BAUHAUS - 1
Bauhaus,
1919 yılında Walter Gropius tarafından Weimar'da kurulmuş olan bir
mimarlık ve güzel sanatlar okuludur.
Okulun
en büyük hedefi sanat ve zanaat ikilemini ortadan kaldırmak, eğitim sürecinde
hem özgün ve estetik biçimin, hem de çağın görüntüsüne uygun teknolojik
bileşenlerin uyumunu yaratıcı olarak yakalamaktır.
Bu
amaçla teknolojiden yararlanarak “sanat”la “zenaat”i birleştirmiştir.
Bauhaus,
20. yüzyıl modern mimarlığının oluşmasına katkıda
bulunmuş kurumların en önemlilerindendir.
Modernist
çizgisi, tasarımda açıklık, akılcılık, sadelik,
geometrik
düzenlemeye bağlı biçimler, asal renkler ve işlevsellik temeline oturan Neo-plastisizm
ve Konstrüktivizm ile kendini göstermiştir.
Okul,
20. yüzyılın başlarında akademiden atelyelere kaymanın başlaması ve genç
sanatçıların akademide değil, tanınmış sanatçıların yanında
çalışmaya istekli olmalarının yoğunlaşmasıyla açılmış bir devlet
kurumuydu.
Eğitim
ve öğretim yönünden, devlet tarafından kurulan diğer sanat okullarından
farklıydı.
Bauhaus,
Weimar'daki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu ile Uygulamalı Sanatlar Okulu'nu
bünyesinde birleştirmişti.
Okulun
görevi, sanatsal yetisi olan insanları, yaratıcı şekillenmeyi başaracak mimar,
ressam ve el sanatçısı olarak yetiştirmekti.
Bauhaus'ta
öğretim üç esas sanat dalında toplanmıştı : Mimarlık, Resim ve Yontu.
Bauhaus
Okulu’nda serbest sanat, uygulamalı sanat ayrımı yapılmıyor, taşçılık ve
tornacılıktan dokumacılığa kadar küçük sanatların her çeşiti öğretiliyordu.
Bauhaus,
emeğe ve el ustalığına dayanan rönesans atölyelerini örnek almıştı.
Orada
olduğu gibi burada da öğrencilerin çalışmaları tek sanat dalında kalmıyor,
buradan çıkanların sahne dekorundan mobilya, tekstil ve sofra takımına kadar
kullanılan her türlü eşyayı tasarlayabilen bir eğitimden geçmeleri isteniyordu.
İş
eğitiminin önemi özellikle vurgulanıyordu.
Mimar,
ressam ve yontucular tam birer işçi gibiydiler.
İş
eğitiminin verimli olabilmesi için öğrencilerdeki yaratıcı gücün uyandırılması
gerekiyordu.
Atelye
çalışmalarında öğrencilerden taklit etmeleri değil,
yeni
yaşama ayak uyacak biçimler oluşturmaları isteniyordu.
Bu
yüzden V. Kandinsky, P. Klee, O. Schlemmer, L. Feininger ve Moholy-Nagy gibi
sanatçılar atölyelerin başına geldiler.
Dışarıdan
da Maleviç ve Lissitzky gibi tanınmış sanatçılar konuk ya da
konferansçı olarak geliyorlardı.
Burası
öğretmenlerin öğrencileri eğitmekten çok usta/çırak ilişkisi içinde onlarla
çalıştıkları, atölyelerindeki üretkenlikle kendini yenileyen canlı bir kuruluş
olma çabasındaydı.
Derslerin
amacı, teknik ve biçime ilişkin temel terim ve kavramları öğretmekti.
Çalışmalar
daha sonra "çırağın" seçtiği özel bir atölyede sürer ve üç yıl
sonra "ustalığa" hazırlayan bir bireşim atölyesinde son bulurdu.
Bauhaus,
bu tür çalışmalarıyla 1923 yılında öğrencilerin ve öğretmenlerin ortak
yapıtlarının sergilendiği bir "Bauhaus Haftası" düzenledi.
Sergilenen
yapıtlar arasında tam olarak döşenmiş bir deneme evi yer aldı ve hafta boyunca
tiyatro, müzik ve bale gösterileri de yapıldı.
Okulla
yaşam, sanat dünyası ile endüstriyel yaşam arasında ilişki kurmak amacıyla
Bauhaus, seri üretim yapan fabrikalarla ilişkiye geçmiş ve onların seri
mallarına biçim verilerek kalite kazandırmaya başlamıştır.
Bunun
yanında okul, sosyal sorumluluk taşıyan, toplumun gereksinimlerine karşılık
verebilecek yeni bir sanatçı tipinin yetiştiği bir kurum olmuştur.
Ayrıca
okul, çeşitli sanat dallarını birleştirmeyi denemek yoluna giderek bir “bütün
sanat” (art total) yapmak istemiştir.
1925
yılında okulun merkezi Dessau'ya taşınır.
Ancak
1931'de Naziler Dessau'yu ele geçirince okul Berlin'e gider ve 1933
yılına kadar burada çalışır.
Bir
süre sonra da sanatçıların çoğu çeşitli ülkelere dağılırlar.
L.
Moholy-Nagy de Amerika'ya, Chicago'ya gider.
1937
yılında Bauhaus Okulu'nu burada "New Bauhaus" adıyla tekrar kurar.
Daha
sonra bu okul "Chicago Institue of Design"a dahil edilmiştir.
Bauhaus
öğretisi çok önemliydi.
İlk
devrimci sanat hareketlerinin tasarım ve el işçiliğiyle bağlantı
kurmuştur.
Binaların
görünüşünü, tüketim mallarını, posterler ve kitapları ve tabii ki fotoğrafın
kendisini çok etkilemiştir.
Fotoğraflar
daha çok tonlar, çizgiler, boşluklar ve şekillerin ilişkilerinin keşfedilip
objektif bir biçimde temel yapı üzerinde düşünmek olarak algıladılar.
Zamanla
gerek piyasada fotoğrafçılığın yaygın kullanıma ulaşması, gerek bu yeni
teknolojik imge üretme biçiminin Bauhaus'un sanat ve endüstriyi
birleştirme felsefesine uyması ve özellikle de Moholy-Nagy'nin fotoğrafçılığa
olan yakın ilgisi nedeniyle fotoğrafçılık, Bauhaus
"müfredatında" önemli bir yer kazanmış ve bir de fotoğraf atölyesi
kurulmuştu.
Moholy-Nagy
de bu okulda temel tasarım dersi veriyordu.
Sanat
ve teknolojinin birleşmesi, okulun geçerli sloganı haline gelmişti.
Bu
yıllarda fotoğrafçılık, "Tasarım Sentezi"nin en önemli
unsurlarından biri olmuştu.
Tasarım Sentezi;
kullanılacak malzeme ile doğrudan deneyimde bulunarak görsel problemlerin
çözümünü öğrenmek ve malzemeyle doğrudan, deneysel bir ilişki kurma
sonunda da ortaya çıkacak yapıtlardan kuramlar geliştirmektir.
Moholy-Nagy,
fotoğrafçılığı o zamana kadar yerleşmiş olan Alfred Stieglitz, Paul Strand ve
Edward Weston gibi Amerikan fotoğrafçılığının üç ustasının "modern
fotoğraf" anlayışını, yapıtlarındaki bireysel esine dayanan,
dışavurumcu, kişinin konuya yaklaşımından kaynaklanan net ve açık
fotoğraf örnekleri yerine, araştırılması gereken, kendine özgü biçimsel
sorunları olan, demokrat ve katılımcı bir toplum sanatı olma potansiyelini
içeren bir iletişim ortamı olarak görüyordu.
Sanat
yapmak ya da toplumsal bir işlevi yerine getirmek yerine, “zaman-ışık-mekan”
üçlüsünün ilişkileriyle ilgileniyor, dışavurumculuğun karşısına da deneyselliği
çıkarıyordu.
Romantik
sanatçı kavramına karşı çıkıyor, teknolojinin saf ve bozulmamış imgelerini
çağdaş bir yaklaşımla kullanan, araştırma ve yaratma sürecinin üzerinde
duran, tasarım sentezinin bir eri olarak görsel çevreyi
düzeltecek yeni bakış açılarına sahip olan sanatçıları arıyordu.
Bauhaus'taki
eğitim sürecinde de fotoğrafçılığa yaklaşım bu açılardan olmuştur.
Zaten
yeni bir sanat dalı olan fotoğrafçılığın kendine özgü standartlarının
araştırılması ve sınırlarının zorlanması ana ilke olarak kabullenilmiştir.
"Yeni
görme biçimlerinin geliştirilmesini sağlamak için insanların bilinçlendirilmesi
gerekiyordu.
Sanat
ve teknolojinin çağdaş bileşimine ancak bu yolla ulaşılabilirdi.
Fotoğrafçının
görevi, her konuyu sadece biçim ve süreç açılarından incelemekti.
'Sanat'
amaçlı fotoğrafı 'reklam' fotoğrafından ayıran sadece niyet ve içerikti.
Her
iki durumda da biçimsel kaygı aynı olmalıydı.
Sanatçılara
ve reklamcılara imgelerin taşıyacağı anlamlarla değil, fakat imge üretim
süreciyle ilgili olarak aynı şeyler üretilmeliydi.
"
İşte Moholy-Nagy'nin toplumu değiştirme ve yeni bir kültür yaratma yolundaki
önerisi buydu.
Bauhaus
öğretisi içinde fotoğrafın çerçevesi (kadrajı) bilinci, görüntüye duyarlılıkla
yaklaşma, resim sanatının özellikleri, saydam ve yarı saydam düzlemler, değişik
tekrarlar, ışığın açığa çıkardığı nesnelerin dokuları, ton geçişleri gibi
biçimsel öğelerin fotoğrafta kullanılması çok önemliydi.
Bu
tür çalışmalar fotoğrafçılığa sanatsal ve akademik yaklaşımla çağdaş ve ortak
bir davranış biçimi haline gelmesini sağlamıştır.
Böylece
farklı ortamların ve malzemelerin birlikte kullanılmasına ağırlık veren,
teknolojinin yeni buluşları karşısında eziklik duymadan, onları deneysel
biçimlerde kullanmaya hazırlıklı ve biçimsel yönden olduğu kadar içeriksel
açıdan da konuya kuramsal yaklaşabilen yeni kuşak fotoğraf sanatçıları ortaya
çıkabilmiştir.
Bu
sanatçıların en önemli temsilcileri arasında Arthur Siegel, Harry Callahan ve
Aaron Siskind sayılabilir.
Bu
sanatçılar, Bauhaus geleneğinde olan “deha-usta” öğreticinin kendine özgü bilgi
ve yaklaşımlarını istediği gibi öğrencilerine aktarabilme prensibine sadık kalmış ve
okulun fotoğraf felsefesinin çağa uygun bir biçimde yenilenmesini
sağlamışlardır.
Böylece
Moholy-Nagy’nin öğretisini yani deneysel kaygıyı, dışavurumcu sanat yapma
kaygısıyla uzlaştırmışlardır.
Moholy-Nagy,
önce Bauhaus'ta, daha sonra Amerika'daki "New Bauhaus"ta ve 1939
yılında kurduğu "Chicago Tasarım Okulu"nda (Institue of
Design) geleneksel sanat dallarının öğretilmediği, teknoloji ve uygulama
ağırlıklı bir eğitim vererek fotoğrafçılığın ayrıcalıklı bir yeri olduğunu
gösterdi.
Sanatçının
en kalıcı katkısı da, ilk kez fotoğrafçılığı kendi başına ayrı bir
akademik disiplin olarak bu okullar içinde koruyabilmesi olmuştur.
Böylesi
korunmalı bir ortamda fotoğrafçılık, diğer sanat dallarınca ezilmeden
kendi gelişmesini tamamlayabilmiştir.
Bauhaus
Kurulduğu
zaman dünyanın en seçkin ve çağdaş mimarlarını