürün eserlerine eleştirel bir tavırla yaklaşmalıdır.

 

O eserleri öğrenci vasfıyla değil, bir inşaat ustası vasfıyla benimsemeli ve adeta eski binaların taşlarını kullanarak yepyeni binalar inşa etmelidir.

 

Ekim konferansında bütün hazırlıklar tamamlanmış olmasına rağmen, düzenleyici komite, ancak Bolşevikler iktidara geldikten sonra, Kasım ayı ortalarında biraraya gelme fırsatı bulur.

 

Akabinde devlet eğitim komisyonu içinde bir büro kurulur,                                          ayrıca bir tiyatro ve kütüphanenin temelleri atılır. 

 

O sırada topluluk sekreteri İgnatov, topluluğun sakil ismi yerine                                          bir kısaltma önerir.

 

Bundan böyle proletarya kültür-eğitim teşkilatları kısaca                                       Proletkült diye adlandırılacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  SANAT EĞİTİMİ Sanatın Tanımı Günümüzü algılayıp anlamak, günümüze kadar geçmişte olup bitenleri ve yapılanları öğrenmek, bilmekle g...