Kızıl Hamlet, Alexander Bogdanov’un Düşüşü ve Yükselişi
Kendini Marksist olarak tanamlayan bir çok düşünür, yazar veya militan,
genellikle Lenin’in hışmına uğramış isimleri öğrenmekle veya bunların
yazdıklarını okuyarak zaman kaybetmek istemez.
Bunun nedeni açıktır.
Rus Devrimi sonrasında Lenin’in Marksizm versiyonunu, Marx’ın
düşüncesini pratiğe geçirmiş olandır.
Bundan dolayı onu felsefi ve bilimsel anlamda en iyi anlayan ve
belki de aşan yorum varsa eğer bu onunki olmalıdır.
Haliyle onun eleştirdiği diğerleri de geçersiz olmalıdır.
Her şekilde Rus Devriminin gerçekleşmesi, kendisini Kautsky ve Plehanov’un
Marksizmini aşan o konuma yerleştiren Lenin’in Marksizm anlayışının da en doğru
ve otorite konuma ulaşan versiyon oluğunu iddia etmeye olanaklı bir ortam
yarattı.
Yani Gramsci’nin daha sonra geliştirdiği anlamında sol üzerinde bir
hegemonya kurmaya.
Böylece Lenin’in Marksizmi aynı zamanda onun liderlik otoritesinin de doğal
kaynağı olarak kabul görerek Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevik)
çatısı altında kurumsallaşmıştır.
Lenin’in Kautsky ve Plehanov’a devrimden önce gerçekleştirdiği şiddetli
eleştiri, devrimden sonra (1917-1925 arası) kollektif bir şekilde, parti
politikası olarak ve Komintern eliyle ulusal ve uluslararası alanda en geçerli
Marksizm olarak ‘Leninizmin’ adı altında doktrinerleştirilmiştir.
Daha sonra Trotsky, Zinovyev,
Kamenev ve diğerleri, ve hatta Buharin’in kendisi de, bu doktrinerleştirme
sürecinde rol alarak Lenin’den sonra Leninizm’in varisi olmaya aday birer
fraksiyona dönüşecektir.
Fakat bu süreci Stalin’in 1925 tarihli The Short Course (Parti Tarihi
Hakkında Kısa Kurs) kitabı noktalamış, bu kitapla Stalin
Leninizmin Marx’ı da aşan bir doktrin olduğunu ilan ederek Stalinizmin de
zamanı gelince Leninizm’in yerine geçebilmesine zemin hazırlamıştır.
Böylelikle
Marx-Engels-Kautsky-Plekhanov ve Lenin çizgisi, Stalin’in bu
kitabıyla dogmatik ve skolastik bir Marksizm düşüncesine dönüştürülmüş ve
dondurulmuştur.
Lenin’nin eleştirel oklarına hedef olup daha sonra Marksist düşünce ve politika
alanından dışlanan veya Ortodoks Marksizm kilisesinden aforoz edilenler
arasında en yaygın olarak bilinenler yine sırasıyla Kautsky, Plehanov ve
Bukharin’in isimleridir.
Bunların aksine 1930-1950 arasını kapsayan Stalinist dönem sonrasında
yeniden hatırlanması ve keşfedilmesi en uzun süreyle geciken isim ise Alexander
Bogdanov olmuştur ve bunun bir nedeni vardır.
Aşağıda bu neden üzerinde durmadan önce şunu hatırlatmak istiyorum ki
Bogdanov’un tekrar keşfi zamanlama olarak Gramsci’nin yeniden keşfiye
(Hapishane Defterleri’nin ortaya çıkmasıyla) örtüşür.
Unutuluşunun nedeni Bogdanov gibi Lenin’in gazabı değil de Mussolini’nin
zindanları olan Gramsci Hapishane Defterleri’nin İngizlice çevirilerinin
yapılması ile 1970’lerden itibaren dünya çapında tanınırlık kazanmış ve 20.
Yüzyıl’ın en önemli düşünürleri arasına girmiştir.
Buna karşın Bogdanov’un, Lenin ve Plehanov karşı duran ve Gramsci’yi de
derinden etkileyen düşüncesi ancak günümüzde o da kısıtlı olarak gün ışığına
çıkabilmiştir.
Lenin’in Bogdanov’a karşı olan hasmaniyetinin yaptığı etkiyi Gramsci’nin
1922-1924 yıllarında Moskova’da Bogdanov’un Kızıl Yıldız romanını gizlice,
sevgilisi ve daha sonra karısı olacak olan Julia Schucht ile beraber
İtalyanca’ya çevirişinin hikayesinde görebiliyoruz.
Gramsci Julia’ya gönderdiği notta, 1923 Eylül’ünde Bogdanov’un parti ve devrim
karşıtı aktivitelerde bulunma suçlaması ile tutuklanmasına atıfla, artık
kendisinin de bir karşı devrimci olduğunu hicvetmektedir.
Gramsci bu hicvi yaparken o sırada henüz tamamladıkları anlaşılan Kızıl Yıldız romanının çevirisine gönderme yapar.
Bu notu kendisinin Bogdanov’un fikirlerini yakından takip ettiğinin gizli
kalmış bir kanıtı olarak okuyabileceğimiz Gramsci, biliyoruz ki 1919’da L’Ordine Nouvo’da yayınlanmak üzere Bogdanov’un
devrimci sanat üzerine yazdığı iki makalesini İtalyanca’ya çevirmiş ve bunları
yayınlamıştı.
Kızıl Yıldız’ın Gramsci ve Juila trafından yapılan çevirisiyse, Gramsci
metni yine gizlice Rusya’dan çıkarmaya çalışmışsa bile, İtalya’ya dönüşünde hapse
atılması ve bunu takiben İtalyan Komünist Partisi’nin kontrolünün Stalin’in
desteklediği Togliatti’ye geçmesiyle ortadan kaybolmuş ve asla
yayınlanamamıştır.
Bunun dışında biliyoruz ki 1921 yılında Gramsci ve yoldaşları, Moskova’da 1917
Ekim devriminden bir hafta önce Bogdanov ve Lunacharsky önderliğinde kurulan
Proleter Kültür organizasyonunun İtalya şubesini Turin şehrinde açmışlardı.
Noemi Ghetti’nin tesedüfen gün ışığına çıkan Gramsci’nin bu notlarından
derlediği bilgiler ışığında yeniden değerlendirebiliyoruz ki Gramsci’nin
ideoloji, kültür ve kültürel hegemonya konularındaki orjinal düşünceleri Bogdanov tarafından
1900’lerin başında dile getirilen ve 1910’larda geliştirilen düşünceler ile
neredeyse bire bir paralellik göstermektedir.
Yani Bogdanov’un düşüncesinin Gramsci’nin öncüsü olduğunu görmek artık
mümkündür.
Gramsci’nin düşüncelerinin savaş sonrası dönemde marksizm ve eleştirel
toplumsal düşünce tartılmaları üzerinde yaptığı etkiyi göz önüne aldığımızda,
onu derinden etkileyen Bogdanov’un çalışmalarının 1900-1920 yılları arasında
devrim Rusya’sında gerçekleşen belki de en önemli ve en zengin Marksizm içi
tartışma ile beraber unutulmuş olmasının ne anlama geldiğini daha iyi
anlaşılabilir.
Ne Bogdanov adının ve düşüncesinin başına gelenler ne de Lenin’in
Bogdanov’a karşı husumeti sadece onun en şiddetli Lenin eleştirmenlerinden biri
olmasıyla ilgili değildir.
1903-1904 sürecinde Menşevik-Bolşevik ayrımında Lenin ile beraber Bolşevik
grubun en önemli ismi olan Bogdanov, aynı zamanda 1905’de Lenin sürgündeyken,
St. Petersburg merkezli olmak üzere tüm Rusya’da Bolşevik kanadın çalışmalarını
da yürüten isim olmuştur.
Yani, 1905 devrimi sırasında Bolşevik hareketin kontrolü pratikte Bogdanov’un elindedir.
Bu gerçek inanılmaz şekilde Sovyet döneminde yazılan 1905
Devirm tarihi çalışmalarından neredeyse tamamen silinmiştir.
Bunun yanında, Lenin’in temsil ettiği otoriter-liderlik pratiğine karşı
duran, politik pratik ile derin bir felsefi ve bilimsel birikimi sentezleyen
Bogdanov, felsefe alanında da Menşevik kanadın liderleri, Plehanov ve en başta
Axelrod – Ortodoks olmak üzere onun takipçileriyle, şiddetli bir polemik
yürütmektedir.
Yani bir yandan Bolşevizmin Rusya içindeki önderi konumundadır diğer yandan da
anti-Plehanovcu bir Marksizm inşa etmektedir.
Böylece aslında topyekün Bolşevizmi temsil etmeye aday bir
lider olarak yüksemektedir.
Bu durum Bogdanov’u Lenin’in gözünde açık bir tehdit haline getirmiştir.
1905’i izleyen baskı ve gerileme sürecinde, kurulacak Devlet Dumasına parti
temsilcilerinin (RSDLP) katılıp katılmaması hakkında yapılan tartışmada Lenin,
Bogdanov’un önerdiği boykot konumu arkasında birleşen tüm diğer Bolşevikler’i
karşısına alır ve Menşevik kanat ile yan yana durarak Duma’ya katılımı savur.
Böyle bir manevra açıktır ki Lenin’in Bolşevik liderlik için Bogdanov’u açıkça
rakip olarak ilan etmesi ve ona rest çekmesi anlamındadır.
O yıllarda Lenin, daha sonra dönek ve şövenist olarak saldıracağı
Plekhanov’u ‘Rus Marksizminin Babası’ ve kendi ideolojik hamisi olarak kabul
etmekteydi.
Bogdanov ise, yukarıda değinildiği gibi, Plekhanov çizgisini Rus Marksizmi
okullarından sadece bir tanesi olarak görüyor ve eleştiriyordu.
Rus Marksizmi okullarından diğer bir tanesi de kendisi ve yoldaşlarından
oluşan eleştirel çizgisiydi.
Bu grupta Bogdanov dışında Gorki, Lunacharsky ve Bazarov gibi, Boşevik kanat içinde
veya onu destekleyen etkili isimler bulunuyordu.
Plekhanov’un Bogdanov ile girdiği polemikten yenilerek çıkması, onu kendi
teorik babası ve Bogdanov’u da en ciddi rakibi olarak gören Lenin için alarm
zillerinin çaldığı an olmuş olmalı.
Zira Lenin’in Bogdanov’u ilk önce politik alandan daha sonra da tarih sahnesinden silecek ve Lenin’in ölümüne
kadar sürdüreceği saldırıları tam da 1907-1908 itibariyle başlayacaktır.
Bu yıllarda yazdığı ve yayınladığı fakat o dönemde ilgi görmeyen Materyalizm ve Empriokritisizm kitabını
Lenin, Bogdanov
düşüncesini ve politik kişiliğini iğdiş etmeye adamıştır.
Lenin’in kitabı, Bogdanov’un Plehanov’dan talep ettiği ve Plehanov’un asla
girişemediği cevap olarak tasarlanmıştır.
Bu hamleyi takiben Lenin 1909’da, elindeki fonları kullanarak Bolşevik
kanadın yayın organı Proletarya (Proletarii)
dergisinin genişletilmiş yayın kurulunu Paris’de toplar ve Bogdonov’un
editoryal gruptan ve Bolşevik merkezden dışlamasını sağlar.
1910’da toplanan Plenium’da ise
Bogdanov çevresinde toplanan Vpered (İleri)
grubu da parti içi bir fraksiyon olarak tanınır.
Buna rağmen, Vpered grubu 1911’de dağılır ve Bogdanov bu olaydan sonra
parti-politikasından tamamen koparak kendisini bilimsel ve kültürel çalışmalara
verir.
Plehanov’un bu dönemde başlayan şoven tutumu 1914’de savaş yanlısı bir
tutuma dönüşünce Lenin bu sefer ona karşı saldırgan bir pozisyon alacak ve
1914-15’de meşhur Hegel ve diyalektik okumlarına girişecektir.
Bu okumalar sonucunda kaleme aldığı Felsefe Defterleri’nde Lenin
Plehanov’un felsefi otoritesini alaşağı ederek onu ve kendisi de dahil hiç bir
Rus Marksistinin Hegel’i, diyalektiği ve dolayısı ile Marx’ı hiç bir zaman
anlamamış olmadığını ilan eder.
Bir anlamda kendisini Kaustky ve Pekhanov’un takipçisi olma zincirinden
kurtarmaktadır Lenin.
Düşüncesindeki dönüşümü aldığı notlara açıkça yansıtan Lenin bu notları
asla yayına hazırlamayacaktır.
Bunun nedeni bu notlarının Lenin’in kendi Marksist geçmişini de şüphe altında
bırakmasıdır, özellikle de Materyalizm ve Empriokritisizm’i yazarken ki bilgisizliğini gözler
ününe sermektedir Lenin.
Yine de, bu okumalarla yeniden şekillenen düşüncelerini o dönemde
Plehanov’a ve diğer ‘sosyal şoven’ döneklere karşı geliştirdiği eleştirilerinde
ve temel analizlerinde kullanır.
Ekim Devrimi sonrasındaysa Lenin’in prestiji, tanınırlığı ve politik etkisi
sınırsızca artmıştır.
Böyle bir ortamda Bogdanov bir kez daha, bu sefer hızla büyüyen Proleter Kültür
hareketinin önderi olarak çıkar Lenin’in karşısına.
Lenin’in takip eden hamlesiyse, hakkındaki görüşleri ve felsefi konumu
tamamen değişmesine rağmen, 1918’de ölen Plehanov’u Rus Marksizminin Babası
olarak kutsamak ve 1921’de Materyalizm ve Empriokritisizm’in ikinci baskısını, yeni bir Bogdanov
karşıtı kampanya çerçevesinde yayınlamak olur.
İlk baskısı okunmayan ve hatta Lenin’in Felsefe Not defterleri’nde
kendisinin bile
aciz bulduğu kitabının ikinci baskısı hem Rusya içinde hem de uluslararası
alanda büyük bir etki yapar.
Lenin’in tamamen polemik amacıyla yazılmış ve felsefi bir değer taşımadığı
görüşü genel kabul gören bu kitabı, SKP yayın organları tarafından Sovyet-Rus
Devrimin liderinin muazzam felsefi eseri olarak lanse edilir.
Lenin’in Bogdanov’a vurduğu en kalıcı de darbe bu olur.
Bundan sonraki kuşaklar Bogdanov’u bu kitap üzerinden okuyacak ya da daha
çok okumayacaktır.
Örneğin Karl Korsch, Anton Pannekoek, Louis Althusser gibi etkili Marksist düşünürler,
Stalin’e ya da yeni-Hegelciler’e karşı Lenin tarafında olduklarını iddia
ederlerken Bogdanov’u okumadan ona Lenin’in Materyalizm ve Empriokritisizm’i üzerinden
saldırırlar.
Stalin ise kendi döneminde
rakiplerini ortadan kaldırmak ve tarih kayıtlarından silmek için Lenin’in
Bogdanov’a olan husumetini referans alır.
Buharin’e karşı yürüttüğü kampanyada örneğin Stalin Buharin’in Marksizmden sapan bir
Bogdanovcu olarak suçlar.
Stalin döneminde Sovyet rejimine
karşı kapitalist dünyadan gelen dış tehdit, İkinci Dünya Savaşı
ve sonrasında Soğuk Savaş’a dönüşen ortam Lenin-Stalin çizgisinin etkisini ve
Bogdanov’un unutulmuşluğunu pekiştirmiştir.
Bogdanov üzerindeki Lenin sansürü o kadar vahim bir düzeye ulaşmıştır ki
Kautsky, Bernstein, Luxemburg, Lenin, Stalin, Trotsky, Buharin, Plehanov, gibi
Marksizmin tüm diğer önemli isimleri hakkında yayınlanan çok sayında
biyografiye karşılık, Bogdanov’un ilk İngilizce biyografisi ancak geçtiğimiz
yıl, 2018’in Aralık ayında basılabilmiştir.
Ne yayınevleri, ne sosyalist ve komünist partiler, ne de diğerleri yüz yıl
boyunca Bogdanov davası konusuna girmek ve onun hakkında yorum yapmak
istememiştir anlaşılan.
Bir ömür boyu süren çalışmalarının sonucunda usta tarihçi James D. White
tarafından kaleme alınan Kızıl Hamlet: Alexander
Bogdanov’un Hayatı ve Fikirleri bu nedenle sadece bir kişisel
biyografi olmanın ötesine geçer.
Aynı zamanda 20. Yüzyıl Marksizmini
anlama ve yerli yerine oturtma
anlamında bir boşluğu doldurmaktadır Kızıl Hamlet.
Kitap ayrıntılarıyla ortaya koymaktadır ki, Bogdanov ve yoldaşlarının temsil
ettiği Marksizm yorumu birçok anlamda, 1945 sonrasında, Batı’da ve Doğu’da,
gelişen yaratıcı ve üretken Marksizmlerin öncülüğünü yapmış çok önemli ve
değerli bir birikimdir; böylesine bir kaynak neredeyse bir asır boyunca
gözlerden uzak kalmıştır.
Böylelikle eşitlik, özgürlük ve kardeşlik adına, kurtuluş adına yeni
kuşaklar ondan yararlanamamış, küresel kapitalizm onun yokluğunda kök salmış,
komünizm fikri neredeyse bütün mevzilerini kaybetmiştir.
1950’lerden bu yana, ilk olarak Sovyetler Birliği’nde ortaya çıkan Sibernetik tartışmaları
çerçevesinde gündeme gelen, giderek de dünya çapında
gelişen Alexander Bogdanov’un rehabilitasyonu süreci James White’ın bu
çalışması ile taçlanmıştır diyebiliriz.
İroniktir ki, ortaya çıkan tablo bize, Marx’tan sonra onun düşüncesini gerçek
anlamda ileriye taşıyan en önemli düşüncelerin, bir asırdır sanıldığının
aksine, Lenin değil onun ezeli rakibi olan Bogdanov tarafından geliştirdiğini
göstermektedir.
O kadar ki, bugüne değin Bogdanov’un ötesine geçen tutarlılık ve
kapsamda yapıtlar ortaya koyabilen eleştirel bir düşünce akımı ve teorisyenin çıkmamış
olduğunı görüyoruz.
İster istemez akıllara ya yüz yıl
önce öyle olmasaydı sorusunu geliyor, bir de ya bu yüz yıl farklı olursa
sorusu.
Kızıl
Hamlet Marksizmin yeni bir re-konstrüksiyonu için zamanın
geldiğini haber vermektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder