BAUHAUS: MODERNLEŞMENİN
TASARIMI - 1
Walter Gropius,
Bauhaus'un örgütleyicisi olduğu kadar ideoloğudur.
Hareketin tarihine
resmiyetini kazandıran, onun yazdıkları olmuştur.
Ona kalırsa
Bauhaus, Wilhelm ve Hitler reich’ları arasında kalan Weimar
Demokrasisi’nin eseridir.
Dolayısıyla
otokrasilere bulaşmamıştır.
Oysa çağdaş
araştırmalar, Bauhaus olayının, Almanya’nın tarihinde Gropius’un onu
sıkıştırdığı iki dünya savaşı arası dönemden çok daha önceki ve sonraki
zamanlara yayıldığını gösterir.
Bauhaus Öncesi
Prusya devleti,
daha 1826’da, Ticaret Bakanlığı aracılığıyla Berlin Müzesi’nin ünlü mimarı
Schinkel’i, endüstrileşmenin vatanı Britanya’daki eğitim reformlarını
incelemekle görevlendirir.
Ancak, bu görevin
hakkını veren, başka bir mimar olacaktır:
1896’da Londra’daki
Alman Büyükelçiliği’nde çalışmaya başlayan ve yedi yıl boyunca sanat ve
sanayi konularında devletini hem bilgilendirecek,hem de yönlendirecek olan
mimar Muthesius’tur.
Muthesius, John Ruskin
romantizminin yol gösterdiği, arkasından William Morris gibi sosyalist
ütopyacıların geliştirdiği Arts and Crafts hareketinin etkisinde
kurulan ve uygulamalı atölye eğitimine dayanan 100’den fazla okulda incelemelerde
bulunur.
Bu okulların
çekirdeği, Londra’da 1836 yılında kurulan School of Design’dır (Tasarım
Okulu).
Bu okula bağlı olan
South Kensington Müzesi 1952'de tasarım kültünün mabedi sayılan Victora
and Albert Müzesi'ne dönüşecektir.
Tasarım Okulu'nun
örnekleri, sadece on yıl geçtikten sonra ilkin 1863’te Viyana’da (Avusturya
İmparatorluk ve Krallık Sanat ve Sanayi Müzesi), hemen arkasından da Berlin’de
açılır (Berlin Uygulamalı Sanatlar Müzesi).
Birbirlerini
tamamlayan bütün bu atılımlar, sonuçta sanayinin sanat ve tabiat
üzerindeki gücünü, çağdaş uygarlığın/modernliğin evrenselliğini
kanıtlamaya yöneliktir.
Muthesius, Prusya Ticaret
Bakanlığı tarafından, Britanya’da gözlemlediği reformları, çağdaş kültürel
politikaları, Wilhelm Almanya’sında üretimi zanaatten endüstriye
dönüştürecek atılımlara uyarlamakla yetkilendirilir.
1904 yılında çıkarılan
bir yasayla, ilk aşamada 61 uygulamalı sanatlar okulunda atölyeler kurulur ve
böylelikle, malzemeyi, işlevselliği, imalat sürecini temel almayan
geleneksel eğitime son verilir.
Üretimin
endüstrileşmesini ve piyasanın kapitalistleşmesini hesaba katan modern
tasarım pedagojisine geçilir.
Sanat ve meslek okulları
baştan ayağa yenilenir.
Öğretim programlarında
üretimin ve işgücünün yerel niteliklerine göre değişiklikler yapılır.
Bauhaus’u hazırlayan bir
diğer önemli girişim Werkbund’dur.
Gene Ticaret
Bakanlığı’nın himayesinde ve Muthesius’un önderliğinde örgütlenen
Werkbund, bürokratlar, sanayiciler, tüccarlar, mimar ve sanatçılar arasında
1907’de kurulan bir birliktir.
Başta gelen amacı, ulusal
beğeninin terbiyesidir.
Ortak ve çağdaş bir
beğeninin oluşturulması, Ziya Gökalp’in de belirttiği gibi, bir ulusun
kuruluşundaki en hayati bileşenlerindendir.
Werkbund, sanat, zanaat,
sanayi ve ticareti kaynaştırarak, “kapitalizmle kültürü uzlaştırabilmeye”
çabalar.
Alman devletinin siyasal,
ekonomik ve kültürel politikalarına eklemlenerek, onlara entelektüel ve
sanatsal enerji katar.
Üye sayısı zamanla 1800’e
kadar tırmanacak olan Birlik, büyük eğitim reformunun arkasında durarak kendini
kültürel bir rönesansın odağı gibi görür.
Hayatın Akılcı Tasarımı
Kısacası, Arts and Crafts Almanya’ya
transfer olduğunda, artık ne Ruskin’in Gotik zamanların el ustalığını
dirilterek makinelerin egemenliğine ve insanın emeğine yabancılaşmasına karşı
meydan okumaya ilişkin romantik düşlerinden, ne de Morris’in dünyayı
–hayatı– sanatsallaştırarak dönüştüreceğine inandığı ütopyalarından eser
kalmamıştır.
Jacques Rancière’in
belirttiği gibi, bu tasarılar “İngiltere’den Almanya’ya geçtiğinde Werkbund ve
Bauhaus’un modernist-işlevselci ideolojisine dönüşür.
Tasarımcı Behrens
için bu, endüstriyel bir tesisin özgül amaçlarına hizmet eden işlevsel
mühendislik ideolojisidir.”
Sonuçta, Ruskin ve
Morris’in mirası, reddettikleri modern akılcılığa –rasyonalizme– teslim
edilmiştir.
Sanat sanayinin,
mimarlık mühendisliğin, güzel sanatlar uygulamalı sanatların, form
işlevin, bireysel deha devletin ve sermayenin, hayal gücü aklın, düş
bilincin... güdümüne girmiştir.
Muthesius’un başını
çektiği “endüstriyel tipler”in tasarımıyla ilgili kuram, malzeme+işlev+
form+teknolojinin, konstrüktif, tektonik uyumunu öngörür.
“Tipler” kuramı,
bireysel, sıradışı –atipik– yaratılar yerine, çağdaş hayat stilini kuracak
bir “düzen estetiği”nin olanaklarını araştırır.
“Werkbund, biçim
ile içerik arasında bir uyum öngörür...
Bir toplumun
varoluşuna ait formların onu var eden ilkeyi dışavurmasını ister...
‘Tipler’ yeni bir
hayata biçim veren ilkelerdir...
Nesnelerin biçimi,
hayat biçimlerinin tasarım ilkesini temsil eder...
Tiplere ilişkin
alfabeye gelince, bu alfabeyi çizgide ve üretici işte arar.”
Rancière,
Behrens’in “tipler”e ait düşünceleri ile, şair Mallarmé’nin “sembolist
ikonografisi” ve ayrıca soyut sanat arasında ilişki kurar.
Ona göre hepsi
sembollere, hayata özgü bir ruh kazandırmaya çalışır.
Sanat formlarıyla,
hayat formları –ve/veya göstergeleri– arasında uyum arar.
Bu arayışın ortamı
geometridir.
“Tipler”
felsefesinin varacağı nokta, standartlaşmadır.
Muthesius,
“Werkbund Tezleri” başlıklı manifestosunda, “evrensel olarak
geçerli, şaşmaz, gelişmiş bir beğeninin... ancak standartlaşma
sayesinde mümkün” olacağını bildirir.
Resmen kuruluşundan önce
Bauhaus’un düşünsel ve “uygulamalı” programının geliştirilmesine katkıda
bulunanlar arasında, Muthesius’un yanı sıra, en etkili olan diğer iki
sanatçı, Peter Behrens ve Henry van de Velde’dir.
İlki Alman,
ikincisi Belçikalı’dır ve her ikisi de aslında ressamdır.
Behrens 1902’de,
gene Ticaret Bakanlığı tarafından diğerlerine model oluşturması amacıyla
kurulan Düsseldorf Sanat ve Meslek Okulu’nun başına getirilir.
Bunun gibi birkaç
büyük okul, mimarlıktan mücevher ustalığına kadar her dalda tasarım
eğitimi vermektedir.
Behrens bu
görevinden bir yıl sonra, Bakanlığın ileri gelenleriyle birlikte, İngiltere’de
yoğun bir inceleme gezisine gönderilir.
“Bay Werkbund”
olarak da anılan Behrens, Birliğin kurulduğu yıl Almanya’nın elektrik
endüstrisi devi AEG’nin baş mimarı ve tasarımcısı olur.
Gelecekte Bauhaus’u
yönetecek Gropius’u, Meyer’i ve Mies van der Rohe’yi yardımcılığına alır.
İki yıl süren bir
inceleme için Almanya’da bulunan Le Corbusier’ye de görev verir.
AEG’nin
logolarından, afiş ve broşürlerine; ofislerinin döşenmesinden, sergi ve
fabrika yapılarına kadar her türlü tasarımını üstlenen Behrens’in bu
işleri, “kurumsal kimlik”, “kurumsal iletişim tasarımı”, “markalandırma” gibi
çağdaş disiplinlerin habercisi olur.
Arts and Crafts hareketinden
türeyerek 20. yüzyıl başında bütün Avrupa’ya yayılan ve yer yer “modern stil”
olarak da anılan Art Nouveau’nun Belçika’daki öncülerinden olan van de Velde,
1900 yılında Berlin’e yerleşir.
Bauhaus’u etkileyen
“bütüncül sanat” felsefesinin en önemli temsilcilerindendir ve Werkbund
kurucusudur.
1907’de bir dükün
himayesinde kendi tasarladığı binalarda kurduğu Weimar Uygulamalı Sanatlar
Okulu’nun başına geçer.
1915’te süregelen
savaşla ilgili baskılar yüzünden Belçika’ya dönmek zorunda kaldığında,
yerine Gropius’un atanmasını öngörür.
Ve Gropius, Weimar
Güzel Sanatlar Akademisi’ni de sahiplenerek, her anlamda van
de Velde’nin tasarladığı çatı altında, onun mirasını Bauhaus’a mal eder.
Bauhaus Sonrası
Besbelli, Gropius
1919’da Bauhaus Manifestosu’nu ilan ettiğinde, bu okulun temsil ettiği
düşünce ve pratikler neredeyse yüz yıllık bir maziye sahiptir.
Üstelik Alman
Bauhaus, öncesiz olmadığı gibi sonrasız da değildir:
Gropius’un ve
Mies’in tersine, vatanını terk etmemiştir!
Nazi rejiminin hem
savaş, hem de iletişim araç ve teknolojilerinin tasarımında; ayrıca, Walter
Benjamin’in deyişiyle “siyasetin estetikleştirilmesi”nde Bauhaus
öğrencileri kadar, kadroları da görev alır.
Her Alman’a vaat
edilen halk radyoları (volksempfänger) ve halk arabalarında (volkswagen) olduğu
gibi, seri üretimi ve mühendisliği idealleştiren Hitler’in tüketim
modelinde Bauhaus tasarım disiplininin damgasını kaydetmemek mümkün
değildir.
Zaten Bauhaus 1933
yılında kapatıldığında –gördüğü baskı üzerine kendi kendini feshettiğinde–
Alman tasarım ve üretim evreninde hükmünü sürdürecek kadar egemenliğini
geliştirmiştir.
Üstelik Gropius ve
Mies, Nazi yönetiminin kimi projelerini üstlenmekten çekinmezler.
Gropius, Bauhaus
mezunları olan Joost Schmidt ve Walter Funkat'la birlikte bir
Nazi propaganda gösterisi olan "Alman Halkı-Alman Ürünü" sergisinin
bir bölümünü tasarlar.
Doğu Prusya'nın
sanayileşmesi konusunda Goebbels'in Propaganda Bakanlığı'na raporlar
yazar.
Mies'in Nazi
rejimiyle işbirliği daha da ileri gider.
Daha baştan Ulusal
Kültür Konseyi'ne üye olur ve 1934'te iki Nazi organizasyonuna daha
katılır.
Aynı yıl, bir Nazi
gazetesinde yayınlanan, Alman sanatçı, edebiyatçı ve mimarlarını Nasyonal
Sosyalizmi desteklemeye çağıran bir bildiriye imza atar.
1936'da Düsseldorf
Evrensel Sergisi'ndeki, 1937'de de Paris Dünya Fuarı'ndaki Nazi
pavyonlarının projelerini yapar...
Aynı yıllarda, Le
Corbusier’nin de, gereğinde yerle bir edilecek eski kentler üzerine bile inşa
edilebileceğini düşlediği la ville radieuse projesinin
gerçekleşmesi için Mussolini’nin diktatörlüğüne umut bağladığını hatırlamak
gerekir.
Gropius her devrin
adamıdır.
Sosyalist ve
komünistlerin güçlü olduğu 1918 Kasım Devrimi’ni desteklerken, “yeni bir
kültürün önkoşullarının yaratılması için muhtemelen Bolşevizmin tek
yol” olduğunu yazar; Bauhaus Okulu’nu “sosyalizmin katedrali”
olarak sunar.
Nazilere proje
yapar, rapor hazırlar.
Modern sanatın
Alman sanatı olduğunu savunur.
Aynı Gropius,
ABD’ye göçüp Harvard Üniversitesi’nde mimarlık bölümünün başına geçtikten
sonra ise, Bauhaus'un Alman ulusal stilinden "uluslararası
stil"e dönüştürülmesine ve Amerikan modernizmine eklemlenmesine
ön ayak olur.
Böylece Bauhaus,
Soğuk Savaş döneminde, kuruluşunda bağlı olduğu sosyalist/devrimci idealler
karşısında örgütlenen "özgür dünya" propagandasının tasarım dili
haline gelir.